Tıpkı Srebrenica, Gorazde, Halepçe ve Ghota'da olduğu gibi Ruanda'da da kılımızı kıpırdatmamıştık. Kırmızı çizgilerin nasıl geçildiğine sadece seyirci kaldık. Nede olsa uzaktaydık.
Bu yılın Nisan ayı başı. Bir Cuma günü olduğu için Alman Federal Meclisi'ndeki parlamenterlerin çoğu şimdiden hafta sonu tatiline çıkmış. Ruanda'da birkaç hafta içinde 800 bin insanın katledildiği soykırımın 20. yıl dönümü nedeniyle mecliste bir anma töreni düzenleniyor. O katliam gelip kapıya dayanınca "Barış Güçleri" Ruanda'dan çekilmişti.
Törenin ana konuşmacısı Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier. "Uluslararası camianın" başarısızlığından söz eden bakan Ruanda'dan mavi bereli askerlerin geri çekilmesiyle şiddetin başladığını hatırlattı ve şunu ekledi: "Bir daha böyle bir şeyin asla tekrarlanmaması bugün bu törenden çıkartacağımız en önemli derstir"
Şayet Steinmeier 20 yıl daha o koltuğunda olsa, yine bir anma töreninde "asla tekrarlanmayacak" sözünü sarf eder. Uluslararası Barış Gücü'nü es geçerek yine Ruanda'ya ilişkin konuşma metninin geri kalan bölümünü tekrarlar.
Türkiye-Suriye sınırındaki Kobanê'de mavi bereli askerler konuşlandırılmış değil. Şehri savunan Kürt güçleri ile Irak ve Suriye'nin bir bölümünü ele geçiren IS (DAİŞ)'liler arasındaki şiddetli çatışmaları izlemek için sadece Türkiye birkaç eski panzerini bölgeye yerleştirmiş.
Biz de uzakta öyle yapıyoruz. Bir futbol maçı gibi; kimi maçı daha iyi görmek için stadyumda oturur, kimileri de televizyonun başına geçer. Ve bizler Kobanê'nin düşüşünü canlı yayında izliyoruz. Evimizde, koltuklarımıza oturmuş halde sokak çatışmalarına katılıyoruz, bombaların şehre düşüş seslerini duyuyoruz, cehennemden kaçan mültecilerin hikayelerini dinliyoruz.
Kısa bir süre önce Hindukuşu savunan Alman özgürlüğü için Kobanê'nin Alman Ordusu'nun deposunda artık kullanılmayan birkaç makineli tüfek kadar değeri yok. Von der Leyen (Savunma Bakanı) birkaç makineli tüfeğin Irak'a gönderilmesi sırasında çekeceği birkaç fotoğraf için sabahın köründe uyanmıştı, niye bir kez daha bu işkenceyi çeksin ki?
Yani kaderi kendi haline bırakın. Yakında IS'in siyah bayrağı sadece Kobanê'nin bir kenarında değil, merkezinde de dalgalandığını görmekle kalmayabiliriz, İslamcıların da zaferine de tanıklık edebiliriz.
Bununla birlikte Dışişleri Bakanı Steinmeier şöyle diyor; "Suriye'deki iç savaşı bitirecek uygun aygıtı hala bulmadığımızı itiraf etmeliyiz." Şayet bir konferanstan diğerine sırf neşeli buluşmalar yapmak dışında başka marifetleri varsa, "uygun aygıt" tabii ki NATO olabilir.
Ve seyrediyoruz. Zaten seyirci olmada dünya şampiyonuyuz. Sadece Raunda'ya değil, Srebrenica, Gorazde, Halepçe ve Ghouta'ya da seyirci kalmıştık. Kırmızı çizgilerin nasıl geçildiğine sadece seyirci kaldık. Her zaman sadece "sonuçları" ile tehdit ettik, ama hayata geçirmedik.
Yangının içine girmekten korktuk. Ya da bizim ilgileneceğimiz daha önemli konular vardı; kira ücretleri yasası, ensest tabuların kaldırılması ya da şirketlerin yönetim kurullarının kadın kotasını uygulatmaya çalışmak gibi...
1. Dünya Savaşı'nın nedenlerine ilişkin düzenlenen konferansa katıldık ve her zaman şunu sorduk; Müttefik kuvvetler neden Auschwitz'e erişim yollarını bombalamadı? Bugün biliyoruz. Auschwitz stratejik açıdan önemsizdi.
Geçmişle hesaplaşırken her zaman bir şeyi göz ardı ettik; çatışmalardan kaçmak yeterli değil. Kässmann hanım bizden daha hızlı köşe yazıyorsunuz. (Almanya Protestan Kiliseleri'nin (EKD) eski Başkanı Margot Kässmann'ın geçen hafta Bild gazetesinde yazdığı "Vatanı bulmak için bazen gitmek gerekiyor" başlıklı yazısı kast ediliyor.)
Bugün biz seyirciyiz. Ama yarın biz Kürt olabiliriz.
* Bu yazı Almanya'nın yüksek tirajlı "Die Welt" gazetesinde yayınlandı.
Çeviri: Perwer Yaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder