KCK Yürütme Konseyi Üyesi Fatma Adır: Türk devleti halkımızın sistemini inşa etme ve kendini yönetme iradesine saldırıyor. Direniş ve öz savunma bu durum karşısında gelişiyor ve bu da en doğal hakkıdır.
Yaşanan saldırılarla Türkiye’nin içinden çıkılmaz bir duruma yol aldığına işaret eden KCK Yürütme Konseyi Üyesi Fatma Adır, “Erdoğan’ın özel olarak örgütlediği ve bugün Kürdistan’da pratiğe sürdüğü özel gladio birliklerinden de anlaşılmaktadır ki, AKP kapsamlı bir Kürt imhasına hazırlanmıştır” dedi.
Öz yönetim Kürdistan’ın birçok kentinde ve bazı batı kentlerinde ilan edildi. Türk devleti yoğun bir şekilde saldırmaya başladı. Türk devletinin bu kadar saldırmasına sebep olan öz yönetimi nasıl tarif edersiniz?
Türk devletinin Kürt halkına saldırısı yeni ve sadece öz yönetimi ile ilgili bir durum değildir. Yüzyıla varan ret, inkâr ve imha politikası kapsamında gerçekleşen soykırım, katliam ve saldırıların yeni bir boyutu yaşanmaktadır. Kürtler halk olmaktan kaynaklı hakkı olanı son derece demokratik tarzda hayata geçirmek istiyor. Dünyada kendi kimliği, dili, kültürü çerçevesinde kendini yönetme hakkını kullanmak artık evrensel bir haktır. Bu hak son derece insani olduğu kadar, aynı zamanda hukukidir. Bu hakkın uygulamaya geçirilmesini engelleyen Türk devleti hem evrensel hukuku çiğnemek de ve hem de halkımızı katlederek suç işlemektedir.
Öz yönetim ilanları halkımız tarafından kendini yönetme adına ortaya konan iradi bir yönetme hakkıdır. Dikkat edilirse Türkiye’den ayrılma, Türkiye sınırları dışında bir yönetim hakkından bahsedilmiyor. Tam tersi Türkiye sınırları içinde öz yönetim temelinde bir talep ile ilan edilen öz yönetimlerdir. Halkımız soykırım ve katliam ile elinden alınan hakkını demokratik tarzda uygulamaya geçirerek, dilini hiçbir yasak olmadan en başta eğitimde olmak üzere kullanmak, kültürünü geliştirmek, kimliğinin üzerinden tüm yasakları aşarak, kendine yönetmek istemektedir. Saldırı ve katliamlara gerekçe gösterilen bu öz yönetim talebidir.
Kürt halkı, özellikle Cizre, Amed Sur başta olmak üzere birçok merkezde büyük bir direniş sergiliyor. Bu direniş ile birlikte öz savunma devreye giriyor. Öz savunma nasıl olmalı?
Bugün onlarca ilçe ve mahalle de halkımız öz yönetimi kurmak, geliştirmek ve korumak adına büyük ve tarihi bir direniş içerisindedir. Bu direniş silahlı bir mücadele değildir, öyle de gelişmedi. Öz yönetim temelinde kendini yönetme talebine katliam amaçlı gerçekleşen saldırılara karşı en başta gençler olmak üzere halkımız öz yönetimi koruma ve savunma refleksi ve direnişini geliştiriyor.
Varto, Cizre, Silopi, Farqin, Nusaybin, Sur, Gever ve Bismil’de öz yönetime saldırmakta, tutuklamakta ve katliam yapmaktadır. Bunu önleme üzerinden kendini savunma hakkını kullanmak hukuki ve insani bir haktır. Kürt halkı ve gençleri de bunu yapmakta ve kendini savunmaktadırlar. Silahı en başta Türk devleti halkımıza karşı kullanmıştır. Tank, panzer ve zırhlı akrepler ile mahallere saldırmakta ve katliam yapmaktadır. Bu katliamların önüne geçme ve saldırıları önleme savunması dışında bir durum yoktur. Saldıran taraf Türk devletidir. Halkımız da öz savunma temelinde direnerek kendisini korumaktadır. Her canlı gibi halkımızda saldırılara karşı yaşamak için kendini savunmaktadır. Bunu yapmaya devam edecektir.
Öz savunma halkın kendi mahallesine, sokağına, evine ve bu temelde geleceğine sahip çıkmadır. Halk meclisleri ekonomik, sosyal, toplumsal, hukuki ve siyasi olarak inşa çalışmalarını geliştirerek ilgili mahalle, sokak, ilçe ve il de öz yönetimini geliştiriyorlar. Türk devleti halkımızın sistemini inşa etme ve kendini yönetme iradesine saldırıyor. Direniş ve öz savunma bu durum karşısında gelişiyor.
Dün HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve binlerce kişi Cizre’ye doğru yola çıktı. Ancak devlet birçok yerde engelleme yaptı, onun için halk yürüyerek Cizre’ye gitmeye çalışıyor. Bu sahiplenme ve devletin engelini nasıl okumak gerekiyor?
Sayın Demirtaş’ın da içinde olduğu binlerce kişinin Cizre’ye gitmeleri oldukça yerinde bir tutumdur. Bu saldırılara karşı herkes Cizre’yi sahiplenmelidir. Kürdistan’ın her tarafı serhıldanlarla devletin bu saldırılarına karşı durmalıdır. Hatta Cizre’ye sahiplenmede geç bile kalındı. Çünkü bugün Cizre’ye sahip çıkılmaz, katliamın daha fazla büyümesine engel olunmazsa yarın her tarafta aynı katliamları yapmaya çalışacaklardır. Onun için herkes bu süreçte gereken duyarlılığı göstermeli, öz savunmayı her tarafta geliştirmelidir. Bu en doğal insani haktır ve aynı zamanda bir sorumluluktur.
Devletin engellemesi gerçek planlarının, amaçlarının ne olduğunu ortaya koyuyor. Yaptıkları katliamları gizlemek istiyorlar. Bir de sindirmek, teslim almayı amaçlıyorlar. Bu engellemeler kesinlikle aşılmalıdır. Ancak bu şekilde bu katliam saldırıları boşa çıkarılabilir.
Türk devleti artık hiçbir kural tanımayan kirli bir savaş yürütüyor. Sivil halk çocuk, kadın, yaşlı demeden katlediliyor. Cizre’de ölülerin kaldırılmasına dahi izin verilmiyor. Bir ana, on üç yaşındaki katledilmiş çocuğu kokmasın diye buzdolabına koyuyor. Erdoğan ve AKP ne yapmak istiyor? Bu durum Türkiye’yi nereye götürür?
Halkımıza karşı yürütülen kirli savaş aslında hiç bitmedi. Önderliğimiz tarafından geliştirilen diyalog sürecinde de AKP, en başta da Türk cumhurbaşkanı Erdoğan, devlet içinde bazı kurum ve kesimlerin de aktif desteği ile Kobanê başta olmak üzere Rojava’da halkımıza karşı bu kirli savaşını çok aktif bir biçimde sürdürdü. İki buçuk yıllık süreçte Kürt halkına karşı geliştirilen kirli savaş kuzeyden Rojava’ya kaydırıldı. Yani Kürdistan’ın bir başka parçasında çok daha kirli bir biçimde yürütüldü. Kamuoyu, insanlık, Türkiye ve Kürt halkının gözü önünde bu durum cereyan etti.
Yine 7 Haziran seçimleri öncesinden de bu saldırılar yoğunlaştırıldı. Halkımız ve hareket olarak biz sorumlu ve sağduyulu yaklaşmamış olsaydık, bu savaş 7 Haziran öncesi başlayacaktı. Seçim öncesinde de sivil insanlarımız, çocuk, genç, yaşlı ve kadın katledildiler. 24 Temmuz’da medya savunma alanlarına karşı geliştirilen hava saldırılarına paralel halkımıza karşı topyekûn bir saldırı başlatıldı.
7 Haziran seçimlerini kaybeden Erdoğan saldırıları gerçekleştirerek, AKP’yi tek başına iktidar yapma amacı gütmek istedi. Tek parti olmazsa istikrarsızlık ve güvenlik sorunu olur demagojisi üzerine kurduğu ve geliştirdiği bir saldırı ve savaş süreci yaşanmaktadır. Sivil, savunmasız insanlarımız katledilmektedir. Yaşamını yitiren ve şehit düşen insanlarımızın cenazelerinin kaldırılmasına izin vermiyor. Tam bir akıl tutulması olarak ifade edeceğimiz bu politika Erdoğan’ın kararı ve politikası olarak gelişmektedir. Tek adam iktidarı ve hırsı üzerinden halklara karşı geliştirilen bir savaştır. Kontrollü geliştirmek istediği savaş giderek Türk devletinin ve Erdoğan’ın kontrolü dışına çıkmış durumda. Çünkü HPG çok güçlü bir savunma direnişini geliştirmektedir.
Bu savaş böyle devam ederse nasıl bir durum ortaya çıkar?
Bu saldırılar, katliam ve operasyonlar devam ederse, Türkiye mevcut konjonktürde büyük kaybeder. Erdoğan ve Türk devletinin gözü karalığı Türkiye’yi sonu belli olmayan karanlık bir sürece doğru hızla götürüyor. Saldırıları dayandırdıkları ‘HPG’nin silahı bırakması’ söylemine kendilerinin de inandıklarını sanmak saflık olur.
Silahlar gömülene kadar bu savaş sürecek diye açıklama yaptı Erdoğan. Nasıl yorumluyorsunuz?
Kürt halkı neden silahlandı, dün silahlı mücadelenin gerekçeleri neydiyse, bugünde o gerekçeler vardır ve devam ediyor. Silahlı mücadelenin dayandığı gerekçeler ortadan kalkmadan, Kürtler neden silah bıraksın ve neden HPG Türkiye sınırları içinden geri çekilsin. Bu söylem, sorunu çözmek istememenin gerekçesidir. Kürt sorunu çözüldüğü anda zaten silahlı mücadelenin koşulları ortadan kalkar. Sorunu çözmek istemedikleri bu tutumlarından anlaşılmaktadır.
Çözüm sürecine yaklaşımları da Kürtleri silahsızlandırmak, imhayı yeni koşullarda devam ettirmek olduğu çok açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Erdoğan’ın özel olarak örgütlediği ve bugün Kürdistan’da pratiğe sürdüğü özel gladio birliklerinden de anlaşılmaktadır ki, AKP kapsamlı bir Kürt imhasına hazırlanmıştır. Bunun karışışında da Kürt halkı ve hareket olarak tedbirsiz kalmak saflık olurdu ve 42 yıllık mücadeleden bir şey anlamamak olurdu.
Türkiye genelinde HDP binalarına saldırılıyor, yakılıp yıkılıyor. İnsanlar canlı canlı binalarda katledilmeye çalışılıyor. Buralarda yaşananlar örgütlü gruplar tarafından özellikle gerçekleşen saldırılar. Tüm bu yaşananların sadece seçimleri kazanmak amaçlı yapıldığını söylemek mümkün mü?
AKP ve Erdoğan 7 Haziran seçimlerinde kaybetmenin temel sorumlusu olarak HDP’yi görmektedir. Onun için HDP’ye karşı özel bir husumet duymaktadırlar. Bu saldırıların bir nedeni HDP’yi hedef haline getirerek seçime girmesini önlemek ve girse bile baraj altında tutmaktır.
Diğer bir nedeni ise Kürt halkına, demokrasi güçlerine karşı geliştirdiği topyekûn saldırının bir parçası olarak geliştirmesidir. Kürt halkına düşman bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Yaşanan çatışmalardan kaynaklı ortaya çıkabilecek ırkçı-milliyetçi cepheyi de HDP’ye saldırtarak HDP’yi yıpratma, hem de Kürtlerle savaştığı hissiyatını bu kesimde yaratarak desteğini almaya çalışmaktadır.
Yaşananlar artık bir iç savaştır denilebilir mi? Buradan dönmek mümkün olacak mı?
Mevcut durumda yaşanan bir savaş halidir. Bu savaşın Türkiye’de Kürt ve Türk savaşına dönüşme riski vardır. Fakat şu anda var olan Kürt halkına ve hareketimize karşı AKP, Erdoğan ve Türk devleti tarafından ilan edilen bir savaş ve saldırı durumudur. Bu saldırı ve savaşa karşı hareket ve halk olarak kendimizi savunma direnişini yürütüyoruz. Ama ısrarlı bir biçimde sivil ve savunmasız halkımız katledilmektedir. Bu durumun giderek Türkiye’de bir arada yaşamanın koşullarını zorladığı da açıktır.
Bugün Cizre’de yine Amed-Sur’da yaşananların dün Kobanê’de yaşananlardan farkı ne?
Aslında Türk devleti kuzey Kürdistan’da bugün yürüttüğü savaşın katliam provasını Kobanê’de yürüttü ve Kürt katliamını buradan başlatarak sonuca götürmek istedi. Ama öngördükleri ve planladıkları gibi bir sonucu yaratamadılar. Rojava’daki halkımızın ve YPG ve YPJ’nin büyük ve kahramanca direnişi ve başarısı AKP’nin imha konseptini boşa çıkardı.
Bugün kuzeyde halkımıza karşı geliştirilen saldırılar Kobanê saldırısının devamıdır ve aynı zihniyetin uygulamasıdır. Bu anlamda bir farkı yoktur. Aynı katliamcı ve soykırımcı politikanın Kürt halkına karşı savaşıdır. Dünün JİTEM’i, bugünün DAİŞ’idir. DAİŞ’inde AKP ile ortaklığı açığa çıkmıştır. Kobanê’de DAİŞ ile yaptıkları katliamı, kuzeyde özel eğitilmiş gladio ile kuzeyin il, ilçe ve mahallerinde uygulanmaktadır.
Batıda yaşayan başta Kürdistanlılar olmak üzere, demokratlar, solcular, bu saldırı furyasından her türlü zararı görenlere çağrınız nedir?
Türkiye’nin batısının Kürdistan’da AKP tarafından çok planlı, organize bir biçimde yürütülen katliam politikası karşısındaki sessizliği kabul edilebilir değildir. Gerillaya karşı geliştirilen operasyonlar ve halkımıza karşı geliştirilen saldırılara karşı gerillanın yürüttüğü savunma direnişinde yaşanan asker ve polis kayıplarını gerekçe göstererek tam bir ırkçı-faşist politika yürürlüğe konulmuş durumdadır. Bir gecede medya savunma alanlarına karşı havadan gerçekleştirilen dört yüz bombardıman, yine sonrasında rutinleşen bu saldırılar, sivil Kürt halkına karşı gerçekleşen saldırılar karşısında ciddi bir tepki ve mücadele ortaya konulamadı. Söz konusu Kürt halkı ve gerilla katliamı olunca son derece normal ve kabul edilebilir bulunmaktadır. Bunun karşısında yürütülen savunma savaşında özel hareket gücü ve polis kaybı karşısında ise tam bir ırkçı histeri yaşanmaktadır.
Savaşı başlatan ve sürdüren AKP ve Erdoğan’dır. Bu savaştan beslenen tek güç AKP ve Erdoğan’dır. Türkiye halkı, sol ve demokratik çevrelerin gerçekleri görerek, sessizliğe gömülme, sinme ve geri çekilme değil, tam tersi gerçekliği tüm çıplaklığı ortaya koyması ve mücadele etmesi gerekir. Bu demokrasi ve halkların özgürce bir arada yaşamaya karşı bir saldırıdır.
Kürt halkının imhası, katliamı ve soykırımı üzerinden bir demokrasi ve bir arada yaşam kurulamaz ve bu mümkün değildir. Kürt halkı, demokrasi çevreleri olarak özgürlük, demokrasi ve hak mücadelemizden tek bir adım geri atmayacağız, bu olamaz. Bir arada yaşamanın ve kardeşliğin gereği kabul edilebilir sınırlarda sorunun çözümüdür. Kürdistan’da Türkiye’de yaşayan tüm halkların ve halkımızın Kürdistan’da yürütülen mücadeleyi güç vermeleri ve direnişi güçlendirmeleri gerekir. Cizre, Silopi, Farqin, Sur ve Varto’da yaşananlara bu kadar tavırsız kalınması ve geç kalınması anlaşılır değildir. Seyretme durumunu aşmak gerekir. Faşizmin karşısında mücadele eden halkımız yalnız bırakılmamalıdır. Halkımız Cizre gibi direnmeli, direnişe geçmeli, faşizme geçit vermemelidir. Türk devleti tek tek bazı yerleri hedefleyip, günlerce saldırıyor ve saldırı altındaki bu yerler yalnız başına bırakılmaktadır. Bu durumu aşmak ve tüm il, ilçe ve sokaklar Cizre gibi direnmelidir. Cizre’ler çoğaldığında faşizmin geri adım atacaktır. Halkımızın çelikten direnişi ve mücadelesi karşısında tüm saldırılar, zırhlı tank, top ve kobralar etkisiz kalacaktır.
Bir de özellikle Güney Kürdistan'da ciddi bir sessizlik var. Bu sessizliği nasıl yorumluyorsunuz? Güney Kürdistan siyaseti, halkı kuzey için neler yapmalı?
Kürdistan’ın her dört parçasında yaşayan halkımızın kaderi birdir. Kürdistan’ın her bir parçasına karşı geliştirilen saldırı, diğer parçadaki halkımıza karşı yapılmış bir saldırıdır. Kuzey Kürdistan’daki mücadelenin başarısı her dört parçadaki halkımızın kazanımıdır ve geleceğine belirleyici düzeyde etki eder. Güney Kürdistan’da önceki gün Zaxo’da Kuzey Kürdistanlı binlerce insanımız sınır kapısına yürümesi önemliydi. Güney’deki halkımızın bu yürüyüşe katkı sunması gerekirdi. Bu sessizlik Güney Kürdistan’daki siyaset mantığı ile ilgilidir. Bu yanlıştır. Cizre, Silopi direnişi ve mücadelesi Zaxo, Dohok ve Hewler’in mücadelesi olarak görülmelidir. Güney Kürdistan’daki halkımızın parti ve örgütlerin dar çıkar siyasetlerini görmesi ve bu politikayı aşarak, Kuzey’de yürütülen mücadeleye destek vermesi gerekir. Kürtlerin birlikte, direnerek var olma ve başarma günüdür.
Tabi bir de yıllarca Kürdistan’daki kirli savaşta Türk devletine destek veren Avrupa devletleri vardı. Kürtlere dönük Cizre başta olmak üzere birçok yerde katliam gerçekleştiriliyor. Ancak her hangi bir tepki gelişmedi. Batının bu sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batı söz konusu Kürtler ve özellikle kuzey Kürdistan’daki mücadele olduğunda tutumları katliamcı politikaları destekleme yönünde oluyor. Yüz yıllık Kürt inkarı, imhası ve katliamı batının politikası ile alakalıdır. Günümüzde de halen bu politikayı aşmış değil. Zaman zaman Kürt halkını önemsiyormuş ve halkları ile ilgiliymiş gibi görüntü vermeleri kendi çıkar politikaları ile ilgilidir. Batının bu politikadan vaz geçmesi ve gerçekleri görerek hareket etmesi gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder