15 Eylül 2015 Salı

Yiğitalp: Kadınlar bombalara zılgıtlarla karşılık veriyordu

Cizre direnişinin her anına tanık olan Milletvekili Yiğitalp, direniş günlerini anlattı: Bombardıman oluyordu ancak kadınlar zılgıtla karşılık veriyordu. Bir anne, çocuğunun cansız bedenini soğuk hava deposuna, buzdolabına koydu. Asla bu tarih, bunları yapanları affetmeyecek.


HDP Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp, valiliğin sokağa çıkma yasağı adı altında ilan ettiği sıkıyönetim kararıyla 4 Eylül'de başlayıp 11 Eylül'de sona eren Cizre direnişinin her anına tanık oldu.
Çocuklarının cansız bedenleri çürümesin diye buzdolabında saklayan, buzla ovan anneler, torununa sahip çıkarken öldürülen neneler, eve ekmek bulma kaygısıyla sokağa çıktığında başından infaz edilen babalar gördü. Kan kaybından ölen gencecik bedenlere tanıklık etti.  İlçede bulunan HDP'li milletvekilleri ile birlikte üzerine ateş açıldı, zırhlı araç sürüldü. 
Yiğitalp tüm bu yaşadıkları için "Tanımlamak, anlatmak çok zor" dedi ve ekledi: "Tarih tüm bunları asla affetmeyecek."
Cizre halkının hala can güvenliğinin olmadığını anlatan Yiğitalp, "Ancak Cizre halkı asla geri adım atacak bir halk değil. Kadınların, o bombalara zılgıtlarla karşılık verdiğini gördüm" dedi.
Yiğitalp, Cizre direnişine ilişkin sorularımıza yanıt verdi. Tanık olduğu olayları anlatırken kimi zaman öfkelendi, kimi zaman konuşmakta zorlandı. 
Ancak sık sık "Bunları unutmam mümkün değil" dedi.

BOMBARDIMAN OLUYORDU KADINLAR ZILGITLA KARŞILIK VERİYORDU

Yiğitalp'in sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Sizinle daha önce de Silvan direnişini konuşmuştuk. Orada yaşananlara da tanık olduk. Cizre'de çıkardığınız sonuçlar nedir? 
Cizre 1992 serhildanını yaşadı ve 7'den 70'e herkes örgütlü. Hem mücadele etmiş hem de çok büyük bedeller ödemiş bir halk var. Kendi kimliği ile yaşamak istediğinde çok da ağır cezalandırılmış bir ilçe. Devlet tarafından bu kadar ağır bir biçimde cezalandırmanın halkta yarattığı kendini koruma duygu ve refleksi var. 1992'den bu yana mücadele ruhu hiç gerilememiş. Örneğin bomba atılıyor, çok yakınındaki bir insanı ya da çocuğunu kaybediyor, acıyı çok yoğun yaşıyor ancak acıyla birlikte yaşayıp mücadelesini sürdürüyor. Bombardıman oluyordu ancak kadınlar zılgıtla karşılık veriyordu. Ben buna tanık oldum, gördüm, yaşadım.

Ağır silahlardan, tanklardan atışlar yapılırken siz mahallelerdeydiniz. O sırada halk ne yapıyordu, anlatabilir misiniz?
 Çok yakın bir yere saldırı varsa, halk kendini korumak için o ortamdan önce uzaklaşıyordu. Ancak bulunduğu her yerden "ses çıkartarak" tepkisini gösteriyordu. Düdük çalıyordu, zılgıt çekiyordu, cama, kapıya vuruyordu. Bir şekilde orada olduğunu gösteriyordu, "Ben buradayım" diyordu. Nur Mahallesi'nde çocuğunu kaybeden bir babanın söylediklerini hiç unutmayacağım. Bize, "Bu bir mücadeledir. Hiç kimse üzülmesin ve başını önüne eğmesin" dedi. Biz mahcup oluyorduk. Çünkü milletvekilisin ve o ailenin acısını hafifletmeye çalışıyorsun. Ama baba, "Benim çocuğum Kürdistan'ın şehididir. İnşallah başka çocuklar ölmesin" diyordu. Yaşanan insani durumları anlatmak gerçekten zor. 

DEVLETİN SİLAHLARI KARŞISINDA HENDEK ORANTISIZ BİR SAVUNMA ELBETTE

İnsanlar kendilerini nasıl koruyordu?
Mahalle girişinde hendekler var sadece. Halk daha önce yaşadığı siyasi soykırım operasyonları, infazlar, gözaltında ölüm ve işkencelerden korunmak için o hendekleri mahallelerin girişlerine kazmış. Daha önce yaşadığı deneyimlerden çıkarmış bu sonucu. Ayrıca yaşadığı bölgenin, Türkiye'nin diğer kentlerine göre ekonomik, sosyal açıdan çok dezavantajlı olduğunu görüyor. Bu farklılığı da özyönetim ilan ederek, kendi ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal gücüne dayanarak kapatmak istiyor. Bu tercihte bulunduğu için gelecek saldırılara karşı bir savunma biçimi olarak da hendek kazıyor. Ancak yüksek savaş teknolojilerine sahip bir devlet ile karşılaştırıldığında, hendek çok orantısız bir savunma biçimi elbette. Hendeğin karşısında tank, top gibi sayısız ağır silah var. Ancak halk bu devlet zorbalığına rağmen, kimliği nedeniyle yaşadığı ötekileştirme halini artık kabul etmiyor ve net bir tavır koyuyor. "Bu kimliğimle yaşayacağım. Bunun için ilan ettiğim özyönetim nedeniyle saldırıya uğrarsam kendimi hendekle koruyacağım" diyor. "Devleti değil ancak devletin benim üzerimde oluşturacağı her türlü tahakkümü reddedeceğim" diyordu halk.

İNSANLARIN SİNİR UÇLARINA DOKUNULUYOR

Devlet, hem Cizre hem de diğer kentlere saldırısına gerekçe olarak, mahallelere kurulan hendekleri gösterdi. Eğer bu hendekler olmasaydı devletin tutumu ne olurdu sence?
Hendekler olmasaydı devlet yine de halka saldırırdı. Halk da zaten bunu gördü. Halk gelişmeleri çok iyi analiz ediyor. Çünkü son derece politik bir halk. Başına gelebilecekleri çok iyi biliyor. Erdoğan her "tek bayrak, tek vatan, tek millet" dediğinde, bunların kendisine saldırı olarak döneceğini çok iyi biliyor. Varto'da da halkın kendini koruma refleksi, gerilla Ekin Van'a yapılanlara karşı duyulan öfkenin ifadesiydi. Çatışmasızlık sürecinde devlet, Kürtlerin kendini ifade etmesi için herhangi bir adım atmadı ki. İktidar "Haklarını verdik" diyor. Bu cümle bile gayri ahlaki bir tanım. Halk zaten "Benim haklarım var ve haklarımla yaşamak istiyorum" diyor. Muğla'da bir Kürt'e Atatürk büstünü öptürmeye kalkmak insanların sinir uçlarına basmaktır. Bir gencin Kürtçe konuştuğu için bıçaklanarak öldürülmesi kabul edilebilir değil. Suruç'ta 33 insanın parçalanarak katledilmesi ve bir IŞİD'linin bile cezalandırılmaması, insanı hem kaygılandıran, hem düşündüren hem de öfkelendiren bir şeydir. Tüm bunlara bakıldığında sorun hendek koyanlarda değil, o hendeği kazdıranlar da. Hiç kimsenin bu hendekleri tartışmaya hakkı yok. Adını bile bilemediğimiz ağır silahlarla 21 insan katledildi. Tamamı da sivildi. 
BEBEK ANNENİN KUCAĞINDAYKEN KOBRALAR TARIYOR
Örneğin Cudi Mahallesi'nde tanık olduğum bir olayı anlatayım. Tam da böyle "Öldürülen sivil halk yok" dedikleri gündü. "Kasaphanenin üst tarafından sivil halk taranmış" diye bir haber geldi. Yoğun bir bombardıman vardı. Çok yüksek seste silah ve bomba sesleri geliyordu. Halk ölümü göze alarak gitti, yaralıları getirdi. Önce bir bebek getirildi, kan revan içindeydi. Sonra iki kadın ile bir kadın bir erkek getirdiler. Bebek annenin kucağındayken kobralarla taranıyor. Anne yüzüstü düşüyor. Bebeğin karnındaki kan annenin kanıydı. Bebek kulağından ve bacağından yaralanmıştı. Anne yaşamını yitirdi, yanında da eltisi vardı. O da öldürüldü. Bebeğin sesini duyunca kayın validesi almaya çalışıyor. Ancak kayın valideye de ateş açılıyor. Sonra da dede almaya çalışırken, o da dizinden vuruluyor. O olaya bire bir tanık oldum. 

SESİNİ DUYURAMADI CİZRE
Kötü olan şu ki; Cizre sesini duyuramadı. Büyük bir katliamdı. Yeni Cizre'den geliyorum. Cudi'nin üst tarafında Aşk Tepesi denilen yere onlarca tank konumlandırılmış durumda. Nur Mahallesi'nin içinde de onlarca zırhlı araç var. Sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Sanırsın ki lütuf. Zaten sokağa çıkma yasağının ilan edilmemesi gerekirdi. Sürekli "Analar ağlamasın" dediğin bir zamanda sokağa çıkma yasağı ilan ederek, sivil katliamları yapıyorsun, sonra da sokağa çıkma yasağını kaldırıyorsun. Bu insanların aklı ile dalga geçmekten başka bir şey değil. Cizre halkı da bunu çok iyi görüyor.

POLİSLER ÖNCE ÇOCUKLARI TARADI, SONRA TÜM EKMEKLERİ GÖTÜRDÜ

Cizre'deki son durumu da ifade ettiniz. Ne olacak böyle?
Bir kere Cizre halkı durduğu yerden geri adım atacak bir halk değil. Öncelikle bunun çok ili görülmesi gerekiyor. Cizre bu sürecin anahtarı olacak. Gördünüz, küçücük bebeklerin cenazeleri kaldırıldı. Kendisi olarak yaşamak isteyen bir halka yapılan böyle bir katliam kabul edilebilir mi? Bir mahalleden çocukların tarandığı haberi geldi. O mahallede oturan doktor ilk müdahaleyi yapıyor. Çocukların dizleri parçalanmıştı. Çocuklar ekmek almaya gittikleri fırının önünde taranıyor. Ardından da özel harekat polisleri gelip tüm ekmekleri alıp gidiyor. 

TARANDIK ŞANS ESERİ HAYATTAYIZ

Milletvekili olsanız da o savaşın içinde hiçbir can güvenliğiniz yok. Ölmekten korkmadın mı?
Tarandık da. Şans eseri hayattayız. Zırhlı aracın üzerindeki silah, dönüp dönüp duruyordu. Üzerimize doğru yöneliyordu. "Sıkacaksa sıksın artık" dediğim çok oldu. Nur Mahallesi'nde iki gün bekleyen cenaze vardı. Artık kokuyordu. Aradık hiçbir kurum gelmedi. Sonunda cenaze aracının getirilmesine ikna ettik. Evden çıkarmaya karar verdik. Halkla beraber sokağa çıktık. İdil Caddesi'ne cenaze aracı geldi, iki cenazeyi verdik. Sonra su ve elektrik ile ilgili girişimde bulunmak için mahalleden çıktık. 4 vekildik, 2 de danışman arkadaşımız vardı. Önce üzerimize gaz bombası attılar. Ortalık toz duman oldu, ardından taradılar. Biz öylece kaldık. Bekledik. Dar bir caddeydi ve biz kaldırımdaydık. Bir ara zırhlı aracın kapısı açıldı. O sırada gördüm. Altında gerilla pantalonu olan polis vardı ve mekaba benzer bir ayakkabı giymişti. Kapının aralığından bacaklarını, yüzünü de camdan görüyordum. Kirli sakallı, beyaz tenli bir polisti. Nerede görsem yüzünü tanırım. Bize gülüp, alay edercesine el işareti yaptı. Sonra geri dönerek, sokakları taramaya başladı. Akrep bir süre ilerledi, sonra geri döndü, bizim bulunduğumuz kaldırıma çıktı, duvara yapıştık. Bizi ezmeye çalıştılar, sonra gülüp geçtiler. Ardından koşarak Cudi Mahallesi'ne girdik. 

CENAZELERİ KOYABİLMEK İÇİN SOĞUKHAVA DEPOLARI ARADIK
O günler boyunca o kadar çok insanlık dramı yaşandı ki. Bir anne, çocuğunun cansız bedenini soğuk hava deposuna, buzdolabına koydu. Bu inanılmaz bir şey. Asla bu tarih, bunları yapanları affetmeyecek. Bunlar asla unutulmayacak. Cenazelerimizi koyabilmek için soğuk hava depoları aradık. Bunların bir tarifi yok. Ancak unutulmayacak. 

Cizre, Silopi, Şemdinli, Yüksekova, Sur, Varto... Benzer bir durum yaşanıyor. Bu gelişmeler nereye varacak?
Müzakereden başka çıkış yolu yok. Halk kendi Önderini dinliyor, başka kimseyi dinlemiyor. Halkın Önderi ile müzakere sürecine gidilirse, uzlaşı yoluna girilir. Dolmabahçe mutabakatı, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tanınmadı, 5 Nisan'dan bu yana tam tecrit uygulanıyor. Heyet, Öcalan'la görüşemiyor. Tüm bunlar aşılarak yeniden müzakere sürecine dönülmesinden başka bir yolu yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder