Cizre'de 1992 yılındaki ilk serhildana ve devlet katliamına tanıklık eden Tunç, devletin doğrudan halkı hedeflediğini anlattı. Tunç, "Kadınlar ve çocuklar öldüler. Ağzından salyalar akıtarak halka saldıran bazı timler, hızını alamamış bir şekilde bize de yönelerek ağza alınmayacak küfürler etti" dedi.
Şırnak'ın Cizre ilçesinde, 1992 yılında ilk serhildanın yaşandığı Newroz'a katılan Sanatçı Ferhat Tunç, halk direnişine tanıklık ettiği günleri ANF'ye anlattı.
Türk ordusu içinde örgütlenen JİTEM-Kontr-Gerilla örgütünün Kürdistan'da uyguladığı kirli cinayetlere karşı, 1990 yılında Cizre'de yakılan Newroz ateşi ile binlerce kişi başkaldırıya geçti. Ancak serhildanı kanla bastırmaya çalışan JİTEM, sokaklarda onlarca kişiyi infaz etti, yüzlerce kişi ise yaralandı ve gözaltına alındı.
'ÖLÜM YOLU'
Cizre serhildanına bir heyet ile tanıklık eden Sanatçı Ferhat Tunç, o dönemde yaşadıklarını şu sözlerle dile getiriyor:
"Yıl 1992'ydi. Günlerden Cuma’ydı. İstanbul’dan kalabalık bir heyet olarak önce Diyarbakır’a, oradan Cizre’ye hareket ettik. Newroz kutlamalarında gözlemci heyet olarak yer alıyorduk. Diyarbakır çıkışından itibaren özel donanımlı timlerin kontrolündeki panzerler ve askerlerin bulunduğu jammerlar bize eşlik ediyordu.
Daha birkaç gün öncesine kadar medyada çıkan haberlerde, 21 Mart’ın kanlı geçeceği ve büyük olayların yaşanacağı öne sürülüyordu. Bu haberler üzerine zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel şöyle diyordu: 'Bırakın yürüsünler, yürüyerek yollar mı aşınır?'
Aramızda başta dönemin İHD Genel Başkanı Akın Birdal, İstanbul Şube Başkanı Ercan Kanar ve İzmir İHD şube başkanlarının yanı sıra gazeteciler, sendika başkanları ve yurt dışından gelen çeşitli kurumların başkanları ve yabancı gazeteciler vardı.
Diyarbakır’dan sonraki yolculuğumuza taksilerle devam ediyorduk. Taksi şoförleri gittiğimiz yolu 'ölüm yolu' olarak nitelendiriyor, yolculuğumuzun sakıncaları hakkında bizi aydınlatıyorlardı. Bu güzergahta birçok olaya, çatışmaya tanıklık ettiklerini ve özel timlerin, o yollarda sivil taşımacılık yapmamaları konusunda kendilerini uyardıklarını ve tehdit ettiklerini anlatıyorlardı. Hatta birçok taksicinin de o yollarda faili meçhul cinayete kurban gittiğini söylüyorlardı.
'MHP' YAZILI YÜZÜKLER
Hemen hemen her on kilometrede bir durduruluyor ve sıkı bir üst araması ile kimlik kontrolünden geçiriliyorduk. Öyle ki bu arama ve kontroller adeta bir işkenceye dönüşüyor, hiç kimsenin olanlara itirazda bulunma hakkı olamıyordu. Çevremize doluşan uzun sarkık bıyıklı ve üzerinde 'MHP yazan' iri yüzükleriyle sivil şahıslar bize düşmanca bakıyor, kurbanlık birer koyun gibi baştan aşağı süzüyorlardı!
Uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından akşam karanlığıyla birlikte Cizre’ye vardık. Cizre’ye geldiğimizde dikkatimizi çeken ilk şey, gök yüzüne yükselen ve simsiyah bir buluta dönüşen dumanlar topluluğuydu. Cizre’nin girişine barikatlar kuran gençler, yaktıkları lastiklerin ateşi eşliğinde zafer işaretleriyle karşıladılar bizi.
'UYANDIĞIMDA PANZERLER MEVZİLENMİŞTİ'
O akşam Cizre’nin tek oteli olan Kadıoğlu Oteli’ne yerleştik. Otel ulusal ve yabancı medya mensuplarıyla doluydu. Medyanın olağanüstü ilgisi bile bir gün sonra olacakları haber verir nitelikteydi! O gece dışarıda silahlar patlıyor ve bir tek polis ya da asker ortalıkta görünmüyordu. O küçük kent adeta kurtarılmış bir yer görünümü arz ediyordu. Kent halkın hakimiyetindeydi. Olanları şaşkınlıkla izliyor, gerçek bir savaş ortamında bulunduğuma inanıyordum.
21 Mart sabahı günün ilk ışıklarıyla birlikte uyandım ve penceremin perdesini aralayarak dışarıya baktım. Gece ortalıkta görünmeyen polis, asker ve özel timlerin Cizre meydanını doldurduğunu, panzerlerin bütün köşelerde mevzilendiğini gördüm."
'ÇOCUKLARIN SESİ CUDİ'DEN YANKILANDI...'
1992 Cizre Newrozu ateşinin yakıldığı yerde, kültür karnavalına dönüşen rengarenk kıyafetli kadınlarla karşılaştığını söyleyen Tunç, kısa bir zaman içerisinde olay yerine panzerlerle gelen yüzü maskeli timlerin halka yönelik gerçekleştirdiği katliamı şöyle anlattı:
"Biraz sonra heyet olarak toplandık ve kutlamaları izlemek üzere asker ve polis ablukasını aşarak Cudi Mahallesi'ne ilerlemeye başladık. Binlerce kişi toplanmış, kadınların geleneksel kıyafetleri muhteşem bir görüntü sergiliyordu. Davul-zurna eşliğinde başlayan halaya biz de katılıyor, kutlamalara eşlik ediyorduk...
Uzun çekilen halaylar ve söylenen şarkılar eşliğinde kalabalık giderek artıyordu. Sonra binlerce kişi yürüyüşe geçerek Cizre meydanına akmaya başladı. Meydanı ablukaya alan polis ve özel timler ellerinde megafonlarla ateş edeceklerini söylüyorlardı.
Giderek büyüyen kalabalıkla birlikte panzerler yerlerinden hareket etmeye başladı, ortalıkta gezinen özel timler bize yönelerek otele girmemizi 'öneriyordu.' 'Aksi halde biz de zarar görecektik!' Tehditleri böyle oluyordu.
Biz ise heyet olarak başta Emniyet Müdürü olmak üzere, yetkililere halka müdahale edilmemesi için yalvarırcasına çırpınıyorduk. Ama bu çırpınışımız işe yaramadı ve az sonra harekete geçen panzerler, cadde boyunca oturmakta olan halkın üzerine sürüldü. Kadın ve çocukların çığlıkları Cudi Dağı’nda yankılanırken ben ölümlerine tanık oldum.
Gözlerimiz yaşlı ve öfkeli bir biçimde, ne yapacağımızı bilemeden çırpınıp durduk. Ve sorumsuzca yapılan bu saldırıda onlarca insan hayatını kaybetti. Kadınlar ve çocuklar öldüler. Ağzından salyalar akıtarak halka saldıran bazı timler, hızını alamamış bir şekilde bize de yönelerek ağza alınmayacak küfürler etti. Bu olaylardan sonra çatışmalar devam ederken, ev baskınlarında da birçok kişinin öldürüldüğü haberleri gelmeye başladı.
'KENDİMİZİ YERLERE ATARAK KURTULMUŞTUK'
Tam bir savaş alanına dönen Cizre’de sokağa çıkma yasağı vardı ve biz buna rağmen ellerimizde beyaz bayraklarla, hastanedeki ölü ve yaralıları tespit etmeye çalıştık. Fakat buna da izin vermediler. Bir binanın çatısından üzerimize makineli tüfeklerle açılan ateşten kendimizi yerlere atarak kurtulabilmiştik."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder