3 Eylül 2015 Perşembe

Yılmaz: Öz yönetimi sahiplenmek demokrasi güçlerinin görevi olmalı

Son siyasal gelişmeleri değerlendiren SYKP Eşbaşkanı Tuncay Yılmaz, başta HDP, HDK olmak üzere bütün demokrasi güçlerinin öz yönetim ilanlarına sahip çıkması ve sadece Kürdistan’da değil örgütlü olunan her alanda öz yönetim ilanına gidilmesi gerektiğini belirtti. KCK’ye yönelik yapılan ateşkes çağrılarına da değinen Yılmaz “PKK sürecin başından beri sorunun çözümünü barışçıl yollarla arayan bir hareket. Çağrı yapılması gereken yer PKK değil. Kaldı ki PKK saldırı yönetmiyor sadece kendisine ve halkına karşı yapılan saldırılara karşı savunma durumunda. Asıl çağrı Erdoğan’ın savaşına alet edilmek istenen askere ve asker ailelerine karşı yapılmalıdır” dedi.


AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt halkına ve demokrasi çevrelerine yönelik başlattığı savaşı, Kürdistan’da ilan edilen öz yönetim ilanlarını ve son siyasal gelişmeleri Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi Eşbaşkanı Tuncay Yılmaz ANF’ye değerlendirdi.

‘ERDOĞAN BAŞKUMANDANLIK MUHAREBESİ İÇERİSİNDE’

Uzun bir ateşkes sürecinden ardından yeniden silahların konuştuğu bir sürece girdik yaşanan bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki son gelişmeleri bir bütün olarak değerlendirdiğimizde Erdoğan’ın başkumandanlık meydan muharebesi içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan, bütün siyasal alanı sadece bir başkanlık rejimine göre değil aynı zamanda bir başkumandanlık rejimine göre dizayn etmeye çalışıyor. Bunu da siyaset ile değil savaş ile yapmaya çalışıyor. Tabi ki bunu denildiği gibi sadece Erdoğan yapmıyor, bunun arkasında bir takım küresel yerel sermaye güçleri var.
Erdoğan’ın 13 yıllık iktidarı boyunca işbirliği yaptığı güçlerle birlikte işlediği o kadar suç var ki bir biçimiyle iktidardan inmesinin kendisi için çok büyük bedeller ödemeye başlayacağının başlangıcı olacağını biliyor. 7 Haziran sonucu hatta öncesi bunun farkına varan Erdoğan iktidar koltuğunu kaybetmemek için göze alınabilecek bütün gerilim devreye sokuyor. Yaptıkları ile önümüzdeki dönem elde tutmak istediği iktidar koltuğunu sağlamlaştırmak istiyor.
Erdoğan’ın kafasındaki kurgu özellikle değişimi sürecinde arkasında aldığı güçlerin desteğiyle bütün yelkenini doldurup kendi iktidarını, kendisi etrafında toplanmış siyasi ve mali çevrelerin iktidarını anayasal olarak netleştirecek bir statüko kurmaktı. Bunu yaparken de şunu esas aldı “İktidar değişecek ama kanlı mı kansız mı değişecek.” Seçim sürecinde ve sonrasında Türkiye toplumuna bunu dayattı.

Suruç katliamı ve sonrasında gelişen Erdoğan’ın savaş konsepti bu anlayışın sonucu mu?
Evet, demokrasi güçlerinin hem Türkiye’de hem de Kürdistan’da gelişmesi onun istediği gibi bir rejimin elini kolunu sallaya sallaya yapamayacağı gerçeğini ortaya çıkardığında Erdoğan planladığı sürecin en büyük simgesel durumunu Suruç katliamıyla gerçekleştirdi.

‘ERDOĞAN KENDİ GELECEĞİNİ UCM’DE GÖRÜYOR’

Erdoğan’ın ölümü katliamları göze alacak kadar vazgeçemediği iktidarının arkasında ne var?
Biz demokrasi güçleri olarak vurgulamamız, ısrarla anlatmamız gereken noktalar bu zaten, uğruna ölümleri, gerilimleri, katliamları aldığı iktidarının arkasında ne var? Açıkça ortada örtmek istediği suçları var 13 yıllık iktidarı boyunca çok büyük suçlar işledi. Yüzlerce insanı katletti, emekçilere, işçilere Türkiye tarihinde en kötü durumu yaşattı. Devletin bütün mal varlığını özelleştirme adı altında kendi sermeye güçlerine peşkeş çekti.
Erdoğan sadece Türkiye sınırları içerisinde değil Ortadoğu’da açıktan büyük savaş suçlar işledi. Erdoğan bir bütün olarak yaptıklarından kaynaklı kendi geleceğini Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) görüyor. Tüm bu işlediği suçlardan kaynaklı iktidarının sallanması durumunda ve olduğu yerden düşmesi ile birlikte ömür boyu cezaevinde kalacak bir süreci başlayacağını iyi biliyor.

Suruç katliamına geri dönecek olursak 33 gencin hayatına mal olan patlamanın arkasında kim vardı ve katliamın üzerinden gecen süreye rağmen sadece suçluyu intihar saldırısı yapan DAİŞ üyesini göstermek buna sığınarak hala gerçek faillerin ortaya çıkarılmaması katliamın unutturulması anlamına mı geliyor?
Katliamın gerçek failleri ortaya çıkarılmamış olsa da bu saldırının açıktan sorumlusu AKP ve Erdoğan’dır. Erdoğan’ın uzun süredir bölge için uyguladığı politikalar bu saldırının en büyük sebebidir. Erdoğan’ın bölge için devreye soktuğu bu amaçla desteklediği ÖSO ve DAİŞ elamanlarının Türkiye’de yapılanıyorsa veya Ortadoğu’da ve Rojava’da suikast ve savaş planları bu örgütlerin lider kadroları tarafından Türkiye içerisinde alıyorsa bu katliamın nasıl geliştiğini anlamak zor değil. Bu güne kadar gerçek failler ortaya çıkarılmamış olsa da hiçbir şüphe duymadan bu katliamın sorumlusunun Erdoğan ve AKP hükümetinin MİT ile bölgede yapmak istediği planın bir parçası olduğu aşikârdır.
Ama bunu herkes iyi bilsin bu dosyanın üzeri asla kapatılmaz kimsenin gücü buna yetmez. 33 arkadaşımız kaybettik bunun hesabı er geç sorulur. Bakın biz hala bahçeli evler katliamının anmasını yapıyoruz onun sorumluları cezasını yatıp çıkmasına rağmen. 16 Mart’ın, Ceylanların, Berkin Elvanların, Roboski’nin ve benzeri birçok katliamın takibini yapıyoruz. O yüzden ben diyorum istediklerini yapsalar da adalet sistemini felç edecek uygulama yapsalar da kimse AKP ve Erdoğan’ın halka yaptığı zulmü unutmayacak.
Erdoğan ve AKP ile ortak hareket edenlerde bu katliamların ortağıdır. Bu olaylara karışmış herkes UCM’de yargılanmanın parçası olacak.

‘AKP VE ERDOĞAN UZUN ZAMAN ÖNCE ATEŞKESİ BOZMUŞTU ZATEN’

Suruç katliamının ardından KCK ateşkesi bozdu denilerek sivil yerleşim yerleri de dâhil Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırılar yapılarak Kürdistan’da yoğun bir savaş yürütülmeye başlandı. Denildiği gibi ateşkesi bozan taraf KCK’miydi yoksa bu bir kılıf mıydı?
AKP ve Erdoğan Kandil’e yönelik bombardımanın çok öncesinden zaten ateşkesi bozmuştu. Suruç katliamından sonra DAİŞ’i hedef gösterip asıl savaşı özgürlük mücadelesine ve demokrasi güçlerine karşı yürüttüğünü bütün dünya açıkça biliyor. Bu durum 7 Haziran öncesinde planlanmış programlar dahilinde gerçekleşti. O sürecin çeşitli etaplarını içi boş bir şekilde yapılan koalisyon görüşmelerinde yaşadık. Bu durum 1 Kasım’da yapılacak olan erken seçimlere kadar devam edecek. Kandil’e yönelik yapılan operasyonlar, Kürdistan’da yapılan katliamlar bütün bunlar Erdoğan’ın tek başına alacağı kararlar değil.
Erdoğan sürecin ana belirleyicisi olarak gözükse de bu bölgenin oyun kurucusu ABD’den bu onayı almadan ve Türkiye sermaye güçlerinin desteğini almadan bu adımları atamazdı. Erdoğan bu güçlere karşı masaya şunu koydu ‘Bana 2 veya 3 ay zaman verin ben Kürtleri, demokrasi güçlerini dize getireceğim, bugüne kadar nasıl yönettiysem bundan sonrada o şekilde yöneteceğim’ bunun karşılığında da ABD’ye İncirlik Hava üssü verdi. Yapılan antlaşamaya göre sadece incirlik hava üssü değil İncirlik’ten Trabzon’a kadar, Trabzon’dan Amed’e kadar bütün hava alanlarını ABD ve NATO’ya açtı. O antlaşmanın bir başka önemli noktası antlaşmanın sadece Ortadoğu’da DAİŞ’e karşı yapılması değil, antlaşma aynı zamanda Kafkaslara ve Rusya’ya yöneliktir. Önümüzdeki dönemde bu antlaşma ortadan kaldırılmazsa Trabzon hava alanı da kullanabilecek. Güneyimizdeki çatışma alanları Kuzey’de de başlayacak çünkü Kuzey’de devam eden bir Ukrayna çatışması yaşanıyor. Bu güçlerin buraya yönelik planları var.

‘PKK’YE DEĞİL ASKERE ÇAĞRI YAPILMALI’

Erdoğan’ın ve AKP’nin bütün bu planları yine yürütülen savaşta sivil halka karşı yapılanlar ortadayken bazı kesimlerin KCK’ye yönelik yaptığı ateşkes çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir kere zaten bizim mahalleden yana yani barıştan yana olanlar yüzünü bir karşıya dönsün. PKK zaten uzun süreden beri barış isteyen tarafın yanında. Biz birine sesleneceksek karşı tarafa sesleneceğiz, karşı taraf dediğim devlet veya AKP değil bu savaşa alet edilen askere seslenmeliyiz. Güçlü kampanyalar yaratarak askere ve asker ailesine bu savaş senin değil bunu anlatmalıyız. Son süreçte açığa çıkan asker tepkileri önemli rütbeliler bile bunu dile getiriyor ve toplumsal destek bulamıyorsa bu bizim görevimiz olmalı.
Çağrı yapılması gereken PKK değil kaldı ki PKK saldırı yönetmiyor sadece kendisine ve halka yapılanlara karşı savunma pozisyonunda. PKK şunu demek istiyor ‘Ben senin saldırıların karşısında çaresiz değilim eğer sen bu yolla konuşmak istiyorsan benimde bu yolla konuşma hakkım var. Ben de bu yolla halkımı savunabilirim’ PKK bu durumu bir adım bile aşacak durum içinde değil.
O yüzden biz çağrıyı PKK’ye değil, Türkiye halklarına yapmalıyız bütün halklara çocuklarınızı askerden çağırın askere göndermeyin bu savaş onun savaşı değil bunu anlatmalıyız.

‘DEMOKRASİ ÇEVRELERİ ÖZ YÖNETİMİ SAHİPLENMELİ’

Kürdistan’da yaşanan savaş ortamında Kürt halkı, devletin ve siyasi gücün Kürdistan’da sadece baskı ve ölümden ibaret hal aldığını dile getirerek öz yönetim ilanlarına gidiyor bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Keşke öz yönetim böyle bir gerilim ortamında değil daha öncesinde ilan edilmiş olsaydı. Bu çatışmalı süreçte öz yönetimin hakkının verilerek anlatılmadığını düşünüyorum. Çatışmalı ortamda ilan edildiği için öz yönetim karşıdaki güce karşı sadece öz savunma temelinde olduğu durumu ortaya çıktı. Aslında öz yönetim sadece öz savunmadan ibaret değil. Bunlarla birlikte şu anda öz savunma olarak da gözükse de öz yönetim ilanını olmazsa olmaz olarak kabul etmeliyiz. Bir ilçenin, bir ilin bir mahallenin bir köyün polisi, kaymakamı, valisi, müftüsü yani merkezi sistem tarafından atanmış bütün yapısı halka karşıysa orada yaşayan halkın bu kararı almasından daha doğru bir durum yoktur.
Çatışmalı ortamdan kaynaklı öz yönetimin sadece öz savunma yönü görünür oldu devlette bunu farklı lanse etmeye başladı. Hâlbuki öz yönetim ekolojisinden tutun ekonomisinden, sosyolojik yapısından bütün yapısına kadar oradaki halkın karar vermesidir.
Öz yönetimle şunu diyorsun aslında ‘Karadenizli kardeşim sen bu sene ürettiğin fındığın kaç lira olacağını sen belirleyeceksin birileri senin ürettiğin ürünün fiyatını belirlemesine gerek kalmayacak’. Öz yönetim aslında artık yönetme kabiliyeti kalmamış merkezi devlet sistemden ademi merkeziyetçi bir yapıya geçiştir.
Öz yönetimi daha iyi bir şekilde tartışmalıyız mesele baskıcı ceberut devletin şiddetle zorla Varto’yu, Silvan’ı kontrol altına alınması karşısında insanların kendini savunmasından ibaret değil. Öz yönetim demokratik özerkliğin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Biz çok güçlü yerel meclisler kurmak zorundayız bu bizim toplum perspektifimiz. Öz yönetimler kendi ihtiyaçlarını kendilerinin belirleyip hayata geçirmeli nitelikte olmalı. Bunlar birbirine bağlı aynı zamanda güçlü merkezi sistemi de beraberinde getirmeli. Bu merkezi sistem, tepeden inme atanmışların merkezileşmesi değil tabandan seçilmişlerin veya görevlendirilenlerin her an halk tarafından geri çağrılacağı bir merkez olmalı.
Öz yönetimi ilan etmek ve onu yaşamsal kılmak başta HDP, HDK ve bunun dışında kalan bütün sol sosyalist güçlerin ortak görevi ve sorumluluğu olmalıdır. Bu sistem bütün demokrasi güçlerinin toplum perspektiflerinde var zaten. Öz yönetim ilanları ve onu hayata geçirmek sadece bir bölgeden sınırlı olmamalı örgütlü bulunan bütün alanlarda bunun alt yapısı hazırlanarak inşa edilmelidir.
Politik olarak bunu hayata geçirmek hepimizin görevi olmalı ve bunu Türkiye toplumuna, halklarına daha doğru, tepki yaratmadan anlatmanın yolunu bulmalıyız. Biz Edirne’de öz yönetim meselesini devletle veya polisle çatışma parantezinden çıkarmak zorundayız. Biz bunu yaptığımızda Türkiye’de bulunan 16 milyon işçiyi ailesi ile birlikte iki kişi diye sayarsak 30 milyon insana öz yönetimin ekmek su kadar ihtiyacı olduğunu kavratmış oluruz.
Kürt halkı bu sistemin denemesine başladı bize düşen görev bunu iyi anlamak bunu yapmak inşa etmek için çabalamak. Bize düşen en önemli görev bu sistemi çatışma ve gerilim ortamından kurtarıp farklı bir alanda tartışılmasını sağlamak.

‘1 KASIM’DA YA DEMOKRASİ KAZANACAK YA DA İÇ SAVAŞ POLİTİKASI’

1 Kasım’da yapılmak üzere erken seçim kararı alındı bunun hakkında ne düşünüyorsunuz bu noktada neler yapılmalı?
1 Kasım erken seçimlerinin sonuçlarının ya bir askeri darbeye, ya bir iç savaşa ya da demokratikleşmeye ön açacağını düşünüyorum. Askeri darbe seçeneği Türkiye’de tedavülden kalktı gibi düşünülüyor ama bu 30 Ağustos’ta genelkurmay başkanı seçilen Hulusi Akar ABD’nin ve NATO’nun çok özel yetiştirdiği bir şahsıdır. Türkiye bu gidişatı yani Erdoğan ile birlikte yaşanan kaos ortamını durdurmazsa Türkiye Mısır’a dönüşebilir. Türkiye’nin Mısıra dönüşmesi ne demektir bakın Mısır Mübarek’ten kurtuldu, Müslüman Kardeşler o kurtulmanın ana aktörüydü, onun başındaki Mursi ise, Sisi tarafından darbeyle indirildi. Şimdi Mursi ölümle cezalandırılmış durumda.
Türkiye’nin yeni genelkurmay başkanı ise Türkiye’nin Sisi’si, Erdoğan’da Mursi olur. Erdoğan ayağını denk almak zorunda onunda önünde böyle inanılmaz seçenekler havuzu yok. Ve Türkiye’de darbe geleneği her zaman sağa kızar solcuları, Kürt özgürlük hareketi ve demokrasi güçlerine uygulanır. Bu gelişirse biz de yeni bir dönemle yüz yüze kalırız.
İkincisi iç savaştır sermaye bloğu her ne pahasına olursa AKP’nin arkasında durur onu desteklerse yaşanan bu süreç her zaman düşük yoğunluklu savaş olarak devam etmez. Bunu Türkiye toplumunun görmesi gerek bölge halklarını görmesi gerekir. İki tarafta kontrollü bir savaş yürütüyor. Süreci buraya getiren AKP’nin politikasıdır. AKP bu savaştan siyasi bir kazanım elde etmek istiyor ama bu süreç devam ederse ve biz engellemezsek siyaset hükmünü kaybeder ve o zaman sadece silahlar konuşur yani iç savaş konuşur. İç savaş çıktığının da şimdi bütün ipleri elinde sanan insanlarda o iplerin ayağına ve boynuna dolanacağını iyi görmeliler.
3 seçenek ise tüm bunların içinden sıyrılıp gelen demokrasiyi seçenek olarak gören, bunun için savaşın karşısında duran kesimden oluşuyor. İki diğer ihtimali ortadan kaldıracak tek seçenek demokrasi güçlerinin sadece üst siyaset alanında değil yasamın bütün alanında örgütlü bir biçimde sürece dâhil olmasıdır. 3 seçenek olarak bizler şunu demeliyiz bir iç savaş çıkacaksa bir darbe süreci yaşanacaksa biz bunu kabul etmeyen buna karşı bugün Kürdistan’da var edilen öz yönetime döneriz. Kendi iktidarımızı kurarız. Bu yaklaşımı demokrasi güçleri secim sürecinde kendi önlerine koymak zorundadır. Seçimler çok önemli ama önemli olan hayatı ve sokağı nasıl örgütlememiz olmalı. Halkın kendi öz yönetimi ve halkın önünü açacak çalışmalar yürütülmeli. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder