Ayıptır yani; halen bazı çevreler savaşı kimin başlattığını tartışıyor. Herkeste çok iyi biliyor ki savaş kararı bir devlet kararı olarak 30 Ekim 2014 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı’nda alındı. AKP’nin meclisten çıkardığı iç güvenlik paketi topyekün savaş kararının en ciddi hazırlık çalışmalarından biriydi. Ardı sıra Kürdistan başta olmak üzere Türkiye’nin geneline yayılan toplumsal baskılar, HDP’ye saldırılar, infazlar, siyasi soykırım operasyonları, 5 Nisan’dan itibaren Önder Apo ile diyalogun tümden kesilmesi, aile ve avukat görüşmelerine izin verilmemesi, Önder Apo üzerinde uygulanan ağır tecrit topyekün savaş uygulamalarıydı. Bütün bu olaylar ve daha fazlası herkesin ve tüm dünyanın gözü önünde cereyan etti.
5 Haziran’da yüzbinlerin ölümünü hedefleyen Amed Katliamı, Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerine darbe yapması ve 8 Haziran’da ‘tekrar’ seçim kararı alması topyekün savaş konseptinin her türlü hukuk ve kanun dışı uygulanacağının açık işaretiydi. 20 Temmuz Pirsûs Katliamı bunun somut örneğiydi.
Savaş başladığından beri Erdoğan’a bağlı bir özel harekat ekibi-gücü Kürdistan’da IŞİDvari saldırılarda bulunuyor. Bu güç hukuk-kanun dışı hareket ediyor, sınırsız bir insiyatife sahip ve her gün infazlar yapıyor. Bu gücün tek görevi, katliamlarla Kürt kasabalarını, kentlerini düşürmek, halkı ezip teslim almaktır. Sivil katliamları ve infazları bu özel ekipler yapıyor. Erdoğan’a bağlı bu özel savaş gücü Türkiye’de kaosun başını çekiyor, iç savaşı tetikliyor. Erdoğan’ın devlet kasasından aldığı örtülü ödeneğin nereye gittiği de bu biçimde açığa çıkmış oluyor.
Geçen hafta ‘Teröre Önlem Ödülü Yönetmeliği’ çıkarıldı. İhbarda bulunana, ajanlık yapana ödül verilecek. Bu uygulama ülke dışını da kapsayacak, Türkiye vatandaşı olmayan da bundan yararlanabilecekmiş. Sanırım ülke dışı derken AKP umudunu daha çok Güney Kürdistan’a bağlıyor. Keza bu alanda AKP’nin özel harekat timleri ve MİT’e bağlı özel ekiplerle yürüttüğü bazı çalışmalar var. Devletin başındaki Erdoğan ve partisi Kürt sorununu çözme yöntemi olarak toplumu ajanlaştırmayı, halka katliam uygulamayı, tutuklamayı, komplo ve tuzaklarla Özgürlük Hareketine darbe vurmayı, yani tasfiyeyi öngörüyor.
Bırakalım ajanlaştırmayla sonuç almayı, Erdoğan-AKP savaşı derinleştirdikçe toplumun rahatsızlıkları daha fazla artıyor. Hatta askerler ve polisler içinde de ciddi rahatsızlıklar gelişiyor. Son haftalarda asker ve polisler içerisinde çok yoğun istifaların olduğu belirtiliyor. Ailelerin çocuklarını askere göndermeme, gençler de ise askere gitmeme eğilimi güçleniyor. Genel olarak Türkiye toplumunda anti-savaş eğilimi yükseliş gösteriyor. Bütün bu gelişmeler Erdoğan- AKP’nin ve ittifak güçlerinin bu savaşı daha baştan kaybettiğini çok açık ortaya koyuyor.
Erken seçim kararı ne yazık ki hayal ettikleri gibi Erdoğan’ı, AKP’yi, MHP’yi ve derin devleti kurtarmayacaktır. Zaten bu seçim hükümetinin de ve eğer olabilirse yapılacak bir seçimin de hiçbir meşruiyeti yoktur. Gayri-hukuki ve gayri-ahlaki kurulan bu seçim hükümeti tek kelime ile kirli bir savaş hükümetidir. Seçim hükümeti AKP’nin seçim öncesi ve sonrası kendi on üç yıllık tüm pisliklerini örtmenin, 7 Haziran darbesini meşrulaştırmanın aracıdır. Kaldı ki Kürdistan’da ve Türkiye’de her türlü kirli yöntemle savaşın yürütüldüğü bir ortamda seçimin olup olmayacağı kuşkuludur. Şu anda Kürdistan’da bunun koşulları hiçbir biçimde kalmamıştır. Türkiye cephesindeki gidişat da bu yönde seyrediyor.
Bazı aydın ve yazarlar KCK’nin seçime yaklaşımını sorguluyor, eleştiriyor. Anlam verilecek noktalar olsa da haksız ve yersiz tutumların olduğu da bir gerçektir. Çok iyi bilinmeli ki 7 Haziran seçimleri ne kadar meşru ise 1 Kasım seçim kararı da bir o kadar gayri meşrudur. Herkesin malumudur Erdoğan-AKP 7 Haziran’da ortaya çıkan toplumsal iradeye ve demokrasi güçlerine apaçık darbe yaptı. Şimdi de hukuk dışı kurulan bir darbe hükümeti AKP’yi iktidar, Erdoğan’ı başkan yapmak için korkunç bir savaşla Türkiye’yi seçime götürüyor. Gencecik insanların kanını dökerek milliyetçilerden oy toplamaya ve tek başına iktidar olmaya çalışıyor. Bunun kabul edilir bir yanı yoktur. KCK’nin öyle birilerinin iddia ettiği gibi seçimleri boykot etme eğilimi içerisinde olduğu veya böyle bir gündeminin bulunduğu da doğru değildir. Seçimlere giren KCK değildir, seçimlere giren Türkiye’deki siyasi partilerdir, HDP’dir. HDP de zaten kararını vermiştir, seçime giriyor ve bir süredir de seçim çalışması yürütüyor. HDP’nin Türkiye’nin tek demokrasi ve barış şansı olduğu da kuşku götürmez bir gerçektir. HDP’nin temsil ettiği demokratik siyaset ve demokratik ulus projesi faşist ulus- devlet sisteminin, diktatör Erdoğan ve AKP’sinin panzehiridir. Bu gerçeği bütün Türkiye toplumu biliyor ve HDP’ye destek giderek artıyor.
Türk devleti-AKP Kürt halkının ve Türkiye toplumunun demokratik çözüm ve barış taleplerine topyekün savaşla karşılık verdi. Erdoğan yüzyıllık inkar dilini kullanarak "Kürt sorunu yoktur" dedi. Sorunun demokratik müzakere ile çözümüne "Hayır", inkar ve imha politikalarına "Evet ve sonuna kadar devam" dedi. Erdoğan’ın akılmendi Akdoğan "HDP barajı aşarsa koas çıkar. HDP’nin barajı aşması Türkiye için bir felakettir" dedi. Gerçekten Erdoğan, AKP iktidardan düşünce gayri meşru bir biçimde seçilen meclisi de hiçe sayarak topyekün savaş kararını uygulamaya geçirdi. Türkiye’yi Akdoğan’ın ifade ettiği gibi büyük bir felakete ve kaosa sürükledi. Ve halen Erdoğan 32 askerin Geliyê Dostkî’de öldüğü gün AKP’yi kastederek "bir parti 400 milletvekili çıkarsaydı bu gün yaşananlar olmayacaktı" diyerek oyalama siyasetini bırakıp bu savaşı niçin başlattığını utanmazca tüm dünyaya ilan ediyordu.
Devletin başındakilerin bu inkarcı ve yok edici politikalarına karşı Kürt halkı da "Beni yok sayan bir devlet artık beni yönetemez. Ben kendimi yöneteceğim" diyerek iradesini tek taraflı ortaya koydu ve demokratik özerk yönetimlerini ilan etti. Saldırılara karşı da savunmasını geliştirdi. Kürdistan’daki bu yeni ve tarihi gelişmeleri Türkiye’nin demokratikleştirilmesi mücadelesinden bağımsız ele almak çok yanlıştır. Demokratik Özerk Kürdistan, Demokratik Türkiye’dir. Kürdistan’daki bu tarihi adımları kesinlikle Demokratik Cumhuriyet inşasının yapı taşları olarak görmek gerekiyor.
Türkiye’de ulus-devlet sistemi çökmüştür. Yerel meclisler zorunlu bir ihtiyaçtır. Kürtlerin özyönetim mücadelesiyle inkarcı ulus-devlet sistemi bir çözülme sürecine girmiştir. Artık gelinen aşamada Türk devleti Kürt halkının özyönetim iradesini tanımak ve saygı göstermek durumundadır. Devlet Kürt halkının bu iradesini tanır ve saygı gösterirse Kürt halkı da devleti tanır ve ona saygı gösterir. Bundan böyle tanıma ve saygı karşılıklı olacaktır. Devlet Kürt halkının özyönetim iradesini tanıdığı oranda Kürt halkı da devleti bir o kadar tanıyacaktır.
Devlet Kürt halkının ortaya koyduğu özyönetim iradesini tanısa ve saldırmasa herhangi bir çatışma durumu da yaşanmayacaktır. Özsavunma Edoğan’ın-AKP’nin özel güçler öncülüğünde yaptığı saldırılar ve gerçekleştirdiği katliamlar karşısında halkın çok doğal gelişen sivil savunma tutumudur. Devlet özyönetime saldırıp, katliamlar ve tutuklamalar gerçekleştirince sivil savunma zaruri bir ihtiyaç olarak devreye giriyor. Kuşkusuz sivillerin hedeflendiği bu kadar alçakça saldırılar karşısında halkın kendini savunması kadar doğal ve meşru bir refleks, tutum olamaz. HPG-YJA STAR’ın da misilleme eylemi geliştirmesi kadar doğal bir tutum olamaz.
Bundan böyle halkımız demokratik sistem inşasını çok boyutlu örgütlemek durumundadır. Eğitimden sağlığa, ekolojiden komünal ekonomiye, sosyal kültürel yaşamından toplumsal adalet sistemine, kadın gençlik komünlerinden akademilere ve demokratik ulus inşasının tüm boyutlarına kadar demokratik özerk sistem inşasını sivil savunma ile içi içe geliştirmeli ve ilerletmelidir. Özyönetimlere ve demokratik özerk sistem inşasına tüm Kürdistan halkı ve dostları ayağa kalkarak destek vermelidir. Kürt sorununun çözümü Kürt halkının demokratik özerk sistem inşasıyla mümkündür. Halkımız bu iradeyi ortaya koymuştur, kararlıca sürdürecektir.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder