AKP, 7 Haziran'daki seçimlerde aldığı yenilgiyle savaş konseptini; askeri-siyasi soykırım operasyonlarıyla başlattığında, özgür basını unutması beklenmiyordu. Yine de, operasyonlarla erişim engellerini aynı güne-saate denk düşürecek kadar sarih bir "darbe havası"nı yayması öngörülerimizi yanılttı.
ANF, DİHA, Özgür Gündem, JINHA, ETHA gibi yüzü aşkın haber ajansı, gazete ve yayının erişimlerine engel kararı, AKP'nin Medya Savunma Alanları'na yönelik bombardımana başladığı gün olan 24 Temmuz'da verildi. Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü'nün 24.7.2015 tarihli ve 41654118-951-01-07/01139 sayılı talimatıyla Telekomünikasyon Daire Başkanlığı (TİB) tarafından 25 Temmuz günü sansür, "erişim engeli" ile başladı. O günden beri aralıksız olarak sürüyor.
Gerçekleri karanlıkta bırakmayan ve ondan taviz vermeyen özgür basının çalışanlarıyla, AKP hamlesinin anlamını, ne sonuç verdiğini ve karşısında nasıl durulması gerektiğini konuştuk...
'TARİH GERİYE DÖNMEZ, İLERİYE İŞLER'
Kirli savaş hafızası yerinde olanlar için AKP'ni politikaları, epeydir '90'lar referans verilerek ele alınıyor. Bu bağlantıyı kurmanın basın özgürlüğü açısından geçerli olup olmadığını, Jin Haber Ajansı (JINHA) Editörü Dilan Karamanoğlu şöyle açıklıyor:
"Bu biraz ölümü gösterip sıtmaya razı etmek için ortaya atılmış korkutma yöntemi. Bazen biz de dilde buna düşüyoruz. Ancak hayat şunu gösterir ki, tarih geriye doğru işlemez, ileriye doğru işler. İktidarların özgür basınla hep sorunu olmuştur. O günlerde bilindiği gibi sokak ortasında katlediliyordu gazeteciler. Hakikati canı pahasına yazmak gerekiyordu. Durum değişmiş değil. Yine hakikati canı pahasına yazmak zorunda olan insanlar var... Devletin 'basın özgürlüğü' masallarının arkasında geçmişten bu güne değişen bir şey yok... Çünkü kamu adına hareket eden bir güç olan basın, iktidar eksenli hareket eden devlet ile her zaman çatışma halindedir. Bu işin doğasında var. Kaldı ki Türkiye gibi tekçi-despotik yapılar için bu çok daha keskindir. Devlet yine bildiğimiz devlet. Özgür basın açısından bu kıyaslamayı yaptığımızda, daha geniş bir çalışma alanı ve okur kitlesi olduğunu söylemek mümkün. O nedenle bir gecede 50 gazeteciyi esir aldıklarından, ertesi gün yine 'susmayacağız' manşetiyle yayın hayatına devam edilebiliyor. Savcılar 'Artık dükkanı kapatırsınız, çalışacak kimse bırakmadık' dediğinde, yüzlerce, binlerce kişi 'gönüllü ordusu' olarak özgür basının yükünü sırtlayabiliyor. Yani baskılar ne olursa olsun hakikat eskisinden daha güçlü dile getiriliyor. Geçmişten bu güne devlet-basın ikileminde değişmeyen devlet ve sürekli değişip ilerleyen özgür basın gerçeği var."
'ARTIK BASININ HUKUK MÜCADELESİNE DE FIRSAT TANINMIYOR'
Dicle Haber Ajansı (DİHA) Editörü Ramazan Pekgöz ise, özgür basına karşı konumlanan devlet zihniyetinin baki kaldığını, en fazla baskının renginde nüans görülebileceğini söylüyor:
"90'lı yıllarda şiddet, baskılama, katletme sürüyordu, ne var ki hukuk mücadelesi de yürütüyorduk. Şimdi hukuk mücadelesi de veremiyoruz. Hukuken çaldığımız her kapı kapanıyor; üzerinde iktidarın denetim ve kontrolü hakim.
İdari, yerel mahkemelerin hiçbirinden itirazlarımıza yanıt gelmedi. Bir ajansın, yüz binlerce okuru olan ajansın kapatılması hem maddi hem manevi anlamda ciddi zarara uğradığı için, mahkemenin ani karar vermesi gerekirken, itirazlarımız dikkate alınmıyor. Anayasa Mahkemesi'nin de böyle acil durumlarda bir aylık sürede yanıt vermesi gerekiyor, ancak yine yanıt alamadık. Baskıların tamamını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşıyacağız.
Baskının rengi değişse de, aynı zihniyetin sonuçları var. Temmuz 24'ten beri ajansımız 20 kez kapatıldı. Bununla beraber 9 kez saldırıya uğradık, 3 arkadaşımız gözaltına alındı, 1 arkadaşımız tutuklandı. Sahadaki özgür basın muhabirleri silahlarla, gaz bombalarıyla hedef alınıyor. 24 Temmuz'un seçilmesi de manidardır çünkü 'topyekun savaş' kararı verilmiş oluyor. Yani Medya Savunma Alanları'na hava saldırısının yapıldığı gün, özgür basına müdahale ediliyor."
'İŞLEVSİZ KILINMAYA ÇALIŞILIYORUZ AMA OLMUYOR; HABER YAYILIYOR'
Özgür Gündem Editörü Sedat Yılmaz'a göre; bu karşılaştırmanın "devlet politikası" ile ilişkisini kurarken dikkatli olunmalı:
"Savaşın yöntem, uygulama ve sonuçları bakımından benzerlikleri hep birlikte gözlemliyoruz. Yaşanan somut durum bize, savaşın sadece AKP tarafından organize edildiği ve sürdürüldüğü gibi bir yanılgıya götürebilir. Öteden beri 'devlette devamlılık esastır' söylemi içi boş bir söylem değil. Dolayısıyla yaşananlar aynı zamanda Kürde karşı bir devlet politikasıdır. Askeri şiddet, ekonomik sömürü ve siyasal baskı '90’larda vardı da, sonra kesilmedi. AKP ile ara bir dönem yaşandı ve bitti. Basın konusundaki benzerlik hikayesi de yanılgılı. Kürt basını hiçbir zaman 'basın ve ifade özgürlüğü' tanımı içine alınmadı. Örneğin basının temel işlevi her türlü iktidarı denetlemek ve sorgulamakla mükelleftir. Biz Kürt basını olarak bırakın iktidarı, bakanı, valiyi denetlemeyi, sorgulamayı bir muhtarın bile 'ne iş karıştırdığını' araştıramıyoruz. Ancak halkın bize aktardığı, STK ve demokratik kurum ve kuruluşlar üzerinden bazı bilgileri haberleştirebiliyoruz. Dünle ('90’lar) bugün arasındaki tek fark öldürülmüyoruz, tutuklanıyoruz. Kapatılmıyoruz ama işlevsiz kılınmaya çalışıyoruz. Ancak internetin bu kadar yaygın olduğu bir dünyada haber yayılmasını engelleyemezsiniz. Kürdistan’da gazetecileri çalıştırmayı bırakın, kitle iletişim araçları tamamı işlevsiz hale geliyor ama yine de haber yayılıyor. Muktedirlerin aklı buna basmıyor."
'ENGELLERİ AŞMAK TOPLUMSALLAŞTI'
"Erdoğan'ın 'fiili rejim değişikliği' olarak tarif ettiği Saray Darbesi, özelde tüm ezilenler, genel olarak kendisine muhalif tüm kesimler etrafında faaliyet gösteren kuruluşları ezmeye/sindirmeye yöneldi. İlk hedef Kürt Özgürlük Hareketi oldu, savaş uçaklarının kalktığı saatlerde özgür basına ait internet sitelerine erişim engeli geldi" diyen, Etkin Haber Ajansı (ETHA) Haber Müdürü Önder Öner ise, AKP'nin tıpkı '90'lardaki gibi gerçeğe kurşun sıkmayı denediğini, nihayetinde başaramadığını örnek veriyor:
"Tüm ülkenin Cizre'yi konuştuğu ve sivil katliamını lanetlediği günlerde havuz medyasının göbeğindeki Star ve Sabah gazeteleri Cizre Kaymakamı'nın ağzından yayınladığı karalama haberle en azından kendi okurlarını bir başka duruma ikna etmeye çalışıyorlar. Ancak görünen köy kılavuz istemiyor artık. Gerçeğe ilişkin ayrıntıları ne kadar az insan öğrenirse, o kadar iyi olur, diye düşünüyorlar. Gezi Ayaklanması dönemiyle ile birlikte bilgiye ulaşmanın alternatif yolları toplumsallaşmaya başladı. Sosyalist-yurtsever basın kuruluşları ve sosyal medya alanları şu an basın özgürlüğü için önemli bir direnç alanı oldu. Dağlıca'daki asker cenazelerinin kimler tarafından nasıl alandan çıkarıldığına ilişkin Başbakanlık'tan yapılan açıklamayı, olay yerinden çekilen görüntülerin yalanlaması bunun son örneğidir. Halkın gerçek bilgiye ulaşması tam da budur."
Öner, bürolarına son yıllarda sayısını hatırlayamadığı kadar baskın yapıldığını anlatırken, cezaevi süreci de yaşadıklarını söylerken bunu, "iktidarın istediği gazeteci profili"nin dışına çıkmalarına bağlıyor.
'GERÇEĞİ ULAŞTIRMADA HER YOLU DENEYECEĞİZ'
Karamanoğlu, baskıların özgür basının çalışma temposuna çok da olumsuz yansıtılamadığını anlatıyor:
"Normal bir süreçte bile alanlarımız daraltılmaya çalışılıp, muhabirlere engel getirilirken, baskının yoğun olduğu süreçlerde de, özgür basın çalışanlarına dönük müdahaleler artış göstermekte. Bunlar gözaltı, fiziksel saldırı, haber takibinde müdahaleler, tehditler olarak belirtilebilir. Muhabirlere dönük saldırılar da hedef gözetilerek yapılmakta. Amed'de, Cizre'de yani Kürdistan'da muhabirlere dönük saldırılar hedef gözetilerek gerçekleşmekte. Batı illerinde basın çalışanlarına dönük saldırıların boyutu biraz daha yumuşatılıyor. Orada silahların yerini coplar, kaba dayak alıyor. Çünkü Kürdistan'da ölüm çok kolay!
Bunların dışında haberlere ajans içi sansür getirilemediğinden dolayı bu sansür dışarıdan uygulanmakta. İnternet sitelerimize yönelik kapatmalar gerçekleştirilmekte. DİHA'ya uygulanan sansür rekor kapatmalarla şu anda hala devam ediyor. 2015 yılındayız ve hala site kapatmalarıyla sesimizi susturacaklarını sanıyorlar. Nasıl ki biz halkın doğru haber alma hakkı için ana-akım ve yandaş medyaya alternatif olarak özgür basın adıyla yer alıyorsak, bu çerçevede de haberlerimizi ve doğruları sunmak için her türlü şeyi deneyeceğiz."
'ERİL MEDYA-DEVLET KADIN GAZETECİYİ HEDEFLİYOR'
Karamanoğlu, AKP'nin özgür basın üzerindeki baskısının, kadın gazeteciler özelinde ayrı bir boyut kazanmasının, ülkedeki kadın sorunundan ve iktidarın savaş politikasından bağımsız olmadığına işaret ediyor: "Ekin Van örneğinde görüldüğü gibi kadın bedeni üzerinde savaş politikalarının yürütüldüğü, Figen Şahin örneğinde görüldüğü gibi kadınlara cinsel işkencenin bir caydırma aracı olarak kullanıldığı iktidar zihniyetinin uygulamalarından kadın gazeteciler de muaf olamaz. Erkek bir toplum yaratan zihniyet kadını sadece 'ev' eksenli görmeyi ister. Kadın gazeteciler olarak, her gün hem eril egemen medyanın hem de devlet kaynaklı odakların taciz ve saldırıları ile karşılaşıyoruz. Haber takibi yapan kadın arkadaşlarımız saldırıya uğruyor, taciz ediliyor ve çoğu zaman sıcak haberlerde 'sen kadınsın, burada ne işin var, git magazin haberleri yap' tarzı saldırılar ile karşılaşıyoruz. Bir de söz konusu Kürdistan ve Kürt gazeteciler olduğunda bu kez kadın bedeni üzerinden bu saldırılar gerçekleşiyor.
Suruç'ta bir arkadaşımızın polis tarafından yaralanması, Sur'da haber takibi yapan arkadaşımızın polis kurşunu ile yaralanması, 6-7 Ekim eylemlerinde birçok kadın arkadaşımızın bizzat polis tarafından çetecilere hedef gösterilmesi sayılabilecek ilk elden örnekler."
'BİZ GİDEMİYORSAK, HALK BİZE GELİYOR'
Yılmaz, özgür basının zor şartlar altında çalışmasına rağmen temposunu düşürmeden yayınlarını sürdürdüğünü söylüyor: "Kürt basının tüm çalışanları bugün devletin şiddeti altında çalışıyor. Yaralanıyor, tutuklanıyor, gözaltına alınıyor, tartaklanıyor, engelleniyor ama geri adım atmıyor. Basın emekçileri olarak giremediğimiz yerlerde halkımız var ve onlar bize geliyor. Biz halk adına habercilik yapıyoruz, halka gitmemiz engelleniyorsa halkımız bize geliyor. Bir şekilde engelleri aşıyoruz. Burada sansürlenen, engellenen tek şey, Türkiye halklarının gerçeği görmesidir. Türkiye halkı kendi basınında haberi alamıyor, Kürt basınına da engeller konuluyor."
'BÖYLE DÖNEMLERDE ÖZGÜR BASINA DAHA FAZLA MİSYON DÜŞÜYOR'
Pekgöz de, türlü saldırıların neden sonuç vermeyeceğini şöyle ifade ediyor:
"Belki '90'larda yaşananları Türkiye kamuoyu göremedi. Sansürden dolayı, özgür basına yönelik saldırılardan ötürü uzun yıllar sonra görebildiler. Ama çağımız öyle değil. Kitle iletişim araçları bu kadar yaygınlaşmışken, gerçeğin gizli kalması mümkün değil. Mesela devlet kapatıyor, biz yeniden açıyoruz; yarışıyoruz. Aynı zamanda her kapatmanın biraz daha okunmamızı sağladığını gördük."
Pekgöz, özgür basına kritik dönemlerde daha fazla misyonlar düştüğünü hatırlatarak, kirli savaşı teşhir eden sivillerin asker cenazelerini taşıması, Cizre'deki devlet terörü-katliam gibi haberleri örnek gösteriyor.
'ORTAK TEPKİ VERELİM'
Basın özgürlüğünün ihlal edilmesinden sadece özgür basının değil, ortak bir mücadeleyle yanıt verilmediği takdirde ana-akım medyanın da olumsuz etkileneceğini düşünen Pekgöz, Doğan Medya Grubu'na yönelimleri işaret ediyor.
Pekgöz, okurların da kapatılan ajans-gazete sitelerine alternatif yöntemleri zorlayarak giriş yaparak sahip çıkmalarının önemli olduğunu belirtiyor.
'OKURLAR OMUZ VERMELİ'
Öner, çözümün ne olduğunu anlatırken, "İktidar basın özgürlüğü üzerindeki baskı ve yasakçı politikalara bir an önce son vermeli" demek istediğini, ancak, darbe yapmaya karar vermiş bir iktidara bunu söylemenin, durumun değişmesini beklemenin olanaklı olmadığını kaydediyor, şunları da ekleyerek:
"Son dönemde web sitelerine erişim engeli getirilen basın kuruluşları ve bu konuda duyarlı gazetecilerle birlikte, sansüre karşı neler yapılabilir, diye toplantılar düzenliyoruz. Hemfikir olduğumuz nokta şu, Cizre'nin, Silvan'ın, Hopa'nın, Suruç'un yaşandığı bir ülkede, ne kadar gündem olabiliriz? Geniş bir toplumsal tepkiyi ortaya çıkarmak için sınırlı bir zaman aralığına sahibiz. Ülke gündemi hızla değişiyor/değiştiriliyor.
Basın kuruluşları, çalışanlar ve okurlar, faşist yasakçı bu zihniyetin basına yönelik saldırılarını kabullenmemekle başlayabilir bir şeyler yapmaya. Özgür basın kuruluşlarında çalışan arkadaşlarımız, büyük emekler sarf ediyor, bu çabaya hak ettiği değeri vermek önemli. Özgür basın kuruluşları, okurlarından sansüre karşı mücadelelerinde omuz verilmesini bekliyor. Özgür basının farklı kolları ise birbiri ile dayanışmayı her zamankinden daha fazla sağlamalı. Ortak faaliyet kanallarının oluşturulması için çaba eksik olmamalı. Halkın özgürlüğünün sağlandığı koşullar, basının özgürlüğünü de sağlayacaktır. O zamana kadar basın alanındaki faaliyetlerimiz, aynı zamanda basın özgürlüğü için de mücadele ile geçecek gibi görünüyor."
'HALKIMIZ GERÇEKLERİ KAYIT ALTINA ALMALI'
Basın özgürlüğünün sağlanmasıyla ülkenin demokratikleşmesini aynı paralelde ele alan Yılmaz'ın görüşü ise şöyle:
"Çözüm, Kürt sorununun köklü çözümüdür, bu da demokratik özerkliğin kabulüyle olur. Dolayısıyla Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekiyor. Bu sorunun aşılması ile beraber ancak basın kendisi için yol ve yöntem arayışına girer. Türkiye’deki emek ve meslek kuruluşlarının sessizliği ve uluslararası basın kuruluşların kulak tıkaması bu sorunu büyütüyor ve ağırlaştırıyor. Öncelikle basın bu sorunu aşmalı. Kürt basını konusunda da şu süreçte yapılacak en acil şey; halkımız ve haber kaynaklarımız olduğu yerde bize ulaşmalı. Yaşananları kayıt altına almalı ve bizlere ulaştırmalıdır. Bu yöntemle baskının üstesinden gelebiliriz, diye düşünüyorum."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder