Türk devleti tankıyla, topuyla Cizre’ye saldırdı. Bu saldırılarda kadın, çocuk, yaşlı 20'nin üzerinde insan katledilirken, onlarcası yaralandı; birçok ev yakılıp yıkıldı. Cizre halkı buna rağmen mahallelere girip insanları tutuklamak ve işkence yapmak isteyen polislere izin vermedi. Bu direniş ve saldırılar karşısında Kürdistan halkının birçok yeri de ayağa kalkınca, Türkiye'de demokrasi güçlerinin tepki vermeye başlaması ve dünya kamuoyunun gündemine girmesiyle birlikte sokağa çıkma yasağı kaldırıldı.
Cizre’de asker ve polisin saldırıları ve yaşananlar öne çıktı. Bunlar da irdelenebilir, ancak devlet neden Cizre’ye bu kadar ağır saldırı yaptı, esas olarak bunun görülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Çünkü o zaman devletin karakteri daha iyi anlaşılır. Cizre’de gençler daha önce de tutuklamaları ve zulmü önlemek için hendekler kazmışlardı. Sonra görüşmeler sonucu kaldırılmıştı. Bu süreçte polisin saldırıları olmuştu ama bu düzeyde gerçekleşmemişti. Ancak bu defa saldırılar karşısında Kürt halkı kendi öz yönetimini ilan edip özerk yaşamını kurmaya başlayınca azgınca saldırıya başlamışlardır.
Nasıl ki turnusol kağıdı bir maddenin karakterini, rengini ortaya çıkarıyorsa, demokratik özerklik ilanı da Türk devletinin bütün karakterini ortaya çıkarmıştır. Kültürel soykırımcı inkarcı devlet Kürt’ün kendi kimliğiyle kendi iradesini ortaya koyup "Ben kendim kendimi yöneteceğim" deyince çılgına dönmüştür. Çünkü bu tutum Kürt’ün "Ben de varım" demesidir. Bir toplumun varlığı ancak böyle belli olur. Türk devleti de Türk’ten başka bir toplumun "Ben varım" demesini kabul etmediğinden bu saldırıları başlatmıştır. "Ben, merkezi yönetimini kabul etmiyorum, kendim kendimi yöneteceğim" itirazı böyle bir saldırıyla karşılık bulmuştur. Halk asker ya da polise saldırmıyor; bana karışma, ben kendim kendimi yöneteceğim diyor. Toplum binlerce yıl köyünde ve kasabasında ahlaki değerleriyle ve ölçüleriyle nasıl ki kendi kendini yönetmişse, şimdi de ben kendim seçtiğim mahalle meclisiyle, ilçe meclisleriyle kendim kendimi yöneteceğim diyor. Ancak devlet "Sen kendin kendini yönetemezsin, seni ben yöneteceğim, benim egemenliğim altındasın" diyerek saldırıyor. Halbuki her toplumun karakteri ayrıdır. Bu karakterlerini her konuda dışa vurmak ister. Farklılık ve kendilik budur. Kendi olmak budur.
Cizre’de kendi olmak isteyen Kürtlere benim gibi olacaksın diyen ve Kürt’ün hiçbir iradesini, kararını kabul etmeyen kültürel soykırımcı faşist güçler saldırıya geçmiştir. Kürt düşmanı vali sanki Cizre babasının malıymış gibi sokağa çıkma yasağı koyuyor. Ancak Cizre halkının yüzde 94 oyuyla seçilmiş Belediye Başkanı görevinden alınıyor. Aslında Cizre’de yaşananların ne olduğunu bu durum özlü biçimde ortaya koyuyor. Cizre halkının öz yönetim kararı, bu devletin tüm karakterini gözler önüne sermiştir. İnkarcı, soykırımcı olduğu, Kürtlerin varlığını ve iradesini tanımak istemediği bir daha görülmüştür. Saldırıdan önce saldırının nedenlerini görmek önemlidir. O zaman bu saldırının ne kadar ağır olduğu daha iyi anlaşılır.
Eskiden karakollarda "Hırsızlığı, öldürmeyi, her şeyi affederiz ama bölücülüğü asla!" dövizi asılıymış. Bu devlet dünyada en ağır suçu da, en ahlaksız durumu da kabul eder ama Kürtlerin "Ben de varım" demesini kabul etmez. Dünyanın en vahşi ve insanlık düşmanı örgütü olan IŞİD'i beslemiş, onunla kucak kucağa olmuş, IŞİD Girê Sipî'de (Til Abyad) yanı başında olurken bundan memnun olmuş ama YPG IŞİD'i oradan atıp oraya PYD hakim olunca Türkiye kıyameti koparmıştır. "Orada bir oluşuma, yani Kürtlerin varlığına izin vermeyiz" demiştir. Eğer gücü yetseydi IŞİD’in elinden alınan Girê Sipî'de de Cizre’de yaptığını yapardı. Ancak oraya eli uzanamadığı için sadece tehdit etmiştir. AKP hükümetinin Cizre’de yaptığı da IŞİD’e sessiz kalırken PYD’ye saldırı anlayışının dışa vurumudur.
Türk devletinin saldırıları zalimce ve haksız. Bu haksızlığa karşı çıkıp ama bu haksızlığı ve zulmü maruz kalan tutumu görmezsek olaya yanılgılı yaklaşmış oluruz. Esas olarak bu zulmü yapan anlayışa karşı çıkmak, bu zulmü ortaya çıkaran tutumu sahiplenmek gerekir. Eğer Kürt halkının demokratik özerklik talebine sahip çıkmaz, sadece niye baskı ve zulüm oluyor denilirse tutarlı olunmaz. Hatta bu durumda "siz öz yönetimi ilan etmeyin, özerklik istemeyin ki bu zulüm de olmasın" gibi tam da zulüm yapanın isteğini yerine getirme, onun gibi düşünme durumuna düşmüş oluruz. Barış ya da insan hakları adına zulüm ve baskı yapanın politikalarını dolaylı olarak kabul etme durumuna düşmek kadar kötü bir şey olamaz.
Amed Baro Başkanı Cizre’de sokağa çıkma yasağı kalkar kalmaz hemen Cizre’ye gitmiş, "Halk da tutumlarına dikkat etsin" demiştir. Yani merkeziyetçi kültürel soykırımcı sisteme tutum koymasın, boyun eğsin demiştir. Toplum da kendi yaptıklarına dikkat etsin diyerek toplumun merkeziyetçi soykırım sistemine karşı ortaya koyduğu tutumdan vazgeçmesini istemiştir. Bunlar ne niyetle söylenmiş olursa olsun, mevcut devlet sistemine boyun eğme çağrısıdır. Halkın bu sisteme karşı meşru direnişini kırma yaklaşımıdır.
12 Eylül’ün yıldönümünü geçirdik. 12 Eylül’e damgasını vuran zindan direnişidir. 12 Eylül gelir gelmez zindanlara teslimiyet dayatılmıştır. Buna karşı da PKK’li tutsaklar direnme kararı almıştır. Zindan tarihinden öğreniyoruz ki, o zaman bazı tutsaklar "Direnmeye gerek yoktur, bu darbe bir süre sonra gider" denmiştir. Bu direnişe katılmadıkları için baskılar daha fazla artmıştır. Tutsaklar bu tutumlarını bıraksalardı işkenceleri görmezlerdi denilebilir mi? Kaldı ki bunu bazı tutsaklar söylemişlerdir.
Amed zindan direnişi için en yanlış düşünce bu işkencelerin neden yapıldığının görülmemesi ve bu işkencelere karşı gösterilen direnişin ikinci planda bırakılmasıdır. Halbuki bu direniş olmasaydı 12 Eylül rejimi teşhir olmaz ve hiç kimse yaşanan işkencelerden bile söz etmezdi. Türk devletinin en zalim yüzünün Amed’te açığa çıkmasını sağlayan, onun Kürt sorununa ve Kürtlere bakışıdır. Kaldı ki Kürtlerin örgütlenmesi ve mücadele içine girmesi olmasaydı ne 12 Eylül olurdu, ne zindandaki uygulamalar. Dolayısıyla Türk devletinin yüzü de bu kadar açıkça görülmezdi. Dolayısıyla Türk devletinin Cizre’deki, Sur’daki ya da başka yerdeki saldırıların nedeni öz yönetim ilanıdır. "Öz yönetim ilanlarından sonra bu saldırılar artmışsa, ya da bu saldırılar sürüyorsa, neden öz yönetim ilan ettiniz, bu tutumu bırakın" denilebilir mi? Şimdi bu tür yaklaşımlar var. Bunlar yanlıştır.
Öz yönetim, Kürtlerin varlığını tanımayan ve direnişini kırmak isteyenlere karşı Kürtlerin kendi kendini yönetme kararıdır. Direnişi yeni bir boyuta taşıma kararıdır. Bu, Kürtlerin en meşru ve doğal hakkıdır. Kırk yıllık mücadelesi karşısında Türk devleti hala inkarcılık yapıyorsa Kürt halkı açısından bu kabul edilemez. Kürtler her yolu denemiştir. Demokratik siyasal çözümü de denemişler, Meclise temsilcilerini de göndermişlerdir. Ancak Kürt halkının özgürlük iradesi de, bu çabaları da ne dikkate alınmış, ne de ciddiye. Eğer bunlar dikkate alınmıyor ve yok sayılıyorsa Kürt halkının öz yönetim ilanı meşru, zamanında ve doğru atılmış bir adımdır. Hiç kimse Kürt halkının bu iradesine ve tutumuna yanlış diyemez ve karşı çıkamaz. Eğer Kürt halkı Türk devletinin bu politikalarına boyun eğerse ve sessiz kalırsa yanlış yapmış olurdu. Türk devletinin politikalarını ve planlarını engelsiz yürütmesini sağlamış olurdu. Kürt halkı, direnişiyle AKP hükümetinin oyunlarını ve hesaplarını gördüğünü ve bunu bozacağını ortaya koymuştur. AKP'nin planı ve oyununa karşı kendi planını ve oyununu ortaya koymuştur.
Türk devleti tabii ki baskıyı bir nedene dayanarak yapmaktadır. Suskun, sessiz, boyun eğmiş Kürt’e neden zor uygulasın ki! Sessiz ve boyun eğmiş Kürt’e özel savaş, psikolojik savaş ve kültürel soykırım uygulanır. Türk devletinin tercihi de fiziki zorla bitirmek değildir. Çünkü bu politikanın günümüzde astarı yüzünden pahalıdır. Fiziki zor ve şiddeti özel ve psikolojik savaşa ve kültürel soykırıma zemin yaratmak için yapmaktadır. Bunu yarattığında esas olarak özel savaş, psikolojik savaş ve kültürel soykırımcı sistemi devreye girer. Hiç kimse kültürel soykırımın engelsiz ve sorunsuz işlediği bir duruma iyi diyemez. Bunun adı barış da olmaz. En tehlikeli savaş hali budur. Zaten Kürtler en büyük kayıplarını bu yönlü savaş dönemlerinde yaşamışlardır. Bu nedenle Kürt Halk Önderi kültürel soykırım değirmeni altında her gün ezilmek ve ölmektense direnerek yaşamı yaratmanın en onurlu duruş olduğunu vurgulamıştır.
Kürt halkı savaş yapmıyor, kendi kendini yönetmek istiyor. Buna müdahaleye karşı direniyor. Saldırılar bunun için yapılıyor. Bu saldırılar hiçbir biçimde meşru değildir. Saldırılar, kültürel soykırımcı sömürgeci zihniyet ve politikanın saldırısıdır. Bu açıdan Kürt halkının bu zihniyete karşı öz yönetim direnişi herkes tarafından desteklenmelidir. Özellikle Türkiye halkları tarafından desteklenmelidir. Kürtlerin öz yönetimi tanınmadıkça Türkiye'nin demokratikleşmesi mümkün değildir. Türkiye ancak Türkiye'nin demokrasi güçleriyle Kürt halkının demokrasi mücadelesinin ortaklaşmasıyla demokratikleşir. Bu açıdan öz yönetimlerin sahiplenilmesi, bunun Türkiye'nin gündemi haline getirilmesi çok önemlidir. Böyle bir yaklaşım temelinde politik mücadele yürütülürse AKP'nin Kürtleri ezme temelinde Türkiye'de hegemonik güç olmasının önüne geçilir; demokratik öz yönetimlerinin tanınması temelinde demokratik Türkiye'nin önü sonuna kadar açılır.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder