PKK Merkez Komite Üyesi Muzaffer Ayata, “Kürtler özerlik ilan ederken veya kendi kendimizi yöneteceğiz derken; devleti yıkacağız ayrı bir devlet kuracağız demiyor. Mevcut devlet demokratik değil, taleplerimize kulaklarını kapatıyor. Gönderdiği kaymakam ve valileriyle bizi kötü yönetiyor, o zaman bize karışmasınlar, bizden uzak dursunlar, biz kendimizi yönetiriz” dedi.
PKK Merkez Komite Üyesi Muzaffer Ayata Erdoğan önderliğindeki devletin savaşı tırmandırdığını belirterek ancak ordunun savaşta başarı göstermediğini ifade etti. Gerillanın savaş planı yapmamasına rağmen meşru savunmayı başarılı bir biçimde yürüterek inisiyatifi ele geçirdiğini belirtti.
Kürt halkı öz yönetim ilanında bulundu. Öz yönetim ilanlarının Kürt ve Türk halkına faydası nedir?
Kürt halkının ilan ettiği özerklik Türkiye’nin de yararınadır. Özerklik şiddetle özdeşleştirilmeden halkın topyekûn katılımıyla inşa edilmelidir.
Savaş gerilla değil, Türk devletinin saldırıları başlattı. HPG Ana Karargah Komutanlığı bir açıklama yaparak hükümet kuruluncaya kadar ateşkese uyacaklarını duyurdu. Oysa Erdoğan önderlikli devlet yönetimi çatışmayı tırmandırdı. Seçim öncesi ve seçim sonuçlarına yönelik müdahaleler oldu. Seçimi geçersiz saymaya yönelik girişimler oldu ardından Suruç katliamı yaşandı.
PKK ve gerilla güçleri bütün bunları izledi. Hükümetin tutumunun netleşmesini bekledikten sonra karar verme niyetindeydi. Ama Türkiye ile DAİŞ’in içiçeliği devam etti, tüm Türkiye’nin DAİŞ’in örgütlenme alanına çevrildi, DAİŞ faaliyetleri Rojava ile sınırla kalmayıp Amed ve Suruç’a uzanan katliamlara dönüştü. Bunlar hükümeti sıkıştırdı. Çünkü bütün bunlar istihbaratla bağlantılı yapılıyordu. MİT DAİŞ’i kontrol edip hareketlerini yönetirken, ondan habersiz bu katliamların gerçekleşmesi imkânsızdı. İstihbaratın Suruç’ta 30 sivilin katledilmesine yönelik eylemi bilmemesi imkânsızdı.
Bütün bunlar üst üste gelince hükümet sıkıştı ve ABD ile de görüşmeler gerçekleştirdi. İncirliği ABD’ye vererek PKK ye karşı savaş ve hareket serbestisi istedi. 24 Temmuz’da uçakları kaldırarak gerilla alanlarını bombaladı. Kendi deyimleriyle 400 uçak kaldırdılar. Demek ki bir hazırlıkları ve planları vardı.
Yoksa bir iki ateşkes ihlali olsa bile bu ateşkesi bozmak için gerekçe olmaz. Taraflar görüşür tartışır, sorunları giderir. Ama Erdoğan kriz-kaos ortamı yaratarak 7 Haziran seçimlerini geçersiz kılmak, bir darbe yapmak istedi. Yeni seçimler düzenleyerek HDP’yi bastırarak, Kürdistan’ı bombalayarak, insanları tutuklayarak, Türkiye kamuoyundan koparmaya çalışıyor. Böylece ne olursa olsun yeniden iktidar olmak istiyor.
7 Haziran seçimleri ardından hükümet kurulamadı ve 1 Kasım’da erken seçime gidiliyor. AKP iktidar olmadan var oluşunu sürdüremeyeceği için mi bu yolu tercih etti?
AKP büyük suçlar işledikleri için iktidar olmadan yaşayamazlar. Bundan sonra da öyle kolay kolay hükümeti terk etmeyecek iktidarı kimseye bırakmayacaklar. Nitekim AKP CHP ve HDP koalisyon yapabilir. Yani şu anda bu alternatifler var. Bu partiler hükümetten kaçmadı. Özellikle CHP görüşmeler yaparak koalisyona hazır olduklarını söyledi. Ama CHP’ye bir koalisyon kurma teklifi bile götürmediler. Seçim hükümeti teklifi götürdüler onlar da ret ettiler. Kılıçdaroğlu yeni seçim kararı için bunun askeri siyasi bir darbe olduğunu söyledi.
Türk kolluk kuvvetleri bu ortamda yaygın saldırılara başladı. Önce büyük hava saldırıları düzenlediler. Daha önce tespit edilen ve takip edilen yüzlerce legal çalışan gözaltına alındı tutuklandı. Bunlar askeri darbelerde bile rastlanmayan operasyonlardır. Bazılarına “DAİŞ’e yönelik de yapılıyor” denildi. Ama aslolan Kürtlere saldırmaktı. Bütün bunlar kapsamlı bir hazırlıkların sonucuydu.
Yine ABD ile görüşmelerde şark kurnazlığı yaptılar. ABD’ye DAİŞ’e karşı savaşacaklarını söylediler ama PKK’ye saldırdılar. Oysa PKK’ye saldırmak DAİŞ’e destek vermektir, çünkü DAİŞ’e karşı savaşan temel güç PKK idi. DAİŞ’e karşı savaşan güce saldırır bombardıman altına alırsan karşı tarafı güçlendirirsin.
Bu yüzden Avrupa ve ABD Türkiye’yi uyardılar; Türkiye saldırıya uğrarsa kendini savunma hakkı vardır. Ama güç dengesini orantısız kullanmaması, savaşı farklı biçimde Ortadoğu’ya yaymaması, Kürt tarafı ile görüşmeleri başlatması tekrar masaya dönmesi, temel olarak DAİŞ’e karşı yoğunlaşılması gerektiğini belirttiler.
Türkiye bütün bunlara kulaklarını kapatarak; “Bir tek silahlı militanı kalana, PKK sınır dışına çıkana kadar savaş sürecek, tutuklamalar olacak operasyonlar sürecek” dediler. Dünya kamuoyundan gelen silahları durdurun müzakereleri başlatın çağrılarına kulaklarını kapattılar.
Yine AKP yanlısı medya ve TRT üzerinden yoğun karşı bir propaganda ve çarpıtmalara başladılar. Toplantılarda tehdit ederek saldırılarını sürdürdü. Bütün bunları dikkate aldığımızda devlet topyekûn bir saldırı içindedir. Yanına alabileceği herkesi yanına alarak saldırılarını sürdürdü. Ama PKK’ye büyük bir zarar veremediler, hiçbir alanı gerillanın elinde alamadı. Gerilla saflarında ciddi bir kayıp yok. Yani askeri olarak başarısız diyebiliriz.
20 Temmuz’da Suruç saldırısı, 24 Temmuz’dan itibaren de gerilla alanlarına yönelik saldırılar başladı. Zergele katliamını gerçekleştirdi. O günden bu yana da saldırılar sürüyor. Türk devleti hava saldırıları ile şimdiye kadar sonuç aldı mı ki, bundan sonra da alsın?
Hava saldırıları bir fiyasko oldu. Kürdistan dağlarını 40 yıldır biliyorlar. Gerillanın ciddi bir hava savunma sistemi olmadığını biliyorlar, hava sahalarını gece gündüz istedikleri gibi kullanıyorlar. Ama istedikleri sonuçları almayı bırakın normal bir çatışma ortamı kadar bile sonuç alamadılar.
Buna karşı gerilla daha gerçek anlamda çatışmalara adapte olmamıştı. Sınırlı bir sayıda harekete geçti. Henüz planlamasını bile yapmamıştı. Daha çok halka yönelik katliamları önlemek için harekete geçti. Kısmi eylemler kısmi misillemeler oldu. Gerillanın bu eylemleri çok daha etkili oldu. Birçok bölgede askeri güçler caddelere yollara çıkamaz hale geldi, pusulara düşüp çok sayıda kayıp verdiler. Birçok il ve ilçe arasındaki yol kapalı. Eğer gerilla güçlerinin tümü kendini yeni duruma göre uyarlar, savaş gücünü harekete geçirir, biraz daha disiplinli hareket ederse, Türk ordusu tüm zamanların en kötü yenilgisini alacak.
Çünkü son yıllarda gerilla güçleri Rojava’da Şengal’de, askeri operasyonlar ve manevralar düzenledi, hareket alanları genişledi, savaş deneyimi arttı. Kürt halkı bilinçlendi, desteği arttı. Uluslararası kamuoyu durumu daha iyi gördü ve bir farkındalık doğdu. İç ve dış alandaki bu elverişli koşullarda Kürtlere büyük bir askeri üstünlük kurması beklenemez. Tabi savaşçılarda şehadetler ve kayıplar olur, ekonomik zararlar olabilir, ama 1999 ya da 1980’lereki gibi gerillayı zorlayamazlar.
Yine görünen o ki savaş giderek şehirlere akacak. Geçmişte Türk devleti savaşı dağlarda yürütüyor, Türk halkından her şeyi gizliyordu. Kürtleri istediği gibi bombalıyor, tutukluyor, yargılıyor ya da yargısız infaz ediyordu. Bu durumu ordu ve basın yayın kayıtsız şartsız destekliyordu, herkes bu suçun ortağıydı.
Ama şimdi atmosfer değişti; Türk halkı ateşkes ve barışın kendi yaşamında ne kadar olumlu bir rol oynadığını gördü. Toplumda bir rahatlama oldu, Türkiye kendi sorunlarıyla daha rahat ilgilenebiliyordu ve demokrasi arayışları artıyordu. HDP’nin son seçimlerde yüzde 13 oy alması da bununla ilgili. Erdoğan ve diğer devlet yetkililerinin rahatsız olduğu yan buyan. Türkiye’de güçlü bir demokrasi potansiyelinin arayışının ortaya çıkmasını savaş ve kaosla budayarak, bastırarak daha sert savaş yasaları çıkararak yürütmek istiyor.
İç güvenlik paketi çıkarıldı, şu anda “güvenlik bölgeleri” ilan ediliyor, devlet yeniden şiddet politikalarına başvuruyor, Kürt sorunu baskıcı yasalarla çözülebilir mi?
Dikkat edilirse seçimlerden önce mecliste milletvekillerini döverek, yine 3 partinin karşı çıkmasına rağmen zorla güvenlik yasaları çıkarıldı. 6-8 Ekim olaylarından gözleri korkmuştu. Ama sorun güvenlik yasaları sorunu değildi. Çünkü Türkiye’nin zaten yeterince sert yasaları var. İstedikleri kadar muhalifleri tutukluyor, öldürüyorlar ama hesap soran yok. Kürdistan’da binlerce faili meçhul cinayet işlendi, Ergenekon, Balyoz davaları açıldı ama hiçbir general, hiçbir devlet yetkilisi köy yakmalardan, faili meçhul cinayetlerden ceza almadı. Davalar açılmadı, ya da göstermelik açılan bir iki davada beraatla sonuçlandı.
Bu yasalar yetmedi, yeni yasalar çıkardı, güvenlik bölgeleri, savaş bölgeleri yasak bölgeler oluşturuldu. Gerillayı öldüren veya ihbar edenlere para ödülleri vaat edildi. Bir toplumu kelle avcılığına teşvik ettiler. Ama bunlar da yetmeyecek. Daha sonra gelsin sıkıyönetim olağanüstü haller. Şimdi MHP gibi ortamı provoke eden savaşı geri döndürülemez noktaya getirmek isteyen ırkçı faşist kesimler ve AKP battıkça batacak.
Diyorlar ki “artık Türkiye doksanlardaki gibi olmaz”. Hükümet yetkilileri öyle diyor ama ortaya çıkan manzara o dönemi aşıyor. Bu kadar güvenlik yasası, bu kadar hava bombardımanı, bu kadar evin basılıp insanların gözaltına alınması, ilçelere baskınlar, keskin nişancılar, sivillere yönelik suikastlar. Her gün köy ve mahallerden cenazelerin çıkıyor. Çatışmaların durdurulmaması, halkta biriken öfke, tepki.
Bölgeye çok sayıda faşist vali göndermişler. Örneğin Gever’de 4 sivil öldürülmüş, vali diyor ki yok; “kimse ölmemiş bize yansıyan bir şey yok.” Bu kadar çatışma, ihlal ve katliama rağmen hiçbir gün devlet ve yetkililerinin hata yaptıkları zarar verdiklerini kabul edilmedi. Bu mantık yüzde yüz devlet aklıdır. Her gün yapılan açıklamalarda Kürt halkını suçlayıp hakaret ediyorlar. Böyle yönetim olur mu böyle valilik olur mu? Cuntacı generaller bile bunlardan daha akıllıydı.
Güney Kürdistan’ın Zergele köyünü dünyanın gözleri önünde bombaladılar. Birçok sivil insan ve aile öldürüldü, ölenlerin isimleri açıklandı, birçok gazeteci gidip geldi. Ama hükümet bunları kabul etmiyor diyor ki “ölenler gerilladır.”
İşte bütün bunlar savaşın Türkiye’de kuralsız, çok yönlü yürütüleceğini gösteriyor. Bu da Türkiye’yi daha çok çıkmaza ve iç çelişkilerin artmasına götürür. Şu anda savaş AKP’yi yalnızlığa götürüyor. Savaşı tırmandıran ve tahrik eden MHP’nin dışında hiçbir müttefik gücü kalmadı. Halk ve vatandaşlar çatışmalardan devleti sorumlu tuttu, Kemalist kesimler karşı, demokratik kesimler karşı, sol güçler karşı, Kürtler karşı AKP yalnız kaldı.
Zaten ortada AKP diye bir parti kalmadı, Erdoğan tek başına kaldı. Örneğin Dolmabahçe sarayı protokolünü Erdoğan bitirdi, “Kürt sorunu yok, Dolmabahçe görüşmeleri yanlış, masa yok” dedi. Oysa bu görüşmeleri hükümet yürütüyordu. Ama Erdoğan bu görüşmeleri biz yürütüyorduk demedi.
7 Haziran seçimleri sonrası AKP bakanları veya yetkilileri bir toplantı yapıp seçimleri iptal ediyoruz, yeni seçimlere gidiyoruz demedi. Erdoğan tek başına yaptı. Davutoğlu diğer partilerle görüşmeler bile yapamadı, çünkü Erdoğan bloke etti. Bu durumda AKP diye bir partiden söz edebilir miyiz? Erdoğan’ın seçtiği, onun elinde bir oyuncağa dönüşen bir başbakan, bakan, ya da milletvekili Türkiye’nin sorunlarını çözemez, karar alamaz, bir irade gösteremez. Bir parti duruşu yok.
Türkiye büyük bir savaşın girdabın içine sürüklediler nasıl çıkarılır bilinmez. Savaşı onlar başlattı ama savaş tek taraflı bitiremezler. Bu her iki tarafın hazırlık ve iradesine bağlı olur.
Öz yönetim ilanları ardından saldırılar başladı. Özerklik bilinçli bir şekilde şiddetle özdeşleştirilmeye çalışılıyor. Bunun önü nasıl alınabilir?
Demokratik özerlik ve yerel yönetimler savaşla birlikte gündeme geldi. Çünkü Kürt tarafı Türkiye hükümeti, parlamentosu ve siyasi aktörleri ile Kürt sorununu barış ve demokratik yöntemlerle çözmek istedi. Yasal ve anayasal demokratik reformlarla Kürtlerin kendi kendini yönetme imkânlarını yaratmak istedi. Bunu sonuna kadar denedi, ama olmadı, bütün bu yollar kapandı.
HDP den 80 milletvekili seçilmesine rağmen, kabul etmediler, saldırdılar ötekileştirdiler, hakaret ettiler. Yasal anayasal düzenlemelere gitmediler.
Bu durumda Kürtler ne yapabilirler? Yani bir hükümet sana düşmanlık yapmak, ezmek, bölmek güçten düşürmek istediler, komplolar, kumpaslar düzenlediler. Devletin yargı kurumları yine ekonomik gücünü kullanarak alt etmek, etrafını boşaltmak, işlevsizleştirmek, teslim almak istediler.
HDP’ye yönelik politikaları da böyleydi, seçim döneminde irade kırmak, barajın altında tutmak, seçim sonrası ötekileştirip ezmek ve dışlamak istediler. Yine Kılıçların çekildiği ve namluların Kürtlere çevrildiği bir sırada Ankara’dan çözüm demokrasi beklemek biraz saflık ve apolitiktik olur.
Atanmış, halktan uzak vali ve kaymakamlar gönderiyorlar. Halka karşı, demokrasi kültürü almamış, ırkçı, faşist bu bürokratlarla Kürdistan nasıl yönetilir. Kürt halkı 40 yıldır direniyor, bilinçlenmiş, politize olmuş, belli bir örgütlenme düzeyi, kendini yönetme gücü açığa çıkmış. Zaten 99’dan beri belediyelerin çoğunu yönetiyor. Böylece kendi kendini yönetme kapasitesinin farkına vardı. Özerkliği fiiliyatta geçirmesi çok normaldir. Zamanı geldi ve hatta gecikti.
Kürtler özerlik ilan ederken veya kendi kendimizi yöneteceğiz derken; devleti yıkacağız ayrı bir devlet kuracağız demiyor. Mevcut devlet demokratik değil, taleplerimize kulaklarını kapatıyor. Gönderdiği kaymakam ve valileriyle bizi kötü yönetiyor, o zaman bize karışmasınlar, bizden uzak dursunlar, biz kendimizi yönetiriz. Mahallemizi ilçemizi ilimizi kendimiz yönetelim, seçtiğimiz meclislerle temsilcilerle kendimizi yönetelim. İhtiyaçlarımızı biz karşılayalım diyorlar.
Avrupa’da bunlar gelişkindir. Federasyonlar ve kantonlar var. Bu devleti yıkma veya yok sayma temelinde değil. Ama devletten bekleme de değil. Devlet aşılıyor ve kopuş yaşanıyor bu çok normal. Bu bütün Türkiye için de bir ihtiyaçtır. Örneğin Karadeniz ve İç Anadolu’da halk neden valileri kendileri seçmesin, neden Ankara’nın gönderdiği memurlar halkın kendi seçtiği belediyelerden daha yetkili olsun? Bir belediye başkanın il ilçe dışına çıkması bile onun iznine bağlı oluyor. Bir vali gelip halkın belediye başkanını görevden almak istiyor. Nerden baksan antidemokratiktir.
Sizce Türk devleti neden öz yönetime bu kadar saldırıyor?
Yetkililer bu yasalardan Kürtler yararlanır güçlenir diyorlar. Türkiye, Avrupa Birliği’nin yerel yönetimler demokratik dönüşüm protokolünü imzalamadı. Belediyelerle ilgili hazırladığı şartları kabul etmedi. Onları imzalasaydı Kürtler kendi bölgelerinde biraz daha rahat nefes alabilirdi. Bu Türkiye için de büyük bir kazanım olurdu.
Her şey Ankara’dan bekleniyor. Bürokrasiyi ele geçirmiş halk nefes alamıyor. Türkiye 75 milyonu geçti, halklar ve kültürler kendi kimliklerini keşfetti. Türkiye artık tek millet, tek dil paradigması aşıldı. Bugünkü milletvekillerine baksan bile bunları rahatlıkla görebilirsin. Türk, Kürt, Ermeni, Asuri ve Êzîdîler var. Ama eskiden sadece Türk vekiller vardı. Bu bile büyük bir dönüşüme işaret ediyor. Demek ki devlet bu halkı rahat bırakırsa bütün halklar bütün renkleriyle çoğulculuğuyla zenginliğiyle birlikte yaşayabilir, kendini yönetebilir. Devlet çomak sokuyor demokratik ilişkileri bozuyor. İlişkileri bozuyor zapturapt altına alıyor.
Bu yüzden Kürdistan’daki özerlik kesinlikle Türkiye halkının da çıkarınadır, bütün Türkiye’yi demokratikleştirmenin ön adımlarıdır. Kürtler, bunu sadece kendisi için savunmuyor; burada yaşayan tüm halklar ve kültürler için savunuyor. Bunun gelişmesi ve başarı şansıda eskisinden çok daha fazladır. Eğer eski sistem başarılı olsaydı 90 yıldır uygulanıyor, başarılı olurdu. Tek elden, merkezi devlet eliyle, Milli Güvenlik Kurulu, kırmızı kitabı, derin devleti açık ve gizli suç örgütleriyle yönetti. Hepsi kullanıldı ama sonuç yok. Türkiye’yi demokratikleştirmedi, halklar huzur bulmadı. Ülkeyi huzur bahçesine değil halkların hapishanesine ya da yok ediş cenderesine çevirdi.
Şimdi halklar bundan kurtulmak istiyor, rahat bir nefes almak istiyor, demokrasi istiyor, özgür olmak istiyor. Devlet bundan neden rahatsız oluyor neden bunu engelliyor? Kürtlerin Özerklik ilanı bunun arayışıdır. Bunu neden engelliyorlar?
Şimdi bunu şiddetle özdeşleştirmeye şiddetle bastırmaya önünü almaya çalışıyorlar. Biraz da Kürtlerin hazırlıkları yetersizdi.
Şimdi, milyonlarca insanı katacak, toplantılar ve diğer etkinliklerle izah edecek, ikna edecek, görev ve iş bölümleri yapacak; her alanda kendi ihtiyacını karşılayacak, kendini savunacak. Şimdi polisler evleri basıp gençleri ve çocukları tutuklarsa olur mu, böyle özerklik olur mu? O zaman bunu engelleyecek kendi kendini koruyacak. Halk sokaklara dökülecek bu insan avına engel olacak; bunları protesto edecek; gerekirse kendini siper edecek. Bu şiddeti, bu terörü, bu tutuklama furyalarını, bu çocuklarını öldürme hoyratlıklarını engellemesi lazım.
Yoksa halk, halk olmaktan çıkar. Bütün halkların sistemlerin kendini savunma hakkı var. Örneğin Obama diyor ki Türklerin meşru savunma hakları var peki Kürtlerin kendini savunma hakları yok mu?
Devlet her gün sivilleri katlediyor. Tabi bu tarafların kaçınması gereken bir durumdur. Toplum açısından hassas bir durum. Uluslararası hukuk, savaş hukuku hepsi buna karşı. Bu çatışma ortamlarında sivillerin öldürülmemesi lazım. Kazayla ölebilir ama tanklar ve panzerlerle büyük polis güçleri, özel timler, askerlerden de destek alarak helikopterler eşliğinde halka saldırıyorlar. Evler yıkılarak, sokaklar dümdüz edilerek mahalleler basılıyor. Saatlerce hatta gün boyunca silahlı yaygın çatışmalar oluyor. Günde kaç genç öldürülüyor.
Dün Amed barosu açıkladı Silopi’de Cizre’de keskin nişancılar sivil gençlere ateş edip tek kurşunla öldürmüşler. Bilerek hedef alarak… Cizre’de askeri garnizon kulelerinin menzili içine girenler öldürülmüş. Hepsi tek kurşunla bilerek hedef alınmış. Sen bir halkın içinde oğullarını kızlarını öldürürsen bu halk nasıl normal yaşayacak.
Uluslararası alan harekete geçmiyor. Kürt sorunu dünyada hak ettiği yeri ilgiyi görmüyor. İşte ön yargıların devam etmesi, Türkiye’nin Amerika ve NATO nezdinde dış kamuoyunu bloke etmesi, bunlarla olan ittifakları kırılamadı, aşılamadı.
Kürt tarafının bunu kendi imkânlarıyla, dostlarıyla yaygın diplomasi çalışmalarıyla, basın yayın faaliyetleriyle kırması aşması gerekiyor. Bu Kobanê’de Rojava’da kısmen başarıldı. Bakur’daki savaş daha yaygın. Kürdistan devriminin anası Bakur devrimidir. Bakur kurtulmadan, çözülmeden diğer hiçbir parça sonuç alamaz, sorunları çözemez. Rojava da Bakur’un yardımıyla ayakta kaldı. Bakur olmadan Rojava’yı nasıl koruyacağız. Türkiye işin içinde, DAİŞ’i silahlandırıyor, yönlendiriyor, içeri sokuyor. Rojava her zaman tehdit altındır kendi güvenliğini sağlayamaz. Oysa Bakur Rojava’nın Rojhılat’ın, Başur’un Kürdistan’ın diğer parçalarının da savaş cephesidir. Orada sorun çözülürse kendilerinin sorunu da daha kolay çözülür. Kürdistan toplumu dünya kamuoyu nezdinde kabul görülür. Böyle bakmak daha doğru olur.
Kürdistan sadece Ortadoğu’nun değil dünyanın en dinamik gücü Kürtlerdir. Direnen DAİŞ’e karşı savaşan Kürtlerdir. Türkiye’nin ne kadar sağlıklı bir müttefik olduğu ortada. DAİŞ gibi çetelere karşı bile harekete geçmedi. Türkiye onları palazlandırdı besledi, sınırlarını aştı. Suriye’de Irak’ta DAİŞ’ın bu kadar güç toplaması kesinlikle Türkiye’nin sayesindedir. Diğer bazı devletler destek verdi para verdi; ama Türkiye sahası coğrafyası olmasa girişler çıkışlar, tedaviler, örgütlenmeler, hazırlıklar para ile olacak şey değil. Türkiye onlara coğrafya kazandırdı. Onun için bu vahşi dengesiz, ordularıyla halkı sivilleri hedefleyen, her gün çocukları katlederek savaş kurallarına uymayan devlete karşı tavır almalıdır.
Kürtlerin de savunma haklarının tanınması gerekiyor. Bakın Kürtler her hangi bir devlete saldırmıyor, her hangi bir yeri işgal etmiyor, her hangi bir devletin egemenlik haklarını ellerinden almıyor. Kendi coğrafyasında kendi can güvenliğini sağlamaya, kendi iradesini kabul etmeyenlere karşı kendi iradesini savunmaya çalışıyor. Hangi halk bu haklarından feragat edebilir. Amerikalar kendi egemenlik ya da yönetim haklarından vaz geçerler mi, Bu neden Kürtlere çok görülüyor? Türklerin meşru savunma hakları var deniyor, ama Kürtlerin de meşru savunma hakları var. Kürtler insan değil mi, özgürlük arayışları demokrasi talepleri olmayacak mı?
Üstelik Ortadoğu’yu demokratikleştirecek DAİŞ’in akınlarını durdurabilecek en etkili güçtür. Bu anlamda temel insan değerlerine, demokrasi değerlerine en yakın onu besleyecek ondan beslenecek bir güçtür. Uluslararası toplumun, demokrasi güçlerinin kesinlikle Kürtlerle bir dayanışma içine girmesi gerekiyor.
Türk ordusu köyleri bombalıyor, insanları katlediyor, doğayı tahrip ediyor. Türkiye’de bir orman yanıyor her kes basbas bağırıyor, Kürdistan’da ormanlar yanıyor kimse görmüyor. Devlet her gün top atışları yapıyor, gerilla mevzileri diyor ama bu gerçeklerden uzak belirlemelerdir. Burada bitkiler var, doğa var, hayvanlar yaşıyor; bir coğrafya yok ediliyor. İnsanlar göçe zorlanıyor köyler, kasabalar göçe zorlanmak isteniyor. Korkutarak bastırarak göçertmek istiyorlar. 1994’de yaptılar şimdi kalanı da göçertmek istiyorlar.
Uluslararası güçler olayları seyrediyor, duruma bakıyorlar. Savaşın seyrine bakıyorlar. Bu yoruma çok açık bir durumdur. Dikkat edilirse Türkiye 2008 kış ortasında Zap operasyonu yaptı. Ana karargâhı ele geçirmek istedi. Amerika bunun önünü açtı. Operasyon başarısız olunca Türkiye generallerine yargı yolu açıldı, cezaevinin yolu göründü. Erdoğan’a da böyle yapmak istiyorlar. AKP’nin düşüşünü hızlandırmak istiyorlar.
Bazı kesimler ise Türkiye’de AKP’nin alternatifi bir güç göremiyorlar. Değiştirmek istiyorlar ama kimin geleceğini kestiremiyorlar. CHP’yi yeterli görmüyorlar, MHP zaten daha kötü istemiyorlar. Kürtlerin de Türkiye’yi tek başlarına yönetme güçleri yok. Bu yüzden biraz bekleyip sonuçları görmek istiyorlar.
Şimdi, uluslararası toplumda Türkiye’nin saldırılarına ilişkin tepkiler cılız bir şekilde dile geldi. Ama Kürt halkına karşı yürütülen saldırılara ilişkin tepki yok, sessizliğini koruyor. Uluslararası topluluğa çağrınız nedir?
Uluslararası toplum çatışmaların durması için arabulucu olmalı. Ama genel belirtilen görüş savaşı kontrole alın faza tırmandırmayın, silahları susturun görüşmelere dönün. ‘Biz arabulucu olalım gözlemci olalım’ demiyor.
Bunları daha önce yaptık, defalarca ateşkesler oldu, ama Türkiye üçüncü göz istemedi. En son Türkiye içinde bir gözlemci heyet kabul edildi. Bu Kürtler tarafından kabul gördü ama hükümet bunu de ret ederek karşı çıktı. Çünkü niyetleri kötüydü. Üçüncü bir taraf ya da göz olsa kimin savaşı ihlal ettiği anında kamuoyuna yansıyacaktı. O zaman uluslararası kurumlar devreye girmeli Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler devreye girdi. Yoksa diğer biçimde yürümedi.
Başkan Apo denedi, büyük çaba sarf etti, büyük sabır gösterdi, en son Dolmabahçe protokolü yayınlandı. Bir iki hafta sonra izleme heyeti gidecekti ve resmi olarak görüşmeler başlayacaktı. PKK ise bir kongre yaparak silahlı mücadeleye son verecekti. Yani her şey son aşamaya geldi. Her şey bir izleme kurulunun oluşmasına kalmıştı. Türkiye buna bir tekme vurdu.
Peki, nasıl aynı yerden başlayacağız olası bir sürecin garantisi ne olacak. Bu yüzden bütün barış isteyen demokrasi isteyen güçler Türklerin ve Kürtlerin iyiliğini isteyen yine Türklerin müttefikleri olduklarını söyleyenler üçüncü bir gözlem gücünün olması için dayatmalı. Uluslararası gözlemcilerden olabilir, Türkiye’de akil insanlardan kurabilir ya da karma yaparlar. Yoksa şimdi bir ateşkesin değeri bir garantisi yok.
Erdoğan, Türkiye sınırlarında tek bir silahlı insan oluncaya kadar devam edeceğiz diyor. Bu karşısında savaştığı güce tek taraflı olarak benim irademi kabul et demektir. Yani Kürtlere teslim olmanın dayatılması anlamına geliyor. Kürtler hangi savaşı kaybetti de teslim olsun, ya da hangi güvenceyi verdi de Kürtler bunu ret etti. Güvence verilirse savaş sona erer ateşkes de olur görüşmeler de başlar. Kürtler Erdoğan’ın memurları değil tam aksine Erdoğan’ı tepe taklak götürecek güç de Kürtlerdir. Erdoğan’da AKP hükümeti de bunu bilmelidir. Öyle bağırıp çağırmayla çok insan öldürmeyle olmaz. Kürtler Erdoğan gibilerini çok gördü, Kenan Evrenleri gördü, Doğan Güreşleri gördü, Demirelleri gördü. Bu yöntemlerin hepsi Kürtlerin üzerinde denendi. Kürtler o zaman korkmadılar şimdi de korkmazlar.
Peki, şu andaki durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Kılıçdaroğlu da bunu darbe olarak değerlendirdi. Ama darbeciliğe karşı duruşta sorun var. Darbeden sonraki bir seçime nasıl kabul görüyor. CHP’nin de HDP’nin de demokrasi güçlerinin de bunu kabul etmemesi gerekir. Gerekirse seçimi boykot etmesi gerekiyor. Öyle olsa AKP seçim yapamaz. Seçime gidemez çünkü hükümet kurma alternatifleri var.
CHP hükümet kurmaktan kaçmıyor, HDP de kaçmıyor o zaman Erdoğan neden hükümet kurmuyor. Bunu düşünmeleri ve tartışmaları gerekiyor. Öyle sağlıklı bir seçim olacağının garantisi yok. Erdoğan diyor ki 1 Kasım, 7 Haziran gibi olmayacak. Yani Kürdistan’da serbest oy kullanıldı Kürtler kazandı bu kez buna izin vermeyeceğiz diyor. Peki, Kürtler üzerine bu kadar baskı olursa, sandıklar gasp edilirse, özgür serbest oy kullanma hakkı olmazsa, sonra da dünyanın önüne çıkıp biz özgür seçimler yaptık derse biz bunu nasıl kabul edebiliriz. Böyle şey olmaz böyle bir seçim meşru sayılamaz.
Türkiye seçimlere gitmek zorunda değil, bu meclis daha çalışmadı, daha toplanmadı. Sadece bir yemin töreni düzenlendi. Oysa o kadar masraf o kadar insan öldürüldü, tutuklandı. Ama onlar meclisi dağıttılar. Neden dağıtıyorsunuz?
Çünkü Erdoğan umduğunu bulamadı. Seçimleri zorla almak istiyorlar. Askeri darbe zorla alamıyor, ama o ayak oyunlarıyla, komplolarla almak istiyor. Onun için sağlıklı ve demokratik bir seçim olmayacağını biliyoruz. Eşit şartlarda bir yarış olmayacak demokrasi güçlerinin de bunu bilmesi lazım. Seçimlere katılmama boykot etme ihtimali de dahil AKP’nin karşısında durmaları AKP’nin oyunlarını bozmaları teşhir etmeleri lazım. AKP’nin Türkiye’nin yakasından düşmelidir artık. Onun için tek başına iktidar oldular iyimi kötü mü yaptılar her şey ortada. Yapmadıkları bir şey yok, ordu elinde polis elinde istihbarat elinde maliye elinde her şey elinde. Ama Türkiye’yi ileriye götürmediler, bir demokrasi gelişmedi, 12 Eylül anayasasını değiştirmediler. Bir seçim yasasını bile değiştirmediler. Hala yüzde on barajıyla boğuşuyoruz. Şimdiki erken seçim kararını da yüzde on barajına güvenerek alıyorlar.
Onlara göre HDP % 10 barajını geçemez. “Onun 80 milletvekillini kendimize alırız, al gülüm sana yeni bir iktidar” diyorlar. Böyle olur mu? Onun için bu seçim çok fazla kimseye heyecan vermiyor güven vermiyor.
Savaş ortamında kriz ve kaos yaratarak Türkiye’yi teslim almaya çalışıyorlar. Herkese “siz bize muhtaçsınız, biz olmazsak savaş olur, savaş dursun istiyorsanız mutlaka bizi iktidar yapın” diyorlar. Halka partilere siyasi kesimlere yapılan dayatma budur.
Yine gelişmelere bakmak partilere ve demokrasi güçlerini dinlemek ve dikkate almak gerekiyor. Ama böyle bakmak önemlidir. Bakış açısı sağlıklı olursa iyi olur. Örneğin deniyor ki biz seçim kararından kaçmayız tamam doğru kaçmazsınız ama tuzak kuruluyor, Tamam, siz halka güveniyor demokrasi güçlerine güveniyorsunuz de karşınızdaki demokrasi görünümü altına diken yetiştiriyor. Siz o koşullarda yarışamazsınız. Bunları görmek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder