20 Ağustos 2015 Perşembe

Ağrı-Diyadin raporu: Devletin açıklamaları manipülatif

DTK ve HDP'den oluşan heyet, Ağrı-Diyadin'deki raporunu açıkladı. Raporda, devletin sivil infazlara başvurduğu, halkı tehdit ettiği belirtilirken, AKP'nin tüm Kürdistan'da savaş politikası uyguladığı kaydedildi. Raporda, Türkiye kamuoyuna devlet teröründen hesap sorma çağrısı yapılırken, AKP'den de demokratik siyasetin önünü açması istendi. 


Ağrı'nın Diyadin ilçesinde devlet tarafından yapılan infazlara dair bölgede incelemelerde bulunan DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Selma Irmak, Ağrı Milletvekili Dirayet Taşdemir, Bingöl Milletvekili Hişyar Özsoy ve Erzurum Milletvekili Seher Akçınar Bayar'dan oluşan heyetin hazırladığı rapor açıklandı.
Ağrı Merkez ve Diyadin ilçesinde temas ve incelemelerde bulunan heyete, Ağrı milletvekilleri Berdan Öztürk, Dilan Dirayet Taşdemir, Leyla Zana ve Mehmet Emin İlhan ile Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık da eşlik etti.
"Resmi makamlar tarafından 12 Ağustos 2015 akşamı Diyadin’de yaşanan olaylara ilişkin yapılan 'çatışmalarda üç teröristin silahlarıyla beraber ölü olarak ele geçirildi' açıklaması, söz konusu tarihte, ilçenin iki ayrı noktasında meydana gelen olayları birbirine karıştıran manipülatif bir açıklamadır" tespitinin yer aldığı raporda, "Gerçekte, HPGli İsmail Kaya özel harekat timleri ile girdiği çatışma esnasında öldürülmüştür. Muhammet Aydemir ile Orhan Aslan adlı gençlerin ölümü özel harekat timlerinin yaptığı bir mahalle baskını esnasında meydana gelmiştir" denildi.
'SİVİL OLDUKLARINI TEYİT ETTİK'
Aydemir ve Aslan’ın, herhangi bir askeri-siyasi örgütle ilişkileri olmayan sivil olduklarını teyit eden Heyet, "Dinlediğimiz tanıklıklar ve incelediğimiz belgeler maktul iki gencin daimi olarak Diyadin’de yaşadıklarını, Aydemir’in İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencisi olduğunu ve Ağustos ayı başından olay gününe kadar okul harçlığını çıkarmak için günde 10 lira yevmiye karşılığı Recep Birgül’e ait fırında çalışmaya başladığını; Aslan’ın ise son yedi aydır aynı işletmede çalışan kendi halinde bir mahalle genci olduğunu şüpheye yer olmaksızın ortaya koymaktadır" bilgilerini verdi.
Raporda, şunlar kaydedildi: "Görüşmelerimizde her iki gencin olay günü rutin vardiyalarında çalıştıklarını, Jandarma Karakolu baskınıyla herhangi bir ilgilerinin olmasının fiziki olarak dahi mümkün olmadığını tespit ettik. Recep Birgül, akşam saat sekiz sıralarında Aslan’ın yevmiyesini verdikten sonra fırını onunla beraber kapatıp ayrıldığını; olayın ertesi günü fırına ait güvenlik kamerası kayıtlarını izlediğinde iki gencin de saat 8:45 civarında fırının karşısında bulunan odunluğun önünde olduklarını; çatışma seslerinin gelmeye başlamasıyla beraber önce cami tarafına kaçtıklarını, ardından odunluğun içine yöneldiklerini gördüğünü ifade etti. Birgül’ün gençlerin çatışmalar başladığında bulundukları lokasyona dair beyanı Aydemir’in ebeveynlerinin anlatılarıyla uyuşmaktadır. Hanifi ve Sevgül Aydemir çatışma seslerinin başlamasının ardından, saat 9:10 civarında çocukları Muhammet’i aradıklarını; Muhammet’in kendilerine Orhan ile birlikte odunluğun içindeki tuvalet bölmesine bir mukavva serip sığınmış olduklarını ve merak edilecek birşey olmadığını söylediğini; çatışmaların devam ettiği bir buçuk saat boyunca çocuklarıyla üç kez telefonda görüşüp gerekirse sabaha kadar odunluktan çıkmamalarını tembihlediklerini belirtti. 
GÖRGÜ TANIKLARI DİNLENDİ
Aydemir ve Aslan’ın ölümüyle sonuçlanan operasyonunun detaylarına ilişkin olarak aynı sokakta ikamet eden ve operasyon esnasında yoğun baskı, tehdit ve hakarete maruz kalan Fevzi ve Nihal Kahraman’ın tanıklığına başvurduk. Fevzi Kahraman yaptığımız görüşmeye yüzünde, sol göz çevresinde ve her iki kol, bilek ve dizinde olay akşamı evinin önünde ve gözaltında gördüğü kaba dayak ve işkence izleriyle geldi. Kahraman, akşam saat 9:00 civarında hayvanlarını evinin bahçesinde bulunan ahıra yerleştirdikten sonra üç panzerle evini çevreleyen kar maskeli, kalabalık bir özel tim ekibi tarafından adı ile çağrılıp alıkonduğunu; “teröristleri nereye koydun ulan?” bağırtıları eşliğinde tekme tokat dövülerek tehdit edildiğini; saat 10:30 civarında yarı baygın halde bir bomba ve tarama sesi duyduğunu; akabinde evde bulunan oğulları Baran ve Harun’un öldürüldüğünü düşünerek bayıldığını; karakolda kendine geldiğini ifade etti. Nihal Kahraman, eşi Fevzi dışarıda dövüldüğü sırada çok sayıda özel timin evini basıp kendisi, eltisi ve gelinine hakaret ederek her yeri aradıklarını; nihayet içlerinden birinin 'Fevzi Kahraman’ın evi temiz' diye bağırmasıyla evden çıkmaya koyuldukları saat on buçuk sularında ardarda silah sesleri duyduğunu; önce eşi Fevzi’nin infaz edildiğini düşündüğünü, ailesinin erkeklerinin gözaltına alınıp saat 11:00 civarında özel timler mahalleyi terk ettiğinde ise seslerin odunluktan geldiğini fark ettiğini anlattı."
Fevzi Kahraman'ın, yurtsever bir aile olduklarının bilindiğini, olaya konu özel tim operasyonunun esas hedefinin kendisi ve ailesi olduğundan şüphelendiğini aktardığının belirtildiği raporda, "Kendisi ve eşinin verdiği ayrıntılar -özel timlerin kendisine ismi ile hitap etmeleri, karakol baskınının ardından kaçan militanların yerini sormaları, ev baskınında sarf edilen sözler, aileden birisi 12 yaşında bir çocuk olmak üzere beş erkeğin gözaltına alınıp iki gün alıkonulmuş olması- bu kanının gerçeklik olasılığının adli makamlarca araştırılmasını gerekli kılmaktadır" ifadeleri yer aldı.
Kahramanlar, ayrıca, Aydemir ile Aslan’ın “çatışmada ölü olarak ele geçirildikleri” resmi açıklamasının aksine, duydukları silah seslerinden gençlerin taranarak infaz edildikleri izlenimini edindiklerini ifade ettiklerinin aktarıldığı raporda, şöyle devam edildi: "Görüştüğümüz herkesin maktul gençlerin silahları olmadığı beyanının yanısıra, heyetimiz de olay mahali odunlukta yaptığı incelemede çatışmaya delalet edecek yoğunlukta kurşun izi görmemiş; tavan ve duvarlara yapışan kemik ve et parçalarının ancak baş bölgesine yakın mesafeden ateş edilmek suretiyle infaz edilmiş olduklarıyla açıklanabileceği izlenimini edinmiştir. Keza, maktulleri teşhis eden babalar Hanifi Aydemir ve Şükrü Aydemir’in cesetlerdeki tahrifata dair tasvirleri bu izlenimleri doğrular niteliktedir.
Heyetimiz tüm bu bilgi ve gözlemler ışığında Aydemir ve Aslan’ın sivil ve silahsız gençler olduğu, ölümlerinin kazai vesilesinin özel hareket timleri tarafından çalıştıkları sokağa yapılan baskın esnasında dışarıda olmak olduğu ve sığındıkları yerde savunmasız bir halde kasten ve nefret duyguları ile infaz edildiklerinin şüpheden vareste olduğuna kanidir."
İNFAZ SONRASI YAŞANANLAR
Aydemir ve Aslan’ın infazı hakkında kamuya kendi içinde parçalı ve çelişkili bilgiler aktarırken kapsamlı inceleme ve açıklama yapma sorumluluğunu üstlenmediklerini, olaya ilişkin delillerin sistematik olarak karartıldığını, Aydemir ve Aslan ailesinin taciz edilerek soruşturulmanın manipüle edilmeye çalışıldığını açıklayan Heyet, bu hususlardaki tespit ve izlenimleri ise şöyle aktardı:
"Olayın gerçekleştiği 12 Ağustos 2015 akşamı saat 10:30 civarından ertesi sabah geç vakte kadar savcılık olay mahaline gitmemiş, hiç bir resmi tutanak tutulmamıştır. Akşam boyunca ilçede “dışarıda görülen herkesin öldürüleceği” yollu anonslar yapıldığını anlatan aile üyeleri ve tanıklar da can güvenliği endişesiyle sabaha kadar olay yerine gidememişlerdir. Muhammet’in annesi Sevgül Aydemir saat 11 sıralarında oğlunu cep telefonundan aradığını ama telefona cevap verilmediğini, daha sonra aradığında ise telefonun kapalı olduğu mesajı ile karşılaştığını ifade etti. Recep Birgül, yine aynı saatlerde, Emniyeti arayarak 'Personelim fırında, almak istiyorum,' dediğini, “Evden çıkmayın,” diye uyarılması üzerine sabaha kadar beklediğini belirtti.
İnfazın hemen sonrasına olay yerine ilişkin görgü tanıklığı yapabilen tek görüşmecimiz olan Nihal Kahraman, gece 3-3:30 sıralarında gelen beyaz bir arabadan inen yüzleri kar maskeli, beyaz eldiveni kişilerin odunluğa çok sayıda mavi büyük bidon taşıyarak etrafı yıkadıklarını; onlar ayrıldıktan sonra poşetlenmiş cesetlerin sessizce gelen bir ambulans tarafından götürüldüğünü gördüğünü anlattı. 
'SORUŞTURMANIN GÜVENLİ YÜRÜTÜLECEĞİNE DAİR ENDİŞEMİZ ARTTI'
HDP Ağrı Milletvekili Dilan Dirayet Taşdemir, heyetimize, Diyadin Cumhuriyet Savcısı’nı olay yerine ilk olarak, 13 Ağustos sabahı saat 10 civarında kendisi, aileler ve bir grup HDP çalışanının götürdüğünü bildirdi. Olay sonrasında yaklaşık on iki saatlik bir süre herhangi bir tutanağın tutulmaması, cesetlerin tutanak tutulmadan olay yerinden alınmış olması ve sair tanıklıklar gece boyunca olay yeri delillerinin ciddi ölçüde tahrif edildiğine işaret etmekte; soruşturmanın güvenli yürütülebileceğine dair ilişkin endişelerimizi arttırmaktadır.
Olaya ilişkin delillerin karartıldığına ilişkin bir başka veri, maktul gençlerin babaları Hanifi Aydemir ve Şükrü Aslan’ın 13 Haziran günü cesetleri teşhis için gittikleri Erzurum Adlı Tip Merkezi’nde yaşadıklarına ilişkin tanıklıklarıdır. Her iki aile ferdine bizzat Adlı Tip savcısı tarafından, çocuklarının 'çatışmada öldürüldükleri, üzerlerinde çelik yelek ve silah olduğu' söylenmiş; ancak, cesetler kendilerine çırılçıplak teslim edilmiş, çocuklarının cep telefonları ve olay esnasında üzerlerinde bulunan giysiler dahil hiç bir özel eşyaları verilmemiştir. Aydemir ve Aslan, bu durumda, savcının varlığını iddia ettiği eşyaların (çelik yelek ve silahlar) kendilerine gösterilmesini talep ettiklerini, fakat, kendilerine bu iddiayı doğrulayacak herhangi bir delil de gösterilmediğini aktarmışlardır."
'AİLELER SAVCI VE PERSONELİNİN TACİZ VE TEHDİDİNE MARUZ KALDI'
Ailelerin ayrıca, aynı Adlı Tıp Merkezi’nde bekletildikleri bir buçuk saat boyunca savcı ve personelinin sözlü taciz ve tehditlerine maruz kaldıklarını ifade ettiklerinin belirtildiği raporda, şu bilgiler de verildi: "Hanifi Aydemir, Adli Tıp Savcısı’nın oğlu Muhammet’in 'terörist' öldüğünü iddia etmesi üzerine kendisinin 'çocuğunun herhangi bir siyasi faaliyeti olmadığını, öğrenci olduğunu ve fırında çalıştığını' söylediğini; Savcı’nın ise kendisine 'Siz okula gönderiyorsunuz, gündüz çalıştırıyorsunuz, gece çatıştırıyorsunuz,' diyerek alaycı ve saldırgan bir üslupla cevap verdiğini aktardı. Şükrü Aslan, oğlu Orhan’ı gözü çıkarılmış, yüzü tamamen parçalanmış halde teşhis ettiğinde, morgda hazır bulunan polis, kendisine önce cesedin oğluna ait olduğuna dair yemin ettirmiş, daha sonra 'dişinden mi tanıdın' diyerek alay etmiştir. Aslan, polise, 'Kokusundan, renginden, teninden, her şeyinden tanıdım,' diyerek cevap verdiğini, ama savcılıkta bulunan personelin yüzündeki 'oyuncağını kaybedip bulmuş mutlu çocuk' ifadesinin çok zoruna gittiğini anlatmıştır. Hanifi Aydemir’e Adlı Tip çıkışında, 'Şimdi gidip slogan mı atacaksın?' denilerek izlendiğine dair gözdağı verilmeye çalışılmış; Şükrü Aslan ise, 'Senin de sonun böyle olacak,' denilerek doğrudan tehdit edilmiştir. Söz konusu söz ve tavırların devlet erkine yönelik korkuyu derinleştirmeyi ve olaya ilişkin soruşturma sürecini zorlaştırmayı hedeflediği açıktır.
Diyadin Cumhuriyet Savcılığı Aydemir ve Aslan’ın infazına dair bir soruşturma açmıştır. Ancak, heyetimizin sahada araştırma yaptığı 15-16 Ağustos günleri itibariyle, aile üyeleri ya da yakınların ifadesine başvurulmadığı gözlenmiştir. Örneğin, maktul gençlerin “terörist olduklarına” dair söylemler kamuya servis edilmeye devam ederken, Recep Birgül, her ikisinin de yanında çalışan işçiler olduğuna dair son bir aylık işletme güvenlik kamerası kayıtlarını delil olarak sunabileceğini, ancak kimsenin tanıklığına başvurmadığını aktarmıştır."
HDP Milletvekili Taşdemir’e, bizzat İlçe Emniyet Amiri tarafından “operasyonun kendilerine ait olmadığı,” “operasyonel gücün dışarıdan geldiği,” olayın “kendi yetkilerinin dışında olduğunu ve yeterli bilgi sahibi olmadıkları" gibi bilgilerin verildiğinin vurgulandığı raporda, "Vali, Taşdemir’e operasyon ve ev aramaları izninin Diyadin Cumhuriyet Savcılığı tarafından verildiği ve öldürülenlerin “çocuk değil, terörist olduklarının bilindiği” türünde olaya ilişkin yetki dağılımını gizlemeyi amaçlayan ve yerelin bilgisinden uzak yanıltıcı bilgiler aktarmıştır. (Diyadin Savcılığı’nın tuttuğu raporda Aydemir ve Aslan’ın sivil oldukları teyit edilmektedir.) Şüphesiz, bu tür atamacı ve parçalı yetkilendirme sistemi keyfi baskı ve uygulamaların zeminini güçlendirmekte, kurumsal ve kamusal hesap verebilir olma sorumluluğunu ilga etmekte; bu olaya ve gittikçe yaygınlaşan benzeri olaylara ilişkin bütünlüklü gerçeğe ulaşmayı zorlaştırmakta, yasal hak arama kanallarını zayıflatmaktadır" denildi.
VALİ IRMAK'A BAĞIRARAK TELEFONU KAPATTI
Raporda, Heyet Başkanı Irmak'ın 16 Ağustos günü yaptığı telefon görüşmesinde, Vali’nin olayla ilgili hiçbir müspet bilgi vermediği; Irmak’ın teyit için soruşturduğu bilgileri defaatle “bilmediğiniz şeyler var” diyerek geçiştirmeye çalıştığı; Irmak’ın 'en azından gençlerin sivil olduğundan şüphemiz yok' demesinin ardından Vali’nin Irmak’a bağırarak “Siz niye Emniyete, Jandarma Komutanlığı’na yapılan saldırıları kınamıyorsunuz da bu olayın pesine düşmüşsünüz,” diye cevap verip telefonu kapattığı kamuoyuyla paylaşıldı.
'AKP SAVAŞ POLİTİKALARINA ENTEGRE OLDU'
Raporun sonuç kısmında, Muhammet Aydemir ve Orhan Aslan adli sivil gençlerin keyfi infazının yasal sorumluluğunun Ağrı Valiliği’ne ait olduğu belirtilerek, infazların hukuki sorumluluk silsilesi içerisinde bulunan, talimatı veren, uygulayan ve kamuoyunu yanlış bilgilendiren tüm sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğine işaret edildi.
AKP'nin özelde Ağrı’da, genelde tüm Kürdistan’da yükselttiği savaş politikalarına entegre olduğunun vurgulandığı raporda, şunlar kaydedildi: "Ağrı, son bir yılı aşkın bir süredir, Nisan 2014 yerel seçimlerinden bu yana, devlet ve hükümet kurumlarının türlü zor araçlarıyla cezalandırmaya ve dize getirmeye çalıştığı merkezlerden birisidir. Son üç ayda kent sınırlarında silahsız altı kişi güvenlik güçlerince öldürülmüştür. Bu kişilerden, 12 Nisan 2015 günü Tendürek Dağı’nda yapılan canlı kalkan eyleminde askerler tarafından öldürülen DBP Diyadin İlçe Eski Eşbaşkanı Cezmi Budak’ın, tıpkı Muhammet Aydemir ve Orhan Aslan gibi sivil bir vatandaş olduğuna ilişkin şüphe yoktur. 31 Temmuz 2015 tarihinde Ağrı merkezde yapılan bir ev baskınında öldürülen Mirzettin Göktürk ve Ahmet Yaşar isimli HPGliler ile kardeşi Ahmet’i ziyaret eden Sezai Yaşar adli gencin de silahsız oldukları ve yargısız infaz edildikleri konusunda ciddi ve yaygın iddialar mevcuttur. Araştırmalarımız sırasında 12 Ağustos 2015 akşamı Diyadin’de özel harekat timleri ile girdiği çatışmada öldürülen HPGli İsmail Kaya’nın da sağ yakalandıktan sonra başı taşa vurulup ezilmek suretiyle infaz edildiğine ve ardından bir panzerin arkasına bağlanarak yerde sürüklendiğine dair ciddi iddialarla karşılaştık. Heyetimizin olay mahalinde büyükçe bir taş üzerine tespit ettiği yoğun kan izleri ve Kaya’nın babasının teşhis tutanağına yansıyan “oğlunun yüzünün bir bölümünün tamamen çökmüş olduğu” ifadesi ile desteklenen bu iddialar hakkında da adli takibata alınması gereklidir."
'ÖZEL TİMLER KENTTE DOLAŞARAK HALKTA KORKU YARATMAYA ÇALIŞIYOR'
Yerel kaynakların kendilerine, tüm bu infazların kente son aylarda Ağrı Valiliği’ne bağlı olarak getirilen ve kırk-elli kişiden oluşan bir özel harekat timi grubuyla ilişkili olduğunu aktardığını bildiren Heyet, "Timlerin gündüz vakti kent merkezinde çıplak silahlarla dolaşarak halk üzerindeki baskı, korku ve tedirginliği arttırdıklarını belirtmişlerdir. Bu tanıklıklar, Aydemir ve Aslan’ın infazının kente yönelik sistematik bir şiddetin parçası olarak gerçekleştirildiğine işaret etmekte, kentte kamu ve can güvenliğinin korunmasına yönelik endişelerimizi arttırmaktadır" dedi.
'TÜRKİYE KAMUOYU DEVLET TERÖRÜNDEN HESAP SORMALI'
Tüm Türkiye demokratik ve barış yanlısı kamuoyunun, Kürt halkı ve coğrafyasına yönelen rutin devlet terörünü deşifre etmek ve sorumlulardan hesap sormak adına bu olayın ardındaki gerçeklerin açığa çıkarılmasını talep etmeye çağrıldığı raporda, son olarak şu ifadelere yer verildi: "Cumhurbaşkanı Erdoğan ve geçici AKP Hükümetini, bir kez daha, Kürt halkına yönelen savaş, şiddet ve tecrit politikalarından vazgeçmeye çağırıyoruz. Devletin doksan küsur yıllık tenkil ve tedip politikaları da, son otuz yıllık savaş ve Kürt mücadelesi pratikleri de göstermektedir ki; şiddet, gözyaşı, yıkım, yoksulluk ve çözümsüzlüğü derinleştirmekte, Kürt halkını adalet ve eşitlik temelinde ortak yaşama dair inanç ve umuda yabancılaştırmaktadır. Kürt halkı, coğrafyası ve mücadelesine yönelik tahakkümün bugünün egemenlerini de sürekli kılmaya yaramayacağı ortadadır. Erdoğan ve AKP Hükümeti, bir an önce yükselttikleri tahakküm ve yıkım siyasetine son vermeli, halklarımızın rıza temelinde ortak yaşamı ve geleceği adına barışçıl ve demokratik siyaset ve tartışma ortamının önünü açmalıdır."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder