Türkiye 1 Kasım’da yapılacağı açıklanan yeni bir seçim sürecine girdi. Aslında seçim sürecinden ziyade topyekün özel savaş sürecine girmiş olduğu ortadadır. 24 Temmuz'da savaş, 24 Ağustos'ta da seçim ilan edilmiş bulunuyor. Seçim savaşı maskelemek, savaş ise seçimi kazanmak için gündeme getirilmiş oluyor. Her ikisi birlikte ise Kürt halkının geliştirdiği demokratik öz yönetim ilanlarını kıriminalize etmeyi ve ezmeyi hedefliyor. Nitekim bu doğrultuda Kürdistan’ın kent ve kasabalarında halka yönelik vahşi bir faşist devlet terörü uygulanıyor.
Mevcut gelişmeler AKP’nin ve TC’nin planlarını çok daha açık hale getirmiş bulunuyor. 7 Haziran seçim sonuçlarını daha ilk günden reddeden ve erken seçimi gündeme getiren Tayyip Erdoğan’ın, MHP’yi bölüp parçalayarak, Kürt halkını ve demokratik güçleri faşist terörle ezip bu temelde HDP’yi de zayıflatarak önüne hedef koyduğu dört yüz milletvekiline ulaşmayı planlamış olduğu açığa çıkıyor. AKP iktidarı geleceğini böyle bir faşist bastırma ve sindirme hareketinde görüyor.
TC devletinin yaklaşımlarında ise demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde en küçük bir değişimin bile yaşanmamış olduğu anlaşılıyor. Kürt karşıtı ve Kürt düşmanı strateji ve politikalar olduğu gibi devam ediyor. Gerçek devlet yönetimi, artık çöküşe doğru gitmekte olan AKP’nin geriye kalan gücünü de Kürt direnişini ezme ve tasfiye etmede kullanmak istiyor. AKP için de bugünlerde iktidarda kalabilmenin başka şansı bulunmuyor. Evren’leşerek ve Çiller’leşerek iktidardaki ömrünü uzatmaya çalışıyor.
Bu noktada başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’nin demokratik güçlerinin asla yanılmaması gerekiyor. Mevcut haliyle 1 Kasım'da erken seçim olacağı ve toplumun özgür iradesinin açığa çıkacağı söylemleri tamamen bir hikayedir. İzlediği savaş ve kaos siyasetiyle 7 Haziran seçim sonuçlarının işlememesine ortak olan MHP’nin başına nelerin getirildiği ortadadır. İşte bu noktada MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin askeri darbe çağrısının ne anlama geldiği açıkça görülmektedir. Tayyip darbesine karşı Bahçeli darbesi geliştirilmek istenmektedir. Türkiye’nin karanlık bir darbeler sürecine girmiş olduğu görülmektedir.
Kuşkusuz bu çatışmanın faturası da halka çıkarılacaktır. Nitekim birbiriyle sözde çatışmalı görünen her iki kanat da elbirliği ederek Kürt halkının ve emekçilerin üzerinde faşist devlet terörünün daha çok geliştirilmesi için yarışmaktadır. Nitekim Kürdistan’ın kent ve kasabalarında geliştirilen faşist terör bunun açık uygulaması olmaktadır. Cizre’den Gever’e ve Silopi’den Varto’ya kadar yaşanan katliamlar bunu ifade etmektedir.
Şu noktada hiçbir tereddüt yaşanmamalıdır: 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında kararlaştırılan topyekün özel savaş konsepti uygulamaya konulmuş bulunmaktadır. Buna Sri Lanka modeli deniyor. Yani hiçbir kural ve ahlak tanımayan bir saldırı ile karşıtını ezmeyi ve imha etmeyi içeriyor. Devleti önemli ölçüde ele geçirmiş olan AKP iktidarının Kürt halkına, Kürdistan Özgürlük Hareketi'ne ve Türkiye demokratik güçlerine karşı böyle bir ezme ve imha etme saldırısı içine girmiş olduğu gerçeği tartışma götürmüyor.
İşte böyle topyekün bir faşist saldırıyla Kürt Özgürlük Hareketi ezilmek, Kürt halkı sindirilmek, Türkiye’nin demokratik değerleri geriletilmek ve böylece 12 Eylül darbesinin inşa ettiği faşist-askeri diktatörlük korunmak ve yaşatılmak isteniyor. Bugünkü topyekün faşist saldırının esas amacı budur. AKP de iktidarda kalma ömrünü bu faşist saldırıyla birleştirme çabasındadır. Yani AKP etkilidir ama her şey AKP de değildir; esasta olan faşist kültürel soykırım rejiminin topyekün saldırıya geçmiş olmasıdır. Bu nedenle yaşananları doğru okumak önemlidir.
Peki böyle bir durumda ne yapmak gerekir? Besbelli ki, her şeyden önce yaşanan sürecin doğru ve tam anlaşılması ve ona göre tutum geliştirilmesi önemlidir. Yani tüm özgürlük ve demokrasi değerlerini ezmeyi ve imha etmeyi hedefleyen bir faşist saldırıyla yüz yüzeyiz. Birincisi, bu topyekün bir saldırıdır. İkincisi, karşıtlarını tümden ezmeyi ve imha etmeyi hedeflemektedir. Üçüncüsü de hedeflerini başarana kadar süreklidir. Kısaca mevcut AKP saldırılarını geçici, dar ve sadece seçim kazanma amaçlı görmek yetersiz ve yanlıştır. Kim ki böyle değerlendirirse hem kendini ve hem de halkları yanıltır. Dolayısıyla kendisi hatalı bir duruş gösterip yenilgiler yaşayacağı gibi, halklara ve demokratik güçlere de yenilgi yaşatır.
O halde, en başta içine girilmiş olunan yeni süreci doğru anlamak ve buna göre doğru bir mücadele içine girmek önemli ve gereklidir. Bu nedenle içine girdiğimiz yeni çatışma sürecini geçici görmemek, 1 Kasım'da seçim olacak ve dolayısıyla sadece seçim çalışması yürütürsek yeterlidir yanılgısına düşmemek, tersine uzun vadeli bir varlık ve özgürlük savaşı içine girilmiş olunduğunun bilinciyle hareket edilerek topyekün devrimci-demokratik direnişi geliştirmek gerekir.
Evet, gün mücadele günü, süreç faşist-soykırımcı saldırganlığa karşı topyekün devrimci-demokratik direnişi geliştirme sürecidir. Kuşkusuz böyle bir direniş zordur ve ağır bedeller istemektedir. Fakat özellikle Kürt halkı açısından var olmanın ve özgür yaşamanın da başka bir yolu yoktur. İşte Tayyip Erdoğan’ın, Ahmet Davutoğlu’nun, Yalçın Akdoğan’ın söyledikleri ortadadır. Her açtıklarında ağızlarından kan damlamakta ve küfür-hakaret çıkmaktadır. Bu güçler, Kürt halkı için teslimiyet ve yok olmaktan başka bir şey öngörmemektedir.
O halde var olmanın ve özgür yaşamanın bir tek yolu ortada kalmaktadır. O da direnmek, direnmek ve yine direnmektir. Bedeli, zorlukları ve acıları ne olursa olsun bunları göğüsleyerek mutlaka zafere kadar direnmek gerekir. Halkımızın demokratik öz yönetim ilan ederek ve AKP saldırganlığına karşı barikat savaşına girerek böyle kahramanca bir direniş yolunu seçtiği zaten açıktır. Burada önemli olan, başlatılan bu direnişin zafere ulaşabilmesi için gereken uzun solukluluğu ve yaratıcılığı gösterebilmektir.
İşte bu noktada mevcut direnişin doğru yöntemlerle ve örgütlü bir biçimde yürütülmesi gereği açığa çıkmaktadır. Zaten gerilla kahramanca savaşmaktadır ve faşist saldırganlara hak ettikleri cevabı etkin misilleme eylemleriyle vermektedir. Kürdistan gerillasının nelere kadir olduğunu görmek için geçen otuz beş yıla bakmak, DAİŞ faşizmi karşısındaki Şengal ve Rojava direnişlerini göz önüne getirmek yeterlidir. AKP faşizminin sonu da DAİŞ faşizminden farklı olmayacaktır. Bu nedenle gerillanın bu direnişin öncü gücü olarak rol oynadığını bilmek ve buna dayanıp güç almayı başarmak gerekir.
Bununla beraber halkın topyekün direnişi zafer açısından daha önemli ve belirleyici düzeydedir. Bu direnişin, yani yeni serhildanın yöntemi de açığa çıkmıştır: Kendi iradesini ifade eden demokratik öz yönetimi örgütleyip ilan etmek ve kendi öz gücüyle savunmak! Burada hiç kuşkusuz öz savunma yöntemlerinde yaratıcı ve zengin olmak mutlaka gerekir. Fakat bunun başarısının da örgütlenmekten geçtiği açıktır. Kısaca demokratik öz yönetim olmak demek tüm toplumsal kesimlerin demokratik örgütlülüğünü gerçekleştirmek, öz savunma demek örgütlü toplum haline gelmek demektir.
O halde şu çıkıyor ortaya: Örgütlenelim ve direnelim! Toplum olarak kendimizi örgütleyerek direnişi büyütelim, direnişi geliştirerek toplumsal örgütlenmemizin imkanlarını artıralım! Yani örgütsüz direniş hiçbir sonuç vermez; bunu bilelim. Zalime karşı direnişe dönüşmeyen örgütlenme de hiçbir şeye yaramaz; bunu da iyi bilelim. Bu nedenle AKP faşizminin topyekün saldırılarını yenilgiye uğratabilmek için toplumsal örgütlenme ile demokratik direnişi iç içe ele alalım ve birlikte yürütelim.
Burada şu noktayı da çok iyi bilelim. Devlet ve AKP hükümeti güçlü oldukları için değil, çok zayıf ve yıkılmakta oldukları için bu kadar saldırıyorlar. Topyekün faşist saldırıyla kendi zayıflıklarını gidermek istiyorlar. AKP’nin 7 Haziran genel seçiminde iktidardan düştüğünü dünya alem gördü. Devletin çivisinin çıkmış olduğunu ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu söyledi. İşte böyle çöken, iflas eden, çözüm üretemeyen faşist bir gericiliğe karşı demokratik çözüm mücadelesi veriyoruz. Yine 7 Haziranda seçim kazanmış olan ve Rojava’da DAİŞ faşizmini yenen bir demokratik devrim gerçeğine dayanıyoruz. Biz güçlüyüz, Kürt halkı güçlü, halklarımız güçlü; dolayısıyla sonuçta kazanan mutlaka biz olacağız! İşte böyle bir zafer ruhu ve inancıyla mücadele etmeliyiz ve kazanmalıyız!
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder