HDK Eşsözcüsü Sebahat Tuncel, “7 Haziran’da ortaya çıkan halk iradesini Erdoğan 1 Kasım erken seçimi ilan ederek reddetmiş oldu. Barışçıl, demokratik ve kadın özgürlükçü paradigmadan yana tavır alanlar, barışı destekleyenler, yeni yaşam sürecini destekleyen HDP’den yana tavır aldılar. 1 Kasım’da da barış bloğunu barış cephesini destekleyerek tekrar irade gösterecekler” dedi.
Fransa’da Sol Cephe’nin düzenlediği ideolojik kampa konuşmacı olarak katılan HDK Eşsözcüsü Sebahat Tuncel, Fransa’daki temaslarını, öz yönetim ilanlarını ve 1 Kasım’da yapılacak erken seçimleri ANF’ye değerlendirdi.
Sayın Tuncel Fransa'ya geliş amacınız nedir, hangi kurum ve kuruluşlarla görüştünüz, siyasi bakış açıları nasıldır ve bu görüştüğünüz kurumlardan Kürdistan üzerine edindiğiniz izlenimler nelerdir?
Fransız Sol Cephe’nin Bordeaux kentinde düzenlediği ideoloji kampında Ortadoğu’yu anlatmak için davet edildim. Bu kampa, Fransız Sol Cephesi’nin de dahil olduğu birçok yabancı kesimin içlerinde yer aldığı ve her yıl yaz döneminde düzenledikleri eğitim amaçlı bir çalışmaydı. Başta Kürdistan ve Türkiye olmak üzere Filistin ve İsrail hakkında konuştuktan sonra Tunus’taki ayaklanmayı anlattım. Fransız Sol Cephesi daha çok sosyalist bir perspektiften bakan antikapitalist bir oluşum. Dolayısıyla bu konuda onlarla ortaklaşıyoruz. Özellikle ekolojik ve kadın meseleleri konusunda. Ortadoğu’da, Rojava’da Kürtlerin DAİŞ çetelerine karşı verdiği mücadele ve özellikle kadınların ayaklanması ilgi gören konuların başındaydı.
Bu perspektifte Avrupa'da solun ve sosyalistlerin, Kobanê direnişiyle Kürtlere ilgisi artmış görünüyor. Tabii bu anlamda mücadelenin haklılığı ve de Kürtlerin direnişini takdir ettiklerini ifade ettiler. Türkiye’de ise 7 Haziran seçimlerini sonuçlarını hazmedemeyen AKP’nin Türkiye’yi savaşa sürüklediklerinin farkında olmaları, Kürtlerin barış müzakerelerini devam ettirmelerindeki ısrarını anladıklarını düşünüyorum. Çünkü yorumları bu yönlüydü.
PKK’nin terör listesinde bulunması, Kürt halkına yönelik savaş ve çatışmayı bir şekilde desteklediği yaklaşımının olduğunu biliyoruz. Bu noktada Avrupa Parlamentosu’nda PKK’yi terör listesinden çıkarmak için milletvekillerinin çalışması olduğunu biliyoruz. Ben bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat bu anlayışın Fransız devlet politikası haline gelmesi önemlidir.
Son dönemde özellikle Almanya ve Fransa basta olmak üzere birçok Bati ülkesinin Türkiye'ye Kürt sorunu barışçıl ve silahsız yöntemlerle çözüm önerisinde bulunduklarını görüyoruz. Ama aynı ülkelerin Türkiye ile askeri antlaşmalar yapmak için adeta birbiriyle yarıştıklarını da görüyoruz. Siz bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii bu bahsettiğimiz ülkeler NATO üyesi ülkelerdir. Türkiye de NATO üyesidir. Bu ülkelerin bir çıkar ilişkilerinin de olduğu ortadadır. Ama Ortadoğu politikaları konusunda ortaklaşmayan yönleri de var. Bir yandan AB, bir dönem Türkiye’nin Suriye politikalarını destekledi, ama şimdi özellikle DAİŞ konusunda ortaklaşmadıkları ortadadır. Türkiye’nin koalisyon güçlerine dahil olmasını hem ABD hem de AB ülkeleri istedi. Türkiye bu koalisyona dahil oldu, ama henüz karşıt mücadelede etkin değil. Bir yandan ve hala Türkiye için önemli bir noktadadır. Çünkü yıllardır yürüttükleri ilişkileri, diyalogları var, diğer yandan ise yürüttükleri politikada sorun var. Mesela ben özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’nin DAİŞ’e karşı mücadelesinin Avrupa’da Kürt sorununa yaklaşımını kısmen değiştirdiğini düşünüyorum. Bu açıdan Türkiye’deki müzakere sürecinin barışçıl yöntemlerle çözülmesi konusunda bir yaklaşımı var. Örneğin PKK’nin hala terör listesinde olması çözümün demokratik bir zeminde yürütülmesinin sağlanması, bunun barış ve müzakereye dönüşmesini engelleyen bir durumdur. Çünkü Türkiye PKK’nin bu durumundan yararlanarak, uluslararası diplomasi yapıyor ve PKK ile mücadele ettiğini söylüyor. Bu noktada kalıcı barış sürecinin sağlanması için AB’nin Türkiye’ye PKK ile müzakere yapması konusunda baskı yapması gerektiğine inanıyorum.
Sadece baskı yetmez, kendilerinin de bu süreci desteklemeleri gerekiyor. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, bu çelişkinin ortadan kalkması ancak bununla sağlanır. Kürt sorununun çözümü Ortadoğu’da yeni bir dönümü ifade edecektir. Bu durum başta Türkiye olmak üzere, Suriye, İran ve Irak’ı ilgilendiren çok önemli bir konudur. Dolayısıyla Kürdistan’ı dört parçaya ayıran, bu ülkelerin yeni bir hukuka sahip olmaları gerektiğini de beraberinde getirecektir.
Tam da bu noktada Kürtler buna “demokratik özerk Kürdistan”, “demokratik cumhuriyet” dediler. Dört parça Kürdistan için de benzer örneği destekliyorlar. Demokratik, özerk Kürdistan, demokratik cumhuriyet, demokratik konfederalizm. Aslında uygun olan sistem budur. Ama ABD, AB ülkelerinin başka planları var ve kendi çıkarları doğrultusunda sürece dahil oluyorlar. Kendi çıkarlarına uyan noktaları destekliyorlar, yalnız süreç, çıkarlarıyla çelişirse buna karşı duruyor. Kürt hareketinin DAİŞ’e karşı gösterdiği direniş ABD ve AB’nin dikkatini çekmiş durumdadır. Ama kalıcı çözüm noktasında henüz somut adım attıkları söylenemez.
Batı ülkelerinin Türkiye’ye silah satmaması noktasında HDK’nin girişimlerinden bahseder misiniz ve bu girişimler devam edecek mi?
HDP Eşbaşkanları Türkiye’deki Avrupa Birliği büyükelçilikleri ABD ve İngiltere ile bazı görüşmeler yaptılar. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş İsveç Dışişleri Bakanı ile görüştü. Avusturya Cumhurbaşkanı ile görüşüldü. Barış ve müzakere konusunda HDP’nin yaklaşımını çözüme dair görüş ve önerilerini, Türkiye’deki süreci anlatmaya yönelik girişimlere devam ediyor. Biz halkın kendi öz yönetimini sağlamasında, ülkenin demokratikleşmesinde, aktif siyasetin önünün açılmasından mücadelemize devam ediyoruz. 7 Haziran’da ortaya çıkan halk iradesini Erdoğan 1 Kasım erken seçimi ilan ederek reddetmiş oldu. Barışçıl, demokratik ve kadın özgürlükçü paradigmadan yana tavır alanlar, barışı destekleyenler, yeni yaşam sürecini destekleyen HDP’den yana tavır aldılar. 1 Kasım’da da barış bloğunu barış cephesini destekleyerek tekrar irade gösterecekler.
Kürdistan ve Türkiye gündemine yeniden dönecek olursak 1 Kasım erken seçim sürecine nasıl gelindi? Niçin hükümet kurulamadı?
Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, 2013’te Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın başlattığı müzakere sürecini isteyerek değil de toplumdaki barış talebi nedeniyle “kardeşlik projesi” olarak kabul etmek durumunda kaldı ve toplumda aslında barış talebini karşılıyormuş gibi göründü. Ama hiçbir adım atmadı. 2013’te yapılan görüşmelerde “3 aşamalı” bir projeden bahsediliyordu. İlk ikisi “güven arttırıcı” adımlar, üçüncüsü ise “normalleşme” idi. Güven arttırıcı adımların ilki PKK’nin yani Kürt hareketi üzerine düşün sorumluluklar, ikincisi ise Türk devletinin üzerine düşen sorumluluklardı. Bu ikisi gerçekleştiğinde ise normalleşme süreci başlayacaktı.
KCK çatışmasızlık ilan etti ve güçlerini sınır dışına çekti, ama Türk devleti eşzamanlı olarak bunun gerekliliklerini yerine getirmedi ve gerillanın çekildiği yerlere kalekollar yaptı. Güvenlik barajları yapmaya devam etti. Gözaltı ve tutuklamalar, hukuksuzluklar devam etti. AKP hükümeti anti-demokratik yasalar çıkardı, tabii bu iç güvenlik yasasıyla doruğa çıktı. Dolayısıyla söylemde çözüm ama pratikte çözümsüzlükten yana tavır aldı.
Seçim öncesinde AKP, HDP’yi baraj altında bırakma girişimlerini başlatarak bu savaş politikasını hayata geçirdi. HDP’ye yönelik bombardımanlar, HDP’nin binalarının basılması, Amed mitingindeki bombalama, Erzurum’da otobüs ve insanların yakılmasının özünde bu amaç vardı. AKP’nin bu amaçla asıl hedeflediği de barış müzakerelerini bitirmekti.
Seçim öncesinde AKP, HDP’yi baraj altında bırakma girişimleri başlatarak bu savaş politikasını hayata geçirdi: HDP’ye yönelik bombardımanlar, HDP’nin binalarının basılması, Amed’deki mitingdeki bombalama, Erzurum’da otobüs ve insanların yakılmasının özünde bu amaç vardı. AKP’nin bu amaçla asıl hedeflediği de barış müzakerelerini bitirmekti. AKP’nin fiili olarak başlatmak istediği savaşın karşısında hesaba katmadığı bir şey vardı. O da bir halkın istemesiydi. HDP’nin yüzde 13 gibi bir oranla seçimi kazanması AKP’nin tüm oyunlarını boşa çıkarttı. Buna rağmen, AKP bu halkların kendini yönetme iradesini yok saydı. Çünkü Kürdistan’da halk yerel yönetimlerde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) yerel iktidarda, HDP ise parlamentoda çok güçlü bir temsildir. HDP, Kürdistan genelinde 59 milletvekili batıda ise 21 milletvekili parlamentoya gönderdi. AKP 7 Haziran seçim sonrasında 28 Şubat Dolmabahçe mutabakatının yok saydı, masayı devirdi ve çözüm olanaklarını ortadan kaldırdı. AKP milletvekili Yalçın Akdoğan “Çözüm süreci için HDP’ye oy verdiniz, ama ortada çözüm süreci yok” sözleriyle de kanıtladı. “Süreç artık AKP’ye bağlı değil, demokratik güçlere bağlıdır” sözleriyle HDP ve HDK’nin örgütleyeceği demokrasi cephesinin barış cephesinin aslında süreci yeniden başlatabileceğini düşünüyorum.
Türk devletinin geliştirdiği son dönemdeki çatışmalar ve tutuklamalardan sonra Kürdistan’da öz savunma ve öz yönetim ilanları gerçekleştirildi ve birçoğumuzun kafasında soru işareti uyandırdı. Ama buna cevap olmak için öz savunma ve öz yönetim nedir, halkın buna katılımı ne düzeydedir, bu durum devam ettirilecek mi?
Kürdistan’da halk, devletin mevcut baskıcı, otoriter, Kürt halkının iradesini yok sayan anlayışına itiraz ediyor, buna karşı duruyor ve “Ben kendi kendimi yönetmek istiyorum” diyor. Halkın bu beyanına karşılık Türk devleti şiddet ve baskıyla cevap veriyor. Bugün Kürdistan’a devlet eliyle çıkarılan çatışmanın nedeni budur. Saten öz savunma ve öz yönetim hem HDK’nin hem de HDP’nin programında var. Biz yerel demokrasinin geliştirilmesine, halkın kendi kendini yönetmesine, demokratik özerk yönetimlerin ve özyönetimlerin olması gerektiğine inanıyoruz ve bunu savunuyoruz. Dolayısıyla ortaya çıkan bu öz yönetim kararları bizim için şaşırtıcı değil. Burada sorun olan şey devletin bunu yok sayıp halka savaş açmasıdır. Bu süreçte 80’e yakın kişi yaşamını yitirdi. Türkiye’nin 12 Eylül rejimini halkın kendisini yöneteceği demokratik bir sisteme evriltmek gerekiyor. Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de rejim değişti söylemi ile Erdoğan’ın diktatörlüğüne ve başkanlığına evrilecek bir sistem olmamamı. Bunun için de demokratik, özerk bir yapılanmaya, yeni anayasaya ihtiyaç var.
2013’ten bugüne kadar müzakere sürecinde çok önemli yollar kat edildi, önemli belgeler ortaya çıktı. En son Dolmabahçe Mutabakatı, Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan ile Türk devletinin mutabık kaldığı konulardı. Tayyip Erdoğan bunu devirse de bu mutabakata Türkiye halkları da “evet” dedi. Bu yeniden buna geri dönülmesi, izleme kurullarının kurulması ve Sayın Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve en önemlisi özgürlük koşulları sağlanarak müzakerede eskisi gibi etkin bir rol üstlenmesi için çalışıyoruz. Öcalan’ın sadece heyet ve akrabaları ile görüştürülmesi sorunu çözmüyor. Öcalan ve yanında kalan arkadaşlara devletin tecrit uygulaması kalıcı barışa bir katkı sağlamaz ki, Kürtler ve demokrasi güçleri buna direniyor. Öz yönetim ilanlarında halkın ve KCK’nin beyanlarında Kürt sorununun çözümünde ve Türkiye’ye demokrasinin gelmesi noktasında Öcalan’ın baş müzakereci olarak bu sürece yeniden devam etmesi ortaya çıkıyor.
Devletin müzakereler süresince tuttuğu sözü yerine getirmemesi durumunda yaşanacak çatışma ve gelişen kaostan kimseye faydası yok. Tek çözüm barışın sağlanmasıdır.
Önümüzdeki 1 Kasım seçimi için yapılan anketlere göre, HDP’nin daha fazla, AKP’nin ise daha az oy alacağı söyleniyor. Bu durumda Türkiye ve Kürdistan’ı neler bekliyor?
1 Kasım seçimlerinde mevcut durumun üç aşağı beş yukarı devam edeceğini düşünüyorum. 4 parti parlamentoda olacak. HDP’nin baraj sorunu yok, hatta daha güçlenerek, çıkardığını düşünüyorum. AKP’nin faşizan savaş politikasına karşı insanların barıştan yana tavır göstereceklerini düşünüyorum. 1 Kasım seçimi tesadüfen 1 Kasım Kobanê gününe denk geldi. 1 Kasım Dünya Kobanê gününde nasıl ki tüm dünya Kobanê için sokağa çıktığıysa ben 1 Kasım seçim gününde de barış ve özgürlükten yana olanlara sandıkta AKP’nin savaş politikalarına dur diyeceklerine inanıyorum. AKP tek başına iktidar olma, Erdoğan da başkan olma hayallerini gerçekleştiremeyecekler. Barış ve özgürlük kazanacak, halk iktidara gelecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder