Ruhumuz, yüreğimiz burkularak izledik Zergelê katliam görüntülerini. Ne de alıştırıldık bu görüntülere. Ne de acıyı içimize gömmeyi kanıksadık. Acılarımızla büyümeyi, acılarımız üzerinden mutlu günlerin düşlerini kurmayı. Çünkü bize kalan acılar arasından mutluluk düşleri kurmaktı.
Yitip gidenlerin ardından gözyaşı dökerken onlar için yaşamayı bir yük gibi omuzlamayı bir kader ettiler bize. Bu kez yükü devreden Zergelê oldu. “Onlar PKK’li” diyerek cellatlıklarını sıradanlaştırmayı, öldürmeyi kendilerine bir hak görmeyi dilleri döndükçe anlattılar yine. Hem de gözlerimizin içine baka baka yaptılar.
Peki PKK kampı, denilen Zergelê neresidir, nasıl bir yerdir?
Zergelê köyü doğu-batı yönünden bir birine paralel uzanan kandil dağlarının arasında kalan derin vadinin içine kurulmuş bir Güney Kürdistan köyü. Batısındaki Diyana kenti ile doğusundaki Ranya kentini birbirine bağlayan ana caddenin ortasında geçtiği bir köy. Köyün hemen yanında bıçak gibi yükselen dağlar ormanla kaplı. Zergelê ismi Sorani’de vadinin başı anlamına gelir. Zergelê köyünün ortasında köyün yaşam damarı küçük bir çay geçer. Köyde hayvancılık temel yaşam kaynağıdır.
1 Ağustos şafağında gerçekleşen katliam ilk değildir. 1970’li ve 80’li yıllarda Irak ve İran rejimleri de Zergelê’de katliamlar gerçekleştirmişler. 1 Ağustos katliamı bu coğrafyada ve Zergelê yaşatılan katliamların sadece son halkası.
‘EVLADIM BURADAKİ HER ÖLÜM ERKEN ÖLÜMDÜR’
Zergelê köyündeyiz. Günlerdir katliam yerinde incelemelerde bulunan heyetleri takip ediyoruz. Yıkıntılar arasında dolaşıyoruz. Onlarca Kürt köylüsünün uykularındayken yakalandıkları bombardımanın yıkıntıları arasındayız. Kesif kan ve barut kokusu. Etrafa savrulmuş ev ve mutfak eşyaları, kitaplar, oyuncaklar, ayakkabılar, paramparça olmuş elbiselerin üzerinde masum Kürtlerin kurumuş kanı...
Binlerce briketin etrafa savrulduğu katliam yerinde her bastığımız brikete veya toprak birikintisine ‘altında masum insanların bedeninden parçalar olabileceği’ ruh haliyle sakınarak, çekinerek molozların arasında yürüyoruz.
Böylesi anlarda bütün yitirdiklerinizi hatırlarsınız. Erken ölümler gelir akıllara. 2011’de yine Türk savaş uçaklarından kaçarken 75 yaşlarındaki bir annenin, “evladım buradaki her ölüm erken ölümdür” sözünü anımsıyoruz. O anne Kortek Katliamı’nda bebek Solin’in parçalanmış bedeninden söz ederken söylemişti bu sözleri...
8 masum insanın can verdiği, 15’in ise hayatlarının sonuna kadar bedenlerinde izler taşıyacağı bir katliam... yakınlarının ise yüreklerinde hiçbir zaman dinmeyecek bir acı...
katliamın üzerinden 5 gün geçti ve katliamda yaşamını yitirenlerin aileleri ve saldırıdan yaralı kurtulanlarla birlikte enkazı dolaşıyoruz.
Anaların, genç kızların, yaşlı amcaların ağıtları yürek yakıyor. Aralarından bazıları katliam yerine gelemeden kendilerinde geçiyorlar. Yardımlarına yine yakınları yetişiyor. Ayıltıyorlar, acılarını paylaşarak azaltmaya çalışıyorlar.
Böylesi zamanlarda insanları teselli edecek cümleler yoktur. Söyleyeceğiniz hiçbir söz kar etmez. Acılar en saf haliyle yaşanır.
‘BU MUDUR MÜSLÜMANLIK’
Bombardımandan sağ kurtulan bir ana yaralı bacağıyla enkazın arasında dolaşıyor, kaybettiklerine ağlıyor. Olayı yeniden yaşıyor, göz yaşları hiç dinmiyor.
Yaşlı bir amca kolunda katliamdan arta kalan yarasıyla yanı başımızda beliriyor, yüzünde çaresizlik, gözleri derinlere dalmış...
Bir genç bombardıman esnasında evlerin birinden savrulan bir seccadeyi HDP heyetine ve kameralara tutarak, ‘’Bu mudur Müslümanlık?’’ diye haykırıyor...
Katliamda yakınlarını kaybeden bir genç kadın enkaz alanına çekingen adımlarla ilerliyor. Kucağında taşıdığı bebeğiyle yıkıntılara ulaşmadan ağlayarak gerisin geriye koşarak katliam alanından uzaklaşıyor...
Katliamda yaşamını yitiren 3 çocuk babası Necib’in eşi ve çocuklarını yaşamını yitirenlerin fotoğraflarını taşırken ve katliamcıları lanetlerken görüyoruz...
Necib’in oğlu alanın güvenliğini sağlamakla görevli bir gerillaya sarılarak ağlıyor, dostun ve düşmanın kim olduğunu gözler önüne seren ve yorum gerektirmeyen bir kareyle karşılaşıyoruz.
Katliamda yaşamını yitiren bir diğer köy sakini Karox... Eşi katliamın yaşandığı yerde bebeğini emziriyor...
Görenlerin yüreğini parçalayan feryatlar yükseliyor gökyüzüne...
Yaşlı bir amca kahpe düşmana karşı yapabileceği bir şeyi olmamasına hayıflanıyor. Öyle ya, onların çağında yiğitlik, mertlik teke tek döğüşlerde sınanırdı. Silahlar çatılır, çatışılır, kimin mert kimin namert olduğu er meydanında anlaşılırdı. Ama bu çağda hiç görmediğiniz, sesini duyduğunuzda çoktan olanların olduğu uçaklar, kazan bombaları, akıllı roketler kullanılıyor artık...
Ve bu çağ “ tüfek icat oldu mertlik bozuldu” zamanlarını çoktan aştı.
Katliamın mağdurları ve tanıklarından katliamı dinliyoruz. Katliamın detaylarını, yaşayanların anlatımlarıyla öğreniyoruz.
BİR DAHA YAŞAMAK İSTEMEZSENİZ AMA…
Mesleğin gereği olarak insanları dinliyor, zor zamanlarında onları konuşturmaya çalışıyoruz. Bir katliamdan sonra katliam yerinde bulunmak günlerce olayın etkisinden kurtulamamaya yol açar. Katliamı yaşamış olanlar ise hayatları boyunca bedenlerinde ve ruhlarında o anın izlerini taşırlar. Eğer katliamı yaşamış birisiyle konuşursanız bu etki size de geçer. Onun için eğer böyle bir ana tanıklık ettiyseniz bir daha böyle bir anı yaşamayı, böyle bir yerde bulunmayı hiç istemezsiniz. Ama biz yaşadık. Hem de bir kere değil birkaç kere…
Ve hep bir daha böyle bir anı yaşamamayı diledik.
Yıkıntıların arasında dolaşırken 4 yıl öncesine gidiyoruz.
Yine aylardan Ağustos, yıl 2011. Yer Kortek…
Etrafa savrulmuş insan parçaları, aynı kesif kan ve barut kokusu.
Kandil semalarını yırtan F 16’ların dinmeyen zulüm homurtuları.
Yerlerde acımasızca son bulan hayatlar.
Ansız ve amansız alınan canlar. Feryatlar, ağıtlar…
Minik Solin gelip gözlerimizin önünde duruyor. Zergelê’de yıkıntılar arasında dolaşırken. Bir filmi, bir korku filmini yeniden izler gibiyiz. Ölüm filmi, kan filmi…
Ama zalim soytarıların saraylarından kadeh mezesi olarak sunulan bu can alma, kan dökme sahnelerini bir kez daha izlemek durumunda kalıyoruz. Film başa sarılıyor, yeniden ve yeniden…
Bir hafta önce cıvıl cıvıl hayat dolu evler şimdi bir yıkıntıdan ibaret. Belki bir daha hiç kimse buraya ev yapmayacak. Yaşamını yitirenlerin hikayeleri dilden dile dolaşacak. Yaşlılar gençlere, çocuklara düşmanın nasıl bir şey olduğunu bu katliam üzerinden anlatacak artık.
Tıpkı Enfal’de, Halepçe’de, Dersim’de, Roboski’de, Suruç’ta olduğu gibi…
Zalimin zulmünün, düşmanın acımazlığının sembolü olacak Zergelê.
Sadece 8 can düşmedi toprağa. Zergelê artık eski Zergelê olmayacak. Kinler büyüyecek, fedakarlık, cesaret kavramları Zergelê halkınca yeniden tanımlanacak. Bir yaşlı nineyi kurtarmak için onlarca insanın nasıl canlarını hiçe saydıkları konuşulacak.
Bir de ihanet ve işbirlikçilik anlatılacak. Kandil’i ortak düşman görenlerden hesap sorma kini ve bilinciyle büyüyecek çocuklar.
Kadınlar tıpkı Ozan Ahmet Arif’in dediği gibi çocuklarına “Bunlar engerekler ve çiyanlardır. Bunlar ekmeğimize, aşımıza göz koyanlardır” diyecek ve yeni nesilde yine böyle büyüyecek. Bir annenin kameralara “Barzani cehşê Erdoğane”(Barzani Erdoğan’ın işbirlikçisi-uşağıdır) dediği gibi tanıtacak kimin ne olduğunu.
Yaşamını yitiren 3 çocuk babası Necib’in son sözlerinin “Erdoğan bütün Kürtlerin düşmanıdır. Ama Erdoğan kaybedecek. Kürtler kazanacak” cümleleri Kürtlerin hafızasına kazınacak.
…
Türk devlet yetkilileri, Zergelê’nin köy olduğunu, yaşamını yitirenlerin sivil olduğunu hala kabul etmiyor. Olup bitenler bütün çıplaklığıyla gözler önünde olmasına rağmen “iddia” demeye devam ede dursunlar. Barzani ve hükümeti, katliamın faillerini değil PKK’yi suçlasın. Kandil halkı bu acımasız gerçeği hiçbir zaman unutmayacaktır.
Kandil halkından tıpkı 4 yıl önce İran ordusunun bombardımanına Türk savaş uçaklarının saldırılarının eşlik ettiği günlerdeki gibi, inadına topraklarını bırakmıyor. Ölümüne topraklarına sarılıyor. 50 yıldır savaşın içerisinde olan bu halk acılarını sarmaya başlamış bile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder