6 Ağustos 2015 Perşembe

Karayılan: Bizi savaşla yok etmek istiyorlarsa buyursunlar!

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, AKP hükümeti, Kürt halkına karşı topyekûn bir savaş başlattığını söyledi. Karayılan, Türk devletinin gerilla alanlarına yönelik tarihin en büyük hava saldırılarını gerçekleştirdiğini ama fiyaskoyla sonuçlandığını belirtti.


Saldırılara karşı gerillanın şimdiye kadar sadece savunma çerçevesinde misilleme hakkını kullandığını belirten Murat Karayılan, şunları söyledi:
“Gerillanın şimdi yaptığı, savunma hakkıdır. Meşru savunma hakkı çerçevesinde misilleme eylemlerini yapmaktadır ama süreç artık başlamıştır ve bu süreç daha da derinleşecek, bizim de topyekûn savaşa karşı topyekûn direniş sürecimiz gündeme girecektir… Madem onlar bizi savaşla yok etmek istiyorlarsa buyursunlar; yapabiliyorlarsa yapsınlar. Onlar gelişmiş istihbarat imkanlarına ve yüksek teknolojilerine güvenerek bizi yok edeceklerini sanıyorlar. Buyursunlar etsinler bakalım…
Ama tekrar söyleyeyim; Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü çerçevesinde düşünen, Türkiye’yi gerçekten seven bütün güçlerin AKP’nin bu savaş çığırtkanlığının Türkiye için yarattığı tehlikeyi görmeleri gerekiyor. Biz dürüstçe ve samimice çözüme açık olduğumuzu söyledik ama onlar şimdi bizi bombalarla yok etmek istiyorlar. Yok etmek istiyorlarsa o zaman biz de kendi yöntemlerimizle hem kendimizi ve halklarımızın iradesini savunma, hem de kendi çözümümüzü pratikleştirme seçeneğine yönelmek durumundayız ve şimdi bu seçenek gündemdedir. Devrimci Halk Savaşı seçeneği artık halkımız için tek seçenek haline gelmiş bulunmaktadır. Buna kararlıca yönelmek ve sonuç almayı başarmak öncelikli görevimiz durumundadır. Bu kez bizim başarı şansımız daha yüksektir. Halkımıza, şehitlerimize ve bütün dostlarımıza verdiğimiz sözlere bağlı kalmak ve bu konuda gereken fedakarlık ve cesaret ne ise onu göstermek durumundayız.”
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan son gelişmelere ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Bu yılın Newrozu’ndan bu yana kötüye giden çözüm süreci, 24 Temmuz günü itibarıyla resmen bitmiş oldu. Bu konuda özellikle AKP çevreleri ve yandaş medyası, süreci hareketinizin bozduğunu salık veriyor. Bu konuda ne dersiniz; süreci siz mi bozdunuz?
Sorunuza cevap vermeden; öncelikle Zergelê katliamında yaşamını yitiren tüm insanlarımızı rahmetle anıyor, ailelerine ve Zergelê köyü halkına, yine Kandil eteklerindeki tüm halkımıza ve Güney Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Biz savaşçılar olarak her gün şehit veriyoruz ama her şeyden habersiz evinde oturan, özellikle de hamile anne başta olmak üzere savunmasız insanlarımızın şahadete ulaşması bizleri daha çok acıtıyor. Onların bu vahşet sonucu şahadete ulaşmaları bizim için mücadelede daha da kamçılayıcı bir rol oynayacaktır. Onların anısını demokratik-özgür bir Kürdistan’da yaşatma sözünü veriyoruz.
Yine Şengal fermanının birinci yıldönümünü karşılamış olduk. Bu vesileyle Şengal’de şahadete ulaşan ve direnen bütün kahramanları, yine katliama tabi tutulan bütün Şengal fermanı şehitlerini anıyor, onların anılarını Şengal’i ve Kürdistan’ı özgürleştirme mücadelesinde yaşatacağımızı belirtiyor, bunun sözünü bir kez daha veriyorum.
SÜRECİ ERDOĞAN VE AKP BOZDU
Şimdi sorunuza gelecek olursam; gerçek şu ki Recep Tayyip Erdoğan ve AKP, Kürt sorununun demokratik yollarla çözümüne samimi yaklaşmadı. Hep seçim ve oy hesabıyla yaklaştılar. 2013 Newrozu’nda Önder Apo’nun yayınladığı deklarasyon çok önemli ve tarihsel bir içeriği taşıyordu. Biz o deklarasyonun çerçevesine bugün de katılıyoruz. O zaman da çok samimi yaklaştık. Gerekenleri yapmak için kararımızı basın toplantılarıyla kamuoyuna açıkladık. Bu temelde geri çekilmeyi pratikleştirme sürecine koyduk ama AKP hükümeti ve devleti üzerine düşeni yapmadı. Şimdi, ‘geri çekilme sözünü yerine getirmediler’ diyorlar ya; bu büyük bir çarpıtmadır. Geri çekilme süreci AKP hükümeti görevini yapmadığı için durdu. Yasal ve anayasal düzeltmelerin yapılması gerekiyordu ama bunlar yapılmadı.
2015 Newrozu yaklaştığında ise; Önderliğimiz çözüm sürecini bütün gücüyle gündemleştirdi. 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı yayınlandı. İzleme Heyeti de belirlendi. Eğer İzleme Heyeti İmralı’ya gitmiş olsaydı, bu süreç tamamlanmış olacaktı ve Önder Apo’nun yapacağı çağrı temelinde biz de kongre toplayıp gerekli kararları alacaktık. Ancak Erdoğan buna da bizzat müdahale etti. Önce 15 Mart’ta, ‘Kürt sorunu diye bir sorun yok’ dedi. Peşi sıra ise, sırasıyla ‘İzleme Heyeti’ne katılmıyorum’, ‘Dolmabahçe’ye de katılmıyorum’, ‘masa falan yok’ dedi. Kısaca bir darbe yapar gibi süreci Erdoğan durdurdu.
Neden durdurdu?
Çünkü, o zamana kadar ateşkes koşullarında seçime giderek ‘istikrarı biz yaratık’ diyerek oy topluyorlardı. Ama anket sonuçları, ateşkesin artık oy getirmediğini görünce çark ettiler ve gerginlik siyasetini gündemleştirdiler.
Biz ise buna rağmen süreci tek taraflı olarak sürdürdük. Ateşkesin koşulları olan karakolların ve askeri amaçlı barajların yapımı durdurulmadığı gibi Ağrı-Diyadin saldırısı oldu. En son ise seçim sonrası, 30 Haziran’da uçak saldırısı gerçekleşti. Biz o zaman, ‘Türk devleti ateşkesi bitirmiştir’ dedik. Bakın, ‘kendimiz bitirdik’ demedik. Tek taraflı yürüttüğümüzü söyledik. Karşı tarafın ateşkesi ihlal ettiğini, bitirdiğini ifade ettik. Yani tek taraflı bir biçimde ateşkesi hiçe sayma, ayaklar altına alma girişimleri zaten vardı. Oysa 7 Haziran seçimlerinin sonuçları, Türkiye toplumunun barıştan ve demokrasiden yana iradesini ortaya koymuştu. Ama AKP gittikçe gerginliği arttırdı. Çünkü 7 Haziran seçim sonuçlarını kabul etmiyor, çözüm sürecinden dolayı bu sonucun ortaya çıktığını düşünüyor, dolayısıyla yeni bir savaş dönemi açarak erken seçime gidip aklı sıra bunu telafi edeceğini hesap ediyor. Bu yüzden 24 Temmuz’da hareketimize karşı tek taraflı olarak alınmış bir kararla  topyekûn savaş ilan edildi ve saldırı başlatıldı. Yani burada bizim değil karşı tarafın ateşkesi bozma durumu açık ortadadır.
CEYLANPINAR MERKEZİ PLANLANMIŞ BİR EYLEM DEĞİL
Gerekçe olarak ise Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi olayını gösteriyorlar.
Ceylanpınar’daki iki polisin öldürülmesini gerekçe olarak göstermeleri büyük bir sahtekarlıktır. Herkes de biliyor ki, daha 15 gün öncesinden Bülent Arınç, ‘onları zor günler bekliyor; görecekler’ dedi. Yani önceden karar almışlardı, hazırlıklarını yapmışlardı. İki gün içinde  topyekûn bir harekatın başlatılması mümkün mü? Belli ki önceden hem topluma dönük operasyon, hem de Medya Savunma Alanları’ndaki merkezlerimize dönük kapsamlı bir hava saldırısı, karadan da top ve tank atışı saldırısı planlanmış, büyük ve kapsamlı bir harekatın kararı alınmış ve hazırlıkları yapılmış. Yani her şey planlı bir biçimde geliştirilmiş.
Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi bizim merkezi bir kararımızla yapılmış bir eylem filan değildir. Hatta resmi bir birimimizin yaptığı bir eylem bile değildir. Kendine ‘Apocu Fedailer’ diyen bir grup tarafından yapılmış bir eylemdir. Biz de zaten bunu böyle açıkladık. Hemen buna sarıldılar. Oysa hükümet tarafından daha önceden karar alınmış, hazırlıkları yapılmış ve bilinçli olarak 24 Temmuz gününde saldırıyı başlatmışlardır.
AKP TOPLUMU YANLIŞ YÖNLENDİRMEKTEDİR
Niye 24 Temmuz?
24 Temmuz gününün şöyle bir özelliği var: 24 Temmuz, Kürdistan halkının uluslararası düzeyde inkarını tasdikleyen Lozan Anlaşması’nın imzalandığı gündür. Bu günün bilinçli tercih edildiği açık ortada. Dolayısıyla herhangi bir biçimde bizim süreci bozduğumuz yönünde hiçbir durum söz konusu değildir. Tamamen seçim sonuçlarını kabul etmeyen ve savaşla seçime gitmek isteyen AKP’nin tek taraflı kararlaşması ve saldırısı temelinde ateşkes bozulmuştur.
Bu gerçeğe rağmen AKP büyük bir dezenformasyonla toplumu yanlış yönlendirmektedir. Önder Apo’nun yurtdışına çekilmeyi istediğini, yönetimin bunu yapmadığını, bir bütün olarak hareketin verdiği sözü yerine getirmediğini söylüyorlar. Bu büyük bir yalandır. Sözünü yerine getirmeyen Türk devletidir. Tarih boyunca Türk devleti sürekli Kürtleri kandırmak istediği gibi, AKP de aynı şeyi yapmak istemiştir. Sözünü yerine getirmeyen AKP ve Türk devletidir. Ayrıca yurtdışında da sadece 2015 yılında bizim 2 bin civarında eylem yaptığımız yalanını yapıyorlar. Bunların hepsi büyük bir çarpıtmadır, böyle bir şey yoktur. AKP, Türk siyasetinin Kürdistan’daki bir karakteristik özelliği olan yalan siyasetini havuz medyası yoluyla geliştirerek toplumda yanlış bir algı oluşturmaya çalışıyorlar.
Kürt Özgürlük Hareketi’ni güçten düşürme, HDP’yi baraj altına düşürme ve MHP’nin oylarını kendine çekme suretiyle 400 milletvekiline ulaşma amacıyla bunu yaptıkları açık ortadadır. Bunu gizleyemezler. Bu nettir. Zaten Türkiye’deki birçok değerli, tarafsız, demokrat aydın da bunu açıkça söylüyor. Yani burada ateşkesi bozan, saldırıya geçen bir devlet var ve AKP’nin öncülüğündeki bu devletin Kürt halkına, Türkiye’deki sol-demokratik güçlere karşı bir savaş başlatma durumu söz konusudur.
APOCU HAREKETE YÖNELMEK, DAİŞ’E HİZMET ETMEKTİR
AKP süreci bozarken, ‘DAİŞ, PKK ve DHKP-C’ye operasyon yapıyoruz’ dedi. Ancak bazı küçük çaplı yönelimler dışında bütün yönelimler hareketinize ve yurtsever Kürt insanlara dönük oldu. AKP’nin bu şekilde bir açıklamada bulunmasının özel nedeni var mıdır?
Şimdi şurası bir gerçek: Erdoğan bu savaş sürecini erken seçimi kazanmak için kararlaştırıp gündeme koydu. Bu bir yönüdür. İkinci yönü ise, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin Kuzey’de ulaşmış olduğu düzey, Türkiye sol-sosyalist-demokratik çevrelerle kurmuş olduğu ortaklık ve 7 Haziran seçimlerinde elde ettiği başarı, Türkiye’deki ulusalcı, tekçi ve devletçi kesimler ile özellikle de devlet erki içindeki derin devlet güçleri diyebileceğimiz kesimleri oldukça tedirgin etmiştir. Buna ek olarak Rojava Devrimi’nin DAİŞ’in, El Nusra’nın bütün saldırılarına rağmen ayakta kalması ve hatta Cizîre ve Kobanê kantonlarını birleştirerek güçlü bir düzeye ulaşması da bu çevreleri çok korkutmaktadır. İşte AKP’nin bu savaş kararını almada dayanmış olduğu ikinci güç katmanı da bu çevrelerdir. Yoksa Erdoğan tek başına geçici hükümet eliyle böyle bir kararlaşmayı geliştiremezdi. Burada devlet içindeki bazı kesimlerin de rolü vardır.
Yine Erdoğan Rojava’daki devrim sürecini boğmak için El Nusra ve DAİŞ gibi örgütlerle ileri düzeyde ilişkilere girdi. Bu da uluslararası güçlerin eleştiri ve baskılarına yol açtı. Ama bunlar da devrimi önleyemedi. Bu nedenle şimdi daha geniş bir yelpazeden yaklaşarak hem ‘DAİŞ’le savaşa giriyorum’ havasını yaratmak, hem de kendisine rağmen kendisini uluslararası güçlere kabul ettirme sürecine girmiş olan Rojava Devrimi’ni baskılama sürecini geliştirmek ve giderek uluslararası güçlerden tecrit etmeyi hedefleyen yeni bir strateji temelinde bu yeni savaş hamlesini tüm Kürt halkına karşı başlatılmış olmaktadır.
Bunu kamuflaj etmek için ise sizin belirttiğiniz senaryo oluşturuldu: Önce DAİŞ’in içerisindeki elemanları yoluyla Suruç katliamı yapıldı; orada Türkiye sosyalist hareketinden gencecik yoldaşlarımız katledildi. Arından ise yine DAİŞ’in içindeki elemanları yoluyla Elbeyli sınırında da bir askerin ölümüne yol açan bir saldırı yaptırıldı. İşte buna dayanarak, ‘DAİŞ’e, PKK’ye ve DHKP-C’ye ortak operasyon yapıyorum’ deyip Kürdistan halkına karşı saldırıyı başlatmış oldu. Biliniyor; Ortadoğu Bölgesi’nde DAİŞ’in adeta Timurleng ordusu gibi Suriye ve Irak’ta ilerleyişine ‘dur’ diyen ilk güç Şengal’de PKK’dir. Kürtler 3 yıldan bu yana çetelere karşı direniyor. Özellikle de 3 Ağustos 2014’ten bu yana bölgede DAİŞ’e karşı en çok savaş veren, Cêlavla’dan Kobanê’ye kadar durdurulmasına yol açan hareket, Apocu harekettir. Apocu hareket ile DAİŞ bugün can düşmandır. Şimdi eğer bir güç bu Apocu harekete karşı saldırı başlatmışsa, bu, her şeyden önce DAİŞ’e hizmet etmek anlamına gelmektedir ve bu doğrudan DAİŞ’e nefes aldırmak, yükünü hafifletmek ve onu yaşatmak için başlatılmış bir operasyondur.
AKP VE DAİŞ İDEOLOJİK OLARAK AKRABADIR
DAİŞ’e saldırı hikayedir; ne doğru dürüst tutukladığı DAİŞ üyesi vardır, ne de öyle doğru dürüst bir saldırısı vardır. Kendi projesini kamuflaj etmek için bu tür yöntemler kullanıyor. Sözüm ona bu manevrasıyla uluslararası güçleri kandıracağını düşünüyor ama kimse bunu yutmamıştır. AKP’nin DAİŞ’e karşı savaşta samimi olmadığını ve esas olarak DAİŞ’i perde olarak kullanıp da PKK’ye, Kürtlere, demokrasi güçlerine karşı savaş başlattığını, bununla da DAİŞ’e destek sunmakta olduğunu gören çevreler vardır.
Özcesi, AKP, DAİŞ’in fikir ikizidir, ideolojik akrabalıkları vardır. AKP, DAİŞ’in hem Kobanê’deki ve Girê Spî’deki yenilgisi ve hem de HDP’nin 7 Haziran’daki başarısını hazmetmediği için bu savaşı bize karşı başlatmıştır. Bununla hem Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve Türkiyeli sol-demokratik güçlerin iradesini kırıp zayıflatmak, HDP’yi baraj altına düşürmek ve hem de Rojava’daki devrim sürecinin önüne geçmeyi arzulamaktadır.
Şimdi bu artık kesin ve net bir biçimde anlaşılmıştır. Bu savaşı geliştirmedeki bir amacı seçimi kazanmak, ikinci amacı da Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni ve Türkiye’deki sol-sosyalist-demokrasi güçlerini darbelemek, Rojava Devrimi’ni boğmaktır. Bunun için yönelimi bu tarzda başlatmışlardır.
YPG’LİLERİN CENAZESİNİN VERİLMEMESİ, ÇÜRÜMÜŞ BİR AKLIN ÜRÜNÜDÜR
Günlerdir hem Halil İbrahim hem de Mürşitpınar Sınır Kapısında onlarca YPG/YPJ’linin cenazelerini de bekletiyorlar. Halkın buna karşı tepkisi gelişti. Bugün cenazelerin ailelere verileceği belirtildi...
Öncelikle DAİŞ’e karşı mücadelede şahadete ulaşmış olan bu halk kahramanlarını saygıyla anıyorum. Onlar Kürt halkının aydınlık yarınlarını savunan, bunun için gözünü kırpmadan ölümün üzerine yürüyen ve derin sömürgeciliğin Kürdistan’a yönelik yapmış olduğu kirli planları boşa çıkaran birer kahramandırlar. Böylesine kutsal bir insanlık davası yolunda yaşamını yitiren bu değerli insanların cenazelerine bile tahammül etmemek, AKP aklının ne kadar çürümüş olduğunu göstermektedir. Kendisine İslam maskesi takan AKP’nin takınmış olduğu bu tutumun hiçbir dinde yeri yoktur.
Doğrudur, cenazelerin ailelerine teslim edildiği haberleri geliyor. Burada kuşkusuz kendi öz evlatlarına sahip çıkan Botan halkının eşsiz çabalarının sonuç alması durumu söz konusudur. Botan halkının günlerdir sergilediği tutum takdire şayandır. Bir kez daha halkımıza bu tutumundan dolayı teşekkür ediyor ve yönetimimiz adına kendilerini selamlıyorum.
HAVA SALDIRILARI ‘FİYASKO’
24 Temmuz gününden bu yana Türk ordusu tarafından Medya Savunma Alanları’na yönelik yoğun bir şekilde sürdürülen hava saldırıları ve top atışları söz konusu. Türk ordusuna bakılırsa büyük darbeler almış görünüyorsunuz. Bu hava saldırıları gerçekte ne kadar etkili oluyor?
Evet, bu saldırılar başladıktan bugüne kadar geçen 13 günlük süre içerisinde hemen her gün hava saldırıları ve karadan tank, top ve obüs atışları yapılmaktadır. TC tarihinin en büyük hava saldırısı bu dönemde gerçekleştirildi. İlk gün, kesintisiz 16 saat sürdürülen bir hava saldırısı durumu yaşandı. Daha sonraki günlerde de benzer saldırılar gerçekleşti. Tek cümleyle, ‘sonuçları fiyaskodur’ diyebilirim. Geliştirmiş olduğu hava saldırılarının bize verdiği ciddi bir kayıp yoktur. Doğru; Şehit Şervan gibi çok değerli komutan arkadaşlarımızı şehit verdik. Şimdiye kadar 8 arkadaşı hava saldırısıyla, 2 arkadaşı da sınırda Türk ordusunun döşemiş olduğu kara mayınına basmaları sonucu şehit verdik. Toplam 10 şehidimiz var. Zergelê’de de 8 sivil insanımız şehit edilmiştir. Yine gerilla güçlerimizden 15 kadar, sivil halktan da 11 kadar yaralımız vardır. Bunun dışında herhangi bir kaybımız yoktur. Tabi maddi zayiat, ormanların yakılması, vb. verilen tahribatlar vardır fakat can kaybı bakımından sonuç böyledir. Bunun dışında herhangi bir kaybımız söz konusu değildir. Bu açıdan da, bu saldırı dalgası şimdiden boşa çıkartılmıştır; sonuçları TC Devleti açısından gerçek bir fiyaskodur. Bu konuda güçlerimizin tecrübeli olduğu biliniyor. Yine gerillanın yüksek bir disiplin, fedakarlık ve askeri performansla kendini savunma yöntemlerinde oldukça tecrübeli olma gerçeği var. Yürütülen hava ve top saldırılarının tümüyle boşa çıkartılmasının temel nedeni budur.
DAYATMALARA KARŞI ÖNDER APO DİRENİYOR
Bu saldırıların yanı sıra Sayın Öcalan üzerinde yürütülen tecrit politikası da devam ettiriliyor. Niye görüşme yaptırılmıyor?
Bu saldırıların esas bir amacı da Önder Apo’nun iradesi üzerinde baskı kurmaktır; kendi çizgilerini ona dayatmak ve geri adım attırmak istiyorlar. Önder Apo’nun ise buna karşı direndiğini biliyoruz. Şimdi Önder Apo üzerinde niye tecrit uygulanmaktadır; niye hiçbir görüşme yaptırılmıyor? Çünkü eğer görüşme olursa Önder Apo AKP’nin ve Türk devletinin bu alçakça ikiyüzlülüğünü ve Türkiye halklarını kandırma manevralarını deşifre edecektir.
AKP hükümeti sözünde durmadı, samimi yaklaşmadı, ahlaklı bir duruşu sergilemedi. Eğer birazcık ahlak ve vefa olsaydı binlerce kere görüşmüş olduğu Önder Apo’ya dönük bu biçimde baskı oluşturmaz, tecrit uygulamazdı. Bunların yaptıkları basit polisçilik oyunlarıdır. Sözüm ona Önderlik üzerinde tecrit kuracak, hareketin yönetimini de bombardımanla baskı altına alacak, böylece geri adım attıracaktır. Bir halkın iradesini kırmak ve özellikle de fedailer ordusu olan Apocu harekete geri adım attırmak mümkün müdür? Şimdiye kadar gelişen tüm süreçlerde ortaya çıkan sonuç, bunun mümkün olmadığıdır. Şimdi de mümkün olmayacaktır.
GERİLLA SAVUNMA EYLEMLERİ YAPIYOR
Bu hava saldırılarına paralel olarak Kuzey Kürdistan’da gerillanın da askeri olarak bir hareketliliği başladı. Geçen zaman dilimi içerisinde gerçekleştirilen çok ciddi eylemsellikler de oldu...
Bu topyekûn saldırıya karşı tabii ki kurbanlık koyun gibi boynumuzu uzatacak değiliz; gerilla olarak biz de savunma hakkımızı kullanmak zorundayız. Şimdiye kadar gerilla henüz kendi taktiksel hamlesini yapmış değildir, kendi planını henüz hayata geçirmiş değildir. Şimdi gelişen saldırılara karşı kısmi bir misilleme faaliyeti söz konusudur. Bu konuda ben daha fazla bir şey belirtmek istemiyorum, yalnız bu topyekûn saldırı karşısında bizim de söyleyeceklerimiz ve yapacaklarımız vardır. Bunu geliştirenler bunun hesabını verecektir. Türk basınına göre bugün itibarıyla Türk güvenlik kuvvetlerinin resmi ilan edilen kaybı 23’müş. Bu, gerçeğin yüzde 10’u bile değildir. Gerçekleri toplumdan gizliyorlar. Kayıplarını vermiyorlar. 10 kayıp vermişlerse, basına 1’ini veriyorlar. Biz burada ‘çok asker ölsün’ demiyoruz fakat savaşın bir faturası vardır. AKP hükümeti ise bu faturayı Türk kamuoyundan gizlemektedir. Gerçekleri halktan gizleyerek hiçbir yere varamazlar.
Zergelê’de katliam olmuş, köy bilinçli vurulmuş; savaş uçakları köyü vururken keşif uçağı da faaliyettedir. Yani keşif uçağı tespit ediyor, savaş uçağı da vuruyor. Hem de bir sefer vurmuyor; ilk önce bir roket atılıyor, bir kadın yaralanıyor; komşular yardıma geldiği sırada 10 dakika sonra ikinci kez roket vuruluyor. Ardından 10 dakika daha bekleyerek ve köyü iyice gözetleyerek daha etkili vuruyorlar; toplam 8 roket ve kazanla köyün bir bölümünü yerle bir ediyorlar. Bu açık gerçeğe rağmen Genelkurmay her zamanki gibi sivil vurduklarını inkar ediyor, Bülent Arınç da çıkmış diyor ki, ‘yalandır; bunu iddia etmek de alçaklıktır.’ Esas alçaklık senin yaptığın! Peki, şimdi Uluslararası Af Örgütü oraya gitti. Daha onlarca örgüt gitti ve yerinde tespit yapıyor. Ey yalancılar, siz buna ne diyeceksiniz? Dünyanın gözü önünde işlemiş olduğunuz suçun üstünü kapatacaksınız; bir de bunun sözünü edenlere de alçak diyeceksiniz. Bu görülmüş bir şey mi? Aslında Türk Genelkurmayı’nın ve yine AKP hükümetinin Zergelê’de gerçekleştirdiği katliama dönük söylediği yalan, TC sömürgeciliğinin gerçek karakterini ortaya koyan bir resimdir. Kürdistan’da yaptıkları her şeyi inkar ederler; vururlar, kırarlar, imha ederler ve en vahşi uygulamaları yaparlar ama olanın tersini gösterirler. Bunun en yalın örneği de Zergelê katliamıdır. Zergelê Türkiye sınırları içinde değil; Türkiye sınırları içinde olsaydı, orayı kimsenin görmesine izin vermezlerdi. Ama Güney’dedir; isteyen herkes gidip görebiliyor. Böylece yalanları da ortaya çıkıyor. Ama dünya kamuoyu görsün işte, Türk sömürgeciliği hep halkımıza dönük böyle yalan söylemiştir. Bu onun için en çarpıcı bir belgedir.
ORDU ÖNCELİKLİ HEDEFİMİZ DEĞİL
Kısaca gerillanın şimdi yaptığı, savunma hakkıdır. Meşru savunma hakkı çerçevesinde misilleme eylemlerini yapmaktadır ama süreç artık başlamıştır ve bu süreç daha da derinleşecek, bizim de topyekûn savaşa karşı topyekûn direniş sürecimiz gündeme girecektir. Aslında biz tekçi, faşist, sömürgeci devletin yönetim sistemini aşmayı hedefliyoruz. Yeni paradigmamıza göre yaklaşıldığında ordu bizim öncelikli hedefimiz değildir. Ancak AKP kendi çıkarları için herkesi kullanıyor; orduyu da kullanmaktadır. Demokratik Ulus-Demokratik Özerklik perspektifiyle Türkiye’de demokratik bir dönüşümü hedefleyen hareketimizin esas olarak orduyu hedeflemek gibi bir sorunu yoktur. Fakat AKP orduyu önümüze sürüyor ve böylece çatışmalar başlamış bulunuyor.
SALDIRILARA KARŞI DİRENME HAKKIMIZ VARDIR
Eylemlerin artması nedeniyle kimi çevreler PKK’nin eylemlerini koşulsuz durdurmasını ve silah bırakmasını tartışmaya başladılar. Bu silah bırakma tartışmalarına ne dersiniz?
Kürt sorununun barışçıl-demokratik yöntemlerle çözümünü isteyen, bu yönlü çabalar sergileyen ve çağrılar yapan bütün kesimlerin çabalarına değer biçiyoruz. Çağrılarını önemli buluyoruz. Bu konuda STK’ler, şahsiyetler ve değişik kesimler çaba göstermektedirler. Hatta ilk kez uluslararası güçlerden de her iki tarafa çağrılar oldu. Daha önceden Türk devletinin saldırılarını tek taraflı olarak destekleyen bir takım güçler, şimdi her iki tarafa da çağrılar yapmış oldular. Biz bunların hepsine değer veriyoruz. Fakat şu gerçek görülmeli ki, biz, saldırı altındaki bir gücüz. Biz, gerçekten Kürt sorununun barışçıl-demokratik yöntemlerle çözülmesini istiyoruz; bu konuda samimiyiz.
Ama biz fedai bir gücüz, hiçbir zaman teslim olmayız, halkımızın ve halklarımızın demokratik haklarından hiçbir zaman vazgeçmeyiz. Bunun için hayatımızı ortaya koymuş, bugüne kadar bedel ödemiş ve mücadele yürütmüş, onuruna, şerefine ve haysiyetine bağlı bir hareketiz. Bu topyekûn saldırı karşısında direnme hakkımız vardır. Dolayısıyla PKK saldırı eylemi yapmıyor ki, eylem yapmayı bıraksın. PKK, saldırılar karşısında misilleme hakkını kullanıyor. PKK durup dururken eylem filan yapmamış. Unutulmamalı ki, tek bir günde gerillanın 400 noktasını vurduğunu ve imha ettiğini övünerek söyleyen bir devlet ve başbakanla karşı karşıyayız. Bunun görülmesi gerekir.
‘SİLAH BIRAK’ DEMEK, ‘TESLİM OL’ DEMEKTİR
Peki ya silah bırakma...
Zaman silah bırakma tartışmalarının zamanı değildir. 1984’ten bu yana Türk devlet yetkilileri, ‘silah bıraksınlar, teslim olsunlar’ diye hep söylerler. Yani zorla iradeyi kırma ve silah bırakmayı dayatma baskısı altında bugünlere geldik. Silahı niye elimize aldık; niye bırakalım! Silah bugün bizim için onurumuzu, irademizi ve halkımızın kazanımlarını savunma aracıdır. Bugün Kürdistan özgürlük gerillası, Türkiye’de demokratik geleceğin bir mücadele gücüdür ve teminatıdır. Ortadoğu’da DAİŞ vahşetine karşı sergilediği pratikten de görüleceği gibi bölge halklarının ve insanlığın değer yargılarının bir savunma gücüdür. Kerkük’ten Kobanê’ye kadar verilen savaş sadece Kürt halkının çıkarları için midir? Hayır; insanlığın değer yargıları için bir savaş verilmektedir. Çağdaş dünyanın yükselen özgürlük, eşitlik ve demokratik değerleri uğruna silahlı savunmayı yapan bir güç durumundayız. PKK, kadın özgürlüğüne dayalı demokratik ekolojik bir toplumu arzulayan insani bir harekettir. Öyle ortamı bozan, terörize eden, ortalığa karışıklık yayan bir hareket değildir. Bizim yaptığımız terör değil, bir savunma faaliyetidir; demokratik değerleri temsil etme ve savunma çabasıdır.
Bir kere Türkiye demokratikleşmeden, Kürt halkı doğal haklarına kavuşmadan, Önder Apo dahil bütün siyasi tutsaklar özgürleşmeden silah bırakmaktan bahsetmek, işi yokuşa sürmektir. Bu bir süreç meselesidir. Silah bırakma, senkronize gelişmesi gereken bir sürecin paralelinde olabilecek bir husustur. Şimdi böyle ciddi bir meselede kalkıp ‘acilen silah bırakın’ demek, ‘gelin teslim olun’ demektir. Özellikle bu konuda ‘acilen silah bırakılmalı’ diyen bir takım çevreler, şunu göz önünde bulundurmalıdırlar: AKP bu savaşı iç politika temelinde yapıyor ve AKP diktatör bir sistemi geliştirmek için güçlerimizi ezmek istiyor. Güçlerimizin buna karşı direnişi ise diktatörlüğe karşı bir demokrasi direnişidir. Sadece Kürdistan halkının değil, Türkiye demokratik ve sosyalist güçlerinin iradesini savunma direnişidir. Güçlerimizin AKP saldırısı karşısında gerçekleştirdiği direnişin özeti budur. Günümüzde Ortadoğu kaynıyor, Türkiye ve Kürdistan bir savaş sahasına dönüşmüş bulunuyor; bizi çağın en gelişmiş silahlarıyla yok etmek isteyen bir saldırı varken, tam da böyle bir ortamda silah bırakma çağrısı beylik çağrısıdır; ‘gelin teslim olun’ demekle eş değer bir çağrıdır. Buna karşı daha isabetli çözüm önerileri ve çağrıları daha fazla makbule geçer, diye düşünüyorum.
Son günlerde sıkça ‘eller tetikten çekilmeli’ deniliyor. Nedir elleri tetikten çekmek?
Her iki tarafın ellerini tetikten çekme çağrısı eski bir çağrı. Daha 2009’larda Sayın Hasan Cemal’in çok dillendirdiği bir çağrıdır. Şimdi de söyleniyor. Biz karşı değiliz. Yalnız gelinen aşamada bir konsepte dayalı bir topyekûn saldırı vardır. Eğer bu konsepte dayalı saldırıyı başlatan güç bundan vazgeçerse ve eskisi gibi oyalama, çeşitli oyunlarla kamuoyunu yanıltma manevraları değil, ciddi bir çözüm projesine sahip olunursa, olabilir.
Bunun için ne yapılması lazım?
Öncelikle Önder Apo İmralı koşullarında mevcut sistem altında tutulduğu müddetçe diyalog ve barış görüşmelerinin sonuç almayacağını pratik göstermiştir. Bu yüzden tıpkı Mandela gibi cezaevi koşullarından daha değişik koşullar yaratılmalı; ailesiyle, avukatlarıyla, danışmanlarıyla ve örgütüyle görüşebileceği şartlar oluşturulmalıdır. Bu temelde daha önceden Dolmabahçe’de yayınlanan 10 maddelik mutabakat çerçevesinde İzleme Heyeti’nin gözetiminde müzakere süreci başlatılırsa, tabii ki olabilir. Bu şekilde her iki tarafın tahkim edilmiş bir ateşkes üzerinde anlaşmasıyla köklü bir biçimde ellerin tetikten çekilmesi sağlanabilir. Yoksa ciddi ve tutarlı bir yaklaşım olmadan, kayıtlara ve kararlara dayanmayan, keyfi uygulamalarla süreci ele alan bir takım sözler veya yaklaşımlarla artık biz sürecin gelişeceğine asla inanamayız. Bu çocuk oyuncağı değil; bir savaş başlamış bulunuyor. Yaz boz tahtası değil ki hemen silelim ve ‘yeni baştan’ diyelim. Bu savaşı başlatan ve Kürt sorununda çözümsüzlüğü dayatan, inkarı esas alan devlet erki, onu temsil eden güçler ciddi bir yaklaşım ortaya koyarlarsa ne ala; biz buna belirttiğim çerçevede hazır oluruz. Bu olmadan artık halkımızın da, kamuoyunun da çeşitli entrika ve oyunlara karnı toktur; bu tür şeylere artık tarafımızdan prim verilmeyecektir.
SAVAŞ İSTİYORLARSA, BUYURSUNLAR
Açıklamalara bakılırsa savaşla yok etmeyi planlıyorlar.
Madem onlar bizi savaşla yok etmek istiyorlarsa buyursunlar; yapabiliyorlarsa yapsınlar. Onlar gelişmiş istihbarat imkanlarına ve yüksek teknolojilerine güvenerek bizi yok edeceklerini sanıyorlar. Buyursunlar etsinler bakalım. Sonuçta bunu düşünüp uygulayanlar mı yok olur, yoksa biz mi yok oluruz zaman gösterecektir. Bu konuda gelecekleri varsa, elbet görecekleri de olacaktır.
Ama tekrar söyleyeyim; Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü çerçevesinde düşünen, Türkiye’yi gerçekten seven bütün güçlerin AKP’nin bu savaş çığırtkanlığının Türkiye için yarattığı tehlikeyi görmeleri gerekiyor. Biz dürüstçe ve samimice çözüme açık olduğumuzu söyledik ama onlar şimdi bizi bombalarla yok etmek istiyorlar. Yok etmek istiyorlarsa o zaman biz de kendi yöntemlerimizle hem kendimizi ve halklarımızın iradesini savunma, hem de kendi çözümümüzü pratikleştirme seçeneğine yönelmek durumundayız ve şimdi bu seçenek gündemdedir. Devrimci Halk Savaşı seçeneği artık halkımız için tek seçenek haline gelmiş bulunmaktadır. Buna kararlıca yönelmek ve sonuç almayı başarmak öncelikli görevimiz durumundadır. Bu kez bizim başarı şansımız daha yüksektir. Halkımıza, şehitlerimize ve bütün dostlarımıza verdiğimiz sözlere bağlı kalmak ve bu konuda gereken fedakarlık ve cesaret ne ise onu göstermek durumundayız.
BAŞLATTIKLARI TOPYEKÛN SAVAŞTIR
Bu yeni sürecin başlamasıyla birlikte yalnız gerillalarınıza yönelik değil, şehirlerde halka dönük de bir saldırı dalgası başlatılmış durumda. Geçtiğimiz hafta içerisinde yüzlerce kişi tutuklandı. Bu tutuklamalara karşı halk nasıl bir tavır geliştirmeli?
Zaten ‘başlatılan topyekûn savaştır’ dememizin nedeni, hedefin sadece gerilla veya gerillanın merkez alanları değil, aynı zamanda halkımızın ve Türkiyeli sol ve sosyalist güçlerin de olmasıdır. Unutmayalım ki, bu süreci esasen Türkiyeli 32 sol-sosyalist genç militanı şehit ederek başlattılar. Yani hedef Türkiye’deki gerçek demokrasi güçleridir. Sol-sosyalist harekete de yönelim olmaktadır. Ama Kürdistan gençliğinin, Kürdistan kadınının ve Kürdistan halkının Türkiye demokrasi mücadelesinde önemli bir dinamik olduğu, en militanca bir mücadeleye sahip olduğu bilindiğinden dolayı daha fazla bugün Kürdistan halkının aktif dinamik kesimlerine yönelmiş bulunmaktadırlar. Bu topyekûn bir savaştır; halkımızı güçten düşürme ve iradesini kırmaya çalışma savaşıdır.
Bu arada şunu da söyleyeyim: Birçok senaryo da oluşturmuşlar. Güya biz karar almışız, yok işte ayaklanma yapacakmışız, bilmem 20 Temmuz’da şöyle böyle bir toplantı yapılmış. Bunlar tamamen hurafedir; vahşetlerine oluşturdukları gerekçelerdir. Kürdistan’da halkımızın yürüttüğü demokratik inşa faaliyeti bilinen, yasal bir faaliyettir. Toplumsal bir harekettir. Şimdi sadece gerillayı değil toplumsal hareketi de güçten düşürmek istiyorlar. Saldırı bunun için kapsamlıdır.
HERKES KENDİNİ SAVUNMANIN YOLLARINI ARAMALI
Buna karşı ne yapılmalı?
Elbette herkes evinde tutuklanmayı beklememeli. Mücadele edilmeli. Öncelikle tutuklanabilecek olanlar kendilerini savunmalı; tutuklanmamalı. Madem örgütlü bir halk isek, o zaman polisin mahallelerimize girip insanlarımızı tutuklamasına göz yummamalıyız, buna karşı direnmeliyiz, bırakmamalıyız. Bu anlamda herkes kendini ve gerekirse mahallesini de savunmalı. Yani bir savunma sistemine sahip olunmalı. ‘Herkes silahlansın’ diyemeyiz, ‘herkes dağa çıksın’ da diyemeyiz. O zaman herkes bulunduğu yerde faşist uygulamaya ve tutuklanmaya maruz kalmamak için kendini savunmanın yollarını aramalı. İşte geçmişte gördük; çeşitli mahallelerde gençlik kendini savunabildi. Şimdi herkes bu biçimde kendini savunabilir. Yani halkımız AKP’nin faşizan uygulamalarına ve tutuklama girişimlerine karşı kitlesel tepki göstererek kendisine ve kadrolarına, gençlerine sahip çıkmalıdır. Her gün onlarca insan tutuklanıyor. Ve artık sadece gençlerle sınırlı kalmıyor, eski-yeni belediye başkanlarına kadar uzanan bir toplumsal kıyıma dönüşüyor. Bu yüzden bunun önüne geçmek ve tutuklamaları durdurmak gerekiyor. Bu her yurtsever ve demokratın vazgeçilmez bir görevi olarak ele alınmalıdır. Herkes AKP’nin işkencesine ve kıyımına karşı çıkmalıdır. Bu biçimde bir direniş olmalı. Yoksa her şeyi gerilladan beklemek yanlış olur. Gerilla kendi çapında bir mücadele verir ama halkın, STK’lerin ve demokratik çevrelerin polisin bu siyasal soykırımına seyirci kalmaması gerekiyor. Buna karşı söyleyeceği olmalı ve direnişi geliştirmelidir. Demokratik sistemini kurmalı, örgütlü bir biçimde demokratik iradesini ortaya koymalı ve o demokratik sistemine ve örgütlenmesine dayalı olarak kendisini savunabilmelidir.
SALDIRILARA KARŞI TOPLUMSAL DİRENÇ GÖSTERİLMELİ
Bu konuda en önemli görev, kuşkusuz kadın-erkek Kürdistan gençliğine düşmektedir. Kürdistan gençliği, mücadele tarihimizin bu önemli aşamasında mutlaka rolünü aktif bir biçimde oynamalı, toplumsal direncin geliştirilmesinde üzerine düşen öncülük rolünün gereklerini yerine getirmeli ve koşulları elveren, tedbirlere rağmen tutuklama tehlikesi olanlar da gerilla saflarına katılmalıdır. Katılabilecek olan bütün Türkiyeli ve Kürdistanlı gençliği demokrasi ve özgürlüğün teminatı olan gerilla saflarına katılmaya çağırıyorum. Bu koşullarda AKP öncülüğünde Türk devletinin dayattığı faşizan diktatöryal sisteme karşı en güçlü direnişin yeri gerilla saflarıdır. Bu konuda tüm yurtsever kurumlar, kuruluşlar ve halkımız, bu yeni dönemin hepimize yüklediği sorumluluklar olduğunu bilmeli, kimse ne ürküp geri çekilmeli, ne de öyle tek başına kendisini hedef yapmalı. Toplumsal örgütlenme ile gücünü ve iradesini ortaya koyma zamanı olduğu bilinmeli. Bu konuda her fert gerektiğinde fedakarlık yapmayı, elini taşın altına koymayı bilirse, toplumsal hareketin gelişmesi ve kendini savunacak düzeye gelmesi kolaylıkla imkan dahiline girecektir. Çünkü devlet aynı zamanda psikolojik savaş yürütüyor, bastırmak istiyor; herkesi tutuklamıyor, 5-10 kişiyi tutuklayarak 50-150 kişiyi ürkütmek, kaçırtmak, korkutmak ve sindirmek istiyor. Bu oyuna gelmeyelim. Kim tutuklandıysa hemen yeri doldurulmalı, mücadele bayrağı sahipsiz bırakılmamalı. Bu biçimde toplumsal bir direnç gösterilirse bu saldırılar karşısında başarılı olacağımız kesindir. Ben bu kez AKP’nin kesinlikle kaybedeceği ve halkımız ile Türkiye demokrasi güçlerinin kazanacağına inanıyor, bu temelde herkesin büyük bir kararlılık ve moralle mücadeleye katılması gerektiğini belirtiyorum.
TÜRK DEVLETİ GÜNEY SİYASETİNİ DİĞER PARÇALARA KARŞI KULLANMAK İSTİYOR
Bu sürecin başlamasıyla dikkat çeken bir diğer durum da KDP’nin tutumundaki değişiklik. KDP’nin son dönemde içine girmiş olduğu tutum Kürt halkı tarafından rahatsız edici ve Kürtleri parçalayıcı olarak bulunuyor. KDP’nin bu durumuna siz ne dersiniz?
Şimdi bir kere herkes şunu bilmeli: Mevcut taşıdığı zihniyet ve sergilediği pratik açıkça gösterdi ki, AKP Kürt karşıtı ve Kürt düşmanı bir siyaseti esas alıyor. AKP Kürt düşmanlığını eksen alan bir siyaseti geliştirmemiş olsaydı, Kobanê’ye karşı bu kadar rahatsızlık duymazdı, Girê Spî zaferine karşı bu kadar feryat etmezdi. AKP, Güney Kürdistan’ın da kontrol dışı oluşmuş olan bir yapı olduğunu, benzer bir yapılanmanın diğer parçalarda asla gelişmemesi gerektiğine inanan bir zihniyete sahiptir.
Herkes iyi biliyor ki; hareketimizin geliştirdiği direniş olmasaydı, Türk devleti ve AKP hükümeti Güney’le bu düzeyde ilişki kurmazdı. Hatta Güney’le ilişki kurma, onların kırmızı çizgileriydi. Kırmızı çizgiyi 2008’deki Zap direnişi ardından kaldırmak zorunda kaldılar. Onların politikası, Güney Kürdistan’ı siyasi, diplomatik ve ekonomik ilişkilerle kontrol altına alma ve onu diğer parçalara karşı kullanmadır. Siyasetleri budur. Şimdi yürüttükleri de bu çerçevedeki bir politikadır. KDP yetkililerinin bunu görmeleri ve bu sömürgeci oyuna düşmemeleri gerekiyor.
ZERGELÊ KATLİAMINI HERKES KINADI, BİR TEK KDP KINAMADI
İşte Güney Kürdistan’a hava saldırıları başladı; en son Zergelê’de katliam da yapıldı. ABD yetkilileri direk karşı çıkmadılar ama rahatsızlıklarını ifade eden cümleler kullandılar; ‘bizim Türkiye’yle yaptığımız anlaşma kapsamındaki bir durum değildir’ dediler. Değişik dünya ülkeleri de benzer biçimde rahatsızlıklarını ifade eden açıklamalar yaptılar. Irak merkezi hükümeti, bunun Irak’ın bağımsızlığına bir müdahale olduğunu belirterek reddetti. En son Arap Birliği, ilk kez Türk devletinin Güney Kürdistan’a yönelik yaptığı hava saldırısını kınadı. Peki Güney Kürdistan Bölge Başkanlığı ve Hükümeti niye kınamıyor? Yani niye karşı bir tutum geliştirmedi? Bu herkesin kafasındaki bir soru işareti.
AKP’YLE OLMAK KÜRTLERE YARAR GETİRMEZ
‘Niye eleştiriliyorum, niye halk ve çeşitli çevreler beni Türkiye’yle birlikte görüyor’ diyebilirler ama nedeni açık ortadadır. Burada Türk devletinin saldırısına karşı ulusal bir duruşa ve tutuma ihtiyaç vardır. Bizim bölge başkanlığından beklentimiz de buydu. Böyle bir tutumun gelişmediği açıktır. Umarız ilk kez dış kamuoyunun ve çeşitli güçlerin reaksiyon gösterdiği bu saldırganlığa karşı Kürdistan Bölge Başkanlığı ve hükümeti de politikasını gözden geçirir ve tutumunu değiştirir. Bizim beklentimiz budur. Bu konuda unutmayalım ki, sömürgeciliğin amacı Kürtler arası birliği bozmak ve arayı açmaktır. Özellikle Türk devletinin son süreçte geliştirdiği çabaların esas amacı, Güney ve Kuzey karşıtlığını geliştirmektir. Zergelê’de açıkça halkı bilinçli bir biçimde hedefleyerek saldırmasının amacı da Kuzey-Güney çelişkisini çıkarmak, Güney halkını hareketimize karşı tepkilendirmekti. ‘Bunların hepsi PKK yüzünden oluyor’ dedirterek Güney halkında tepki oluşturmaya çalıştıkları ortadadır. Benzer şeyleri bir Kürdün de ifade etmesi, ‘bunlar PKK yüzünden oluyor’ demesi ne kadar doğrudur. Partiler arası çelişkiler yaratmak sadece ve sadece sömürgeciliğe hizmet eder. Tüm Kürt siyasetçileri ve başta da KDP yetkilileri çok iyi bilmeli ki bu tarihi aşamada AKP’nin Kürdistan halkına karşı geliştirdiği konsept içinde yer almak hiçbir Kürt partisine yarar getirmez. Tüm yurtsever Kürdistan örgütlerinin ortak çıkarı, ulusal-demokratik platformdan geçmektedir. Bu çerçevede tüm örgütlerin bu çizgide ısrar etmeleri gerektiğini önemle vurgulamak istiyorum.
TÜRK ORDUSU YANGIN BOMBALARI KULLANIYOR
Son olarak; Türk ordusunun yapmış olduğu bombardımanların bir sonucu olarak hem Güney Kürdistan’da hem de Kuzey Kürdistan’da ormanlık alanlarda büyük yangınlar meydana geldi. Bu yangınlara dönük belirtmek istediğiniz bir şey var mı?
AKP öncülüğündeki Türk sömürgeciliği sadece Kürt halkına düşmanlık gütmüyor, Kürdistan coğrafyasına ve ormanına karşı da tüm kinini boşaltarak düşmanlığını gösteriyor. Şu anda Kürdistan’ın o güzelim ormanlarından bir çoğu yanmaktadır. İnsanın yüreği sızlıyor tabi. Yani Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’daki saldırısı gerillayı, toplumu, demokrasiyi, ormanları ve ormanların içindeki tüm canlıları hedefliyor. Bu bir vahşettir, ekolojik anlayışa karşı bir saldırıdır.
Bu konuda kamuoyunda yanlış anlaşılan bir husus var: ‘Top atışı sonucu yangın çıktı’ denildiği zaman sanki normal atılan topların bir sonucu olarak yangın çıktığı anlaşılıyor. Doğrudur; böyle çıkan yangınlar da vardır ama Türk ordusu şu an özel olarak yangın çıkaran toplar ve izli doçka mermileri kullanmaktadır. Bu aynen ’94 yılını andıran bilinçli bir yakma faaliyetidir. Şimdi konuşmalarda sık sık ‘90’lara gönderme yapılıyor. Şu an birçok açıdan ‘90’ları geride bırakan bir süreci yaşıyoruz. Hareketimiz de ‘90’ları geride bıraktı, halkımız da ‘90’ları geride bıraktı, Türkiye halkı da ‘90’ları geride bıraktı. Fakat AKP zihniyeti bırakalım ‘90’ları yaşamayı, şu an ‘30’ları yaşamaktadır. Yani tekçi, devletçi, milliyetçi, bastırıcı ve şiddete dayalı uygulama içindedir.
Eğer Erdoğan vicdan sahibi olsaydı, kendi kişisel ihtirası ve iktidarı için bu kadar Kürt ve Türk gencinin ölümüne neden olmazdı. Ama vicdanı yoktur. İktidarı için her türlü vicdansızlığı yapabilecek düzeydedir. Öyle olmasaydı bunu yapmazdı. Şimdi herhalde biraz vicdanını rahatlatmak için savaşta ölen o askerlerin ailesini arayarak, bazılarını da ziyaret ederek başsağlığı diliyormuş. Bununla sen vicdanını temizleyemezsin. Her iki taraftan da yaşanan tüm ölümlerin sorumlusu Erdoğan ve AKP tayfasıdır; başka kimse değildir. Bunun için durup dururken bu savaşı geliştirdiler ve şimdi Kürdistan coğrafyasına ve ormanına karşı da böyle bir vahşet geliştiriyorlar.
Diğer bir ilginç husus da Türk sömürgeciliğinin ayrımcılığı sadece Kürt insanlarına karşı değildir; Kürt ormanlarına ve dağlarına karşı da bir ayrımcılık içerisindedir. Mesela bugün Amanos’taki bir çatışmada da yangın çıkmış; o yangına hem belediyeler müdahale etmiş, hem de havadan helikopterlerle müdahale ederek söndürme çalışmalarını gündemleştirmişler. Ama Kürdistan’da çıkan yangınlarda bırakalım belediyelerin müdahale etmesine izin verme; oradaki köylülerin kendi bağını bahçesini korumak için yangını söndürmeye gitmesine bile izin vermiyor. Kürdistan’daki ormanları bilinçli yakma siyasetini esas alıyorken, Amanos’ta da helikopterlerle söndürmeye çalışıyor. Bu da ilginç bir ayrımcılıktır. Tüm halkımız ve tüm demokrasi güçleri bu ayrımcılığı görerek ona göre bir tutum sahibi olmalıdır diye düşünüyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder