24 Ağustos 2015 Pazartesi

Dray: DAİŞ’e karşı mücadele tüm toplumun sorumluluğudur

Süleymaniye Üniversitesi öğretim görevlilerinden psikoterapist Şirin Dray, DAİŞ’in Êzîdî kadınlar şahsında tüm kadınları ve toplumu psikolojik olarak teslim almak istediğini söyledi. Dray, “DAİŞ’in geliştirdiği vahşete mücadele etmek ise sadece kadınların değil, tüm toplumun sorumluluğudur” dedi.


Ortadoğu’da yaşanan savaşın uzun yıllar sürecek bir toplumsal kutuplaşma yaratacağını belirten Dray, “Bugün yaşananlar toplumun bundan sonra farklılıklarıyla bir arada yaşamasını zorlaştıracak. Zaten hedeflenen de budur. Bu toplumda bir travma yaratıyor. Dolayısıyla etkileri de ancak uzun yıllar sonra aşılır” diye konuştu.
Muş’un Varto ilçesinde Türk devletinin YJA STAR gerillası Kevser Eltürk’ün (Ekin Van) cenazesine yönelik teşhir eden yaklaşımını da DAİŞ zihniyetinin bir başka yerde uygulaması olarak değerlendirdi.

Ortadoğu’da çok vahşi yöntemlerle bir savaş yürütülüyor. Bu savaşın toplum belleğine etkisi nedir? DAİŞ’in bu vahşi yöntemleri seçmesinin özel bir psikolojik nedeni var mı?
Savaş doğası gereği yaşandığı yerde toplumun tüm kesimlerini vurur. Duygusal olarak vurur, düşünsel olarak vurur, fiziki olarak vurur. Dolayısıyla aslında toplu bir yıkım demektir.
Ama savaşın en fazla kalıcı izler bıraktığı yer duygulardır. Duyguları köreltir, ruhu incitir. Tek tek bireylerden başlayarak, bütün bir toplum aslında bu şekilde katledilmiş olur. Asıl toplum kırımı duygularda yaşatılır. Güçten, moralden düşürmek için gücü elinde bulunduranlar insanların ruhlarına saldırırlar. Savaşın en kalıcı izleri bireylerde ve tabi toplumlarda böyle oluşturulur. Bunun için özel yöntemler seçilir. Belleklere unutulmayacak kareler yerleştirilir. Bunun için de toplumun temel değer yargılarına saldırılır. Oradan vurulmaya çalışılır.
DAİŞ bunu hesaplayarak o yöntemleri seçiyor. Dikkat edin, seçilen yöntemler öldürülen kişilerde etki bırakmak için yapılmıyor. Çünkü o kişi zaten öldürülüyor. Ama asıl ondan sonra kalanlarda korku psikolojisi yaratmak, psikolojik olarak yenilgiye uğratmak için bu vahşi yöntemler devreye konulur.
Şimdi DAİŞ çetelerinin ekranlarda insanlık dışı yöntemlerle insanları öldürmesi, bunu bir propaganda malzemesine dönüştürmesi bu amaçladır. Bir korku imparatorluğu yaratarak tüm toplumu sindirmek, teslim almak istiyorlar.

Peki bir toplumda bu yöntemlerle ölüm-kıyım gerçekleştikten sonra, kalıcı düşmanlık, güvensizlik psikolojisi hakim olmaz mı? Bundan sonra aynı toplumu oluşturan bu savaşan kesimler bir arada nasıl yaşayacaklar? Bunun önünde psikolojik engelleri oluşmaz mı?
Maslow koruma içgüdüsünün insanların başta gelen güdülerinden olduğunu söyler. Şimdi bir yerde sizin yaşamınıza kasıt varsa doğal olarak size düşen kendinizi korumaktır. İşte bu saldırganlık sonucunda doğal olarak savaş çıkıyor. Çünkü bugün bölgemizde hiçbir kural tanımayan bir güç toplumun tüm kesimlerine saldırıyor. Tabi bu savaş aynı zamanda çok çirkin yöntemlerle yürütülerek toplumsal hafızda izler bırakması da bilinçli yürütülüyor. Bunlar kesinlikle tesadüf değil. Bir şekilde düşmanlık kültürü topluma yerleşiyor. Dolayısıyla savaş sadece yaşandığı anda yıkıcı olmuyor. Başta da belirttiğim gibi toplumsal bir yıkım yaratıyor, toplumun geleceğini tahrip ediyor. Toplumların geleceğini çalıyor.
Tabi ki bu, toplumun bundan sonra farklılıklarıyla bir arada yaşamasını zorlaştıracak. Zaten hedeflenen de budur. Bu ancak, buna karşı geliştirilecek mücadeleyle uzun yıllar sonra aşılır. Yani sözünü ettiğiniz psikolojik engel yıllarca sürecektir.

Farklılığı bu savaşın nedeni olarak tanımlamak doğru mu sizce? Yoksa bu çatışma kültürünün temelinde neler var?
Farklılık mutlak çatışmanın sebebidir demek mümkün değil, hatta mantıksal da değil. Bu bir bilinç, kültür işidir. Örneğin dünyanın birçok yerinde, aynı ülkede onlarca farklı grup var, ama hepsi de bir arada yaşayabiliyor. Bu biraz da içinde yaşanılan sistemle bağlantılı. İnsanlar kendilerini eşit hissediyor. Dolayısıyla birlikte karşılıklı tahammül sınırları içinde yaşayabiliyorlar. Bunun için ortak yaşam kuralları oluşmalı. İşte devletlerde buna anayasa deniliyor. Toplumsal ve siyasal sistem bu kanunlarla düzenlenmiş ve insanlar bunu kabul etmiş. Böyle olunca da bir toplumsal karışıklık, bir tahammülsüzlük durumu ortaya çıkmıyor. Kimi münferit şeyler olsa da bu genelleşmiyor, tehlike durumuna gelmiyor.
İngiltere’de bir okulda 75 dilde eğitim veriliyordu. Bu muazzam bir şey. Özellikle bizim bölgemizdeki farklılıklara tahammülsüzlüğü düşündüğünüzde, bu durumun ne kadar muazzam bir şey olduğunu daha iyi görebilirsiniz.

Bunu sadece yasalarla tarif etmek mümkün mü? Çünkü bugün bölgemizde insanların birbirlerine, farklılıklarına tahammülü kalmamış durumda?
Gayet tabi, yasalar ya da anayasalar bunun sadece bir yönü. Ancak tabi önemli bir yönü. Şimdi toplumların bir bilinci vardır. Devletlerin de böyle. Bunlar büyük tarihsel tecrübelerin sonucu oluşmuştur. Aslında yasalarda bu tecrübe ve birikmiş bilincin sonunda oluşur. Bir psikolojik eşik bu şekliyle aşılmış oluyor. Kendimiz kadar farklı olanın da yaşam hakkı, farklılıkların bir arada yaşama hakkı bu tekçi, ötekileştirici psikolojik eşik aşıldığında ortaya çıkar. Bu bir kültür oluşturur. Birlikte eşitçe yaşama kültürü, saygı kültürü. Burada güven olgusu ortaya çıkar. Sağlıklı bir toplumsal psikoloji de bu yolla örülmüş olur. Bunlar birbirlerinden kopuk şeyler değildir. Ondan dolayı bu örneği verdim.

DAİŞ saldırıları en fazlada Êzîdî toplumu ve en fazlada Êzîdî kadınları hedef aldı. Bu saldırılarla Êzîdî kadınlarda hatta tüm kadınlarda yaratılmak istenen psikolojisi nedir?
Kadınlar toplumun iki kez ezilen kesimidir. Bugünkü toplumsal düzende sıradan bir erkeğin özgür olduğundan söz etmek mümkün mü? Kesinlikle böyle bir şey yoktur. Çünkü erkek sistem tarafından güçten düşürülmüştür, her denilen, emredilen şeye baş eğen, kabul eden bir duruma getirilmiştir. Aslında baskıcı sistemin kölesi durumuna getirilmiştir. İşte bu köle durumuna getirilen erkek de kadını kendisine köle durumuna getirmiş. Kadınsa hem sistem tarafından hem de ona köle olmuş erkek tarafından ezilmektedir. Onun için diyorum, kadın iki kez ezilendir.
Fakat buna karşı, giderek kadının bir özgürlük mücadelesi gelişti. Kadınlar bu baskıcı sistemi sorgulamaya başladılar. Silah aldılar savaştılar. Meydanlara çıkıp haklarını aradılar. Her denilene boyun eğmenin bir kader olmadığını gördüler.

TESLİM ALINAN KADIN, TESLİM ALINAN TOPLUMDUR
İşte burada DAİŞ eliyle gelişen çirkefçe saldırılar kadınlarda uzun bir tarihe yayılacak bir korku, bir kendine güvensizlik, bir pes etme psikolojisini hedefliyor. Güçten düşmüş, kendisine güveni kalmamış, özgürlük mücadelesinden vaz geçmiş bir kadın, dolayısıyla teslim alınmış bir toplumu tanımlar. Bunun için kadına dönük çok ciddi saldırılar gelişti. Ancak kadının buna karşı duruşu bugün artık daha farklıdır. Hakkını arayan, bu zulme karşı direnen bir pozisyona geçti. Eskiden babasından, erkek kardeşinden, eşinden bir savunma beklerdi, ama bugün kendisi kendi savunmasını yapıyor. Kadınlar bu mücadelelerini daha fazla geliştirmelidirler ki, bu saldırılar kesin amacına ulaşmasın.
Sorun sadece Kürt kadınları, Êzîdî kadınları da değil. Aslında hedeflenen tüm kadınlardır. Dolayısıyla buna karşı da tüm kadınlar birlik halinde dik durmasını, mücadele içinde olmasını bilmelidirler.

Bu tür durumların önüne geçmek için neler yapılmalı sizce? Özellikle kadın örgütleri, örgütlü kadın hareketleri ne yapmalı?
Kadına yönelik gelişen bu saldırılar yukarıda da belirttiğim gibi aslında tüm topluma yöneliktir. Dolayısıyla buna karşı mücadele de sadece kadınların görevi değildir. Kadınlar tabi ki, daha fazla örgütlenerek, güçlerini birleştirerek mücadelelerini geliştirmelidirler. Ancak bu mücadele kadını ve erkeğiyle tüm toplumun sorumluluğundadır.
Bu tür saldırıları bir bire yaşamış kişilerin yaşadığı psikolojik depresyonları atlatabilmesi için psikolojik tedavi yöntemleri geliştirilmelidir. Zira bu tür depresyonlar kişilerin ruhsal yapılarında derin yaralar açar. Bunlar da kuşkusuz kısa sürede ve kolayca aşılacak durumlar değildir. Ancak grup içinde kendisine sahiplenme, destek olma durumu gelişince bireyin psikolojik sorunlarını aşması daha kolay olur. Dolayısıyla biz toplum olarak bu tür vakalar karşısında kesinlikle bireyi baskılayan değil, yaşadığı travmayı aşabileceği bir yaklaşım içinde olmalıyız. Sonuçta bilmeliyiz ki, bireye uygulanmış bu tür saldırılar aslında hepimize yapılmıştır. Bunu aşmak da, eğer toplumu grup olarak niteleyecek olursak, tüm toplum grubunun sorumluluğundadır.

Kuzey Kürdistan'da Türk devletinin kadın gerilla Ekin Van’a yaptığı uygulama ile DAİŞ’in kadınlara yaptığı saldırıları kıyaslarsanız neler söyleyebilirsiniz?
Aslında bu aynı zihniyetin, aynı psikolojiye sahip insanların yaklaşımıdır. Êzîdî kadınlarına işkence eden zihniyet ne ise, gerilla Ekin’e işkence eden zihniyet de aynıdır. Zulmün, vahşetin farklı tanımı olmaz. Kimden gelirse gelsin bu tür durumların ortak paydasında aynı zihniyet, aynı psikolojik durum vardır.

ZULÜM EDENLERİN PSİKOLOJİK TEDAVİ GÖRMESİ GEREKİR
Bir insanı öldürüp ondan sonra bir de işkence ediyorsanız, bunun korku psikolojisinden öte bir şeyle açıklanması mümkün değildir. Çünkü bunu yapanlar, ölü bir insanın kendisine zarar veremeyeceğini, zulmüne karşı bir direniş içinde olamayacağını bilir. Ama işte bununla bir topluma gözdağı veriliyor, psikolojik bir yılgınlık yaratılıyor. Benzer sonla karşılaşacağı mesajı verilerek susturulmak isteniyor. Hele bu bizim gibi kadına namus gözüyle bakan bir toplumda etkisinin daha büyük olacağı hesaplandığında aslında her şeyin çok ciddi bir hesap içinde yapıldığını söylemek daha kolay oluyor. Çünkü gücü elinde bulunduran karşısına dikilen bu güçten korkuyor. Gücünü, iktidarını kaybetmekten korkuyor. Bunun olmaması için de bu tür psikolojik yılgınlık yaratacak uygulamalar geliştiriyor.
Tabi şunun altını çizmek isterim, bu tür saldırıları gerçekleştirenler kesinlikle psikolojik sorun yaşayan kesimlerdir. Mutlak tedavi görmeleri gerekir. Çünkü bilimsel olarak değerlendirildiğinde normal bir insanın yapabileceği şeyler kesinlikle değildir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder