Kürdistan özgürlük devrimi son yıllarda yaptığı
hamlelerle Ortadoğu’daki demokratik değişimin ve devrimin dinamosu haline
gelmiş bulunuyor. Bu konuda Rojava’da gerçekleşen 19 Temmuz 2012 devriminin tam
bir aydınlatıcılık oluşturduğu ve bu süreci başlattığı biliniyor.
Yine 2014
yılının Ağustos ayındaki Şengal direnişi ile Eylül ayındaki Kobanê
direnişlerinin söz konusu devrimci süreci derinleştirdiği de çıplak gözle bile
görülüyor. Şimdi 2015 Ağustos ayında Bakurê Kurdistan halkının neredeyse tüm
kasaba ve şehirlerde ilan ettiği demokratik öz yönetimle bu süreç zirveye
ulaşmış oluyor.
Aslında Kürtlerin yürüttüğü demokratik özerklik
devrimini Rojava Devrimi'yle başlatmak da pek gerçeği ifade etmiyor. Böyle bir
devrimci sürecin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 2005 Newrozu'ndaki KCK
ilanıyla başlamış olduğu da biliniyor. Hatta Kürtler 1990’dan beri neredeyse
yirmi beş yılı aşkın bir zamandır böylesi bir devrim sürecini yaşıyor. Şimdi
Rojava ve Bakur’da atılan devrimci adımlar sadece söz konusu bu sürecin önemli
bir zirvesi oluyor.
Geçtiğimiz üç yıl içinde Efrîn’de, Kobanê’de ve
Cizîrê’de yaşananlar ortadadır. Şimdi Silopi’den Varto’ya ve Nusaybin’den
Gever’e kadar yaşanalar da gözle görülüyor. Varto, Lice, Silvan ve Silopi’de
yaşanan vahşi devlet katliamları karşısındaki duruş da gösteriyor ki, Kürtler
özgürlük için direnişte kararlıdırlar. Özgürlük ve demokrasi devrimini zafere
kadar sürdürmekte ısrarlıdırlar. Bunun bedeli ne olursa olsun söz konusu bedeli
ödemekte kesin bir tutuma sahiptirler.
Günümüzde yaşanan aslında sadece bir Kürdistan
devrimi de değildir. Başta Türkiye olmak üzere tüm Ortadoğu’nun güçlü bir
demokratik devrimi yaşamakta olduğu ortadadır. Özellikle DAİŞ faşizmine karşı
Kürtlerin Şengal’de, Kobanê’de ve tüm Rojava’da geliştirdiği direniş Türkiye ve
Ortadoğu’da böyle bir devrim sürecinin gelişmesine yol açmıştır. Aslında bu
süreç Türkiye’de kırk beş yıldır yaşanan bir demokratik devrim süreci
olmaktadır.
Tarihsel bakımdan tüm toplumsal devrimler sosyal ve
kültürel açıdan ne kadar derinlikli ve iddialı olurlarsa olsunlar, son tahlilde
siyasal boyut öne çıkar ve devrimsel çözüm de bu temelde gelişir. Siyasal boyut
da toplumu kimin yöneteceği veya nasıl yönetileceği sorusunun cevaplanması
anlamına gelir. Nitekim Türkiye ve Kürdistan’da onlarca yıldır devam eden
demokratik devrim mücadelesi bugün "Yönetim sorununun nasıl
çözüleceği?" sorusuna gelip dayanmıştır.
İşte bu noktada Kürtler, söz konusu soruya
"Demokratik özerklik modeli ile çözüm" cevabını vermektedir. Bunun
için de yıllardır geliştirdikleri bilinçlenme ve örgütlenmeye dayanarak her
alanda demokratik öz yönetimlerini ilan etmektedir. Köylerde, mahallelerde,
kasabalarda ve şehirlerde halk meclislerini seçmekte ve bu meclislere dayanan
yerel yönetimleri oluşturmaktadır. TC hükümetinin Ankara’dan atadığı vali,
kaymakam ve emniyet müdürlerinin yerine kendi yerel yönetimlerini seçimle iş
başına getirmektedir. Zaten gerçek demokrasi de seçilmişlerin yerelden yönetimi
değil midir?
Demek ki Kürtler TC sistemindeki merkezi-hegemonik
siyasi yapıya karşı gerçek demokrasiyi geliştirmektedir. Mevcut siyasal yapının
Türkiye’yi yönetmeye yetmediğini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da kabul
etmektedir. Nitekim 10 Ağustos 2014’ten itibaren Türkiye siyasal yapısının
fiilen değiştiğini iddia ve ifade etmektedir. İç ve dış tüm demokratik güçler
ise en son 12 Eylül faşist-askeri darbesi tarafından yapılandırılmış olan bu
sistemin faşist ve diktatöryal karakterde olduğunu belirtmekte ve demokratik
değişim ve devrim öngörmektedir.
Fakat on üç yıllık deneyim göstermiştir ki, Tayyip
Erdoğan ve AKP hem zihniyet ve hem de siyaset açısından bundan çok uzaktadır.
AKP’nin demokratlığı kendine göredir ve her şeyi kendi çıkarı temelinde ele
almaktadır. Dahası kendi çıkarı için herkesi kullanmaya çalışmakta ve herkesin
kendi çıkarına hizmet etmesini istemektedir. Bunu kabul etmeyenlere karşı da
savaş açmaktadır. Geçmişte orduya, bürokrasiye, Ergenekona, Fetullahçılara
karşı böyle davrandı; şimdi de Kürtlere karşı aynı davranışı göstermektedir.
Yani kendi çıkarına hizmet ettiği oranda ilişki, ondan sonra da ezip geçmek!
Fakat öyle anlaşılıyor ki, Tayyip Erdoğan ve arkadaşları her kuşun etinin
yenmediğini bilmiyorlar.
Bugün düşük AKP hükümetinin 24 Temmuz'dan bu yana
Kürtlere karşı geliştirdiği vahşi savaş bu temelde ortaya çıkmış bulunuyor. Tam
bir aydır gece-gündüz demeden savaş uçaklarıyla, tank ve toplarla Kürtler bu
temelde bombalanıyor. Binlerce ev gece yarılarında kara yüzlü timler tarafından
bu amaçla basılıyor. Mevcut şimdiye kadarki savaşın bilançosu bile kaldırılamaz
hale gelmiş bulunuyor. Söz konusu AKP saldırılarında otuzdan fazla sivil
katledilirken, iki binden fazla Kürt yurtseveri de sadece siyasal görüşleri
nedeniyle tutuklanmış bulunuyor.
Halbuki Kürtler söz konusu siyasal değişimin kansız
ve kavgasız gerçekleşmesini istediler. Bunun için şimdiye kadar ondan fazla
barış projesi sundular ve tek yanlı ateşkes ilan ettiler. 19 Temmuz Rojava
devrimi gibi, tüm Kürdistan parçalarındaki özgürlük devrimlerini demokratik
siyaset temelinde gerçekleştirmeye çalıştılar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
bu konuda 2013 ve 2014 yılları boyunca insanüstü bir çaba harcadı. 7 Haziran
seçimi ardından PKK yönetimi, tüm partileri bir araya gelerek süreci bir
demokratik yeniden yapılandırma süreci haline getirmeye çağırdı.
Fakat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi,
faşist MHP’nin güdümüne girerek bu çağrıların hiçbirine kulak asmadı. Dahası
Demokratik Özerklik çözümünün demokratik siyaset yoluyla gerçekleşmesinin
zeminini kurutmak için yaşanan mevcut savaşı başlattı. İşte mevcut savaş ve
kaos ortamına böyle gelindi. Aslında karanlık güçlerin güdümünde olan MHP’nin
savaş ve kaos politikası Türkiye siyasetine hakim kılındı.
Çok iyi bilinmeli ki, Kürdistan’da gelişen
demokratik özerklik devrimi yaşanan mevcut savaş durumu değildir. Kürt halkının
özgürlüğünü öngören demokratik özerklik devrimi bir siyasal hamledir ve halkın
gücüyle yürümektedir. MHP ve AKP’nin dayattığı söz konusu savaş ise aslında bu
siyasal devrimin önünü almak ve devrimi ezmek için geliştirilen bir saldırıdır.
Bu gerçeği herkesin, özellikle de Kürt halkının çok iyi görmesi gerekir.
Dolayısıyla demokratik özerklik devrimini yaşanan
savaşa indirgeyen ve sadece silahlı güçlerden zafer bekleyen anlayışlar doğru
değildir. Bu tür anlayışlar Kürdistan Devrimi'nin doğasına ters olduğu gibi,
aynı zamanda kolaycı yaklaşımlar da olmaktadır. Bunun için demokratik öz
yönetim ilan edilen her yerde siyasal tutumu ve halkın gücünü öne çıkarmak
gerekir. AKP’nin silahla devrimi boğma tuzağına düşmemek kesin gereklidir.
Dolayısıyla her kasaba ve şehirde halk sokağa dökülmeli, silahları geriye
iterek siyasal taleplerini ortaya koyup savunmalıdır.
Halkın siyasal talebinin ve gücünün ortaya konması
önemlidir. Çünkü yönetim sorunu çözülmeye çalışılmaktadır ve bu da siyasidir.
Unutulmamalı ki, en büyük güç halkın siyasi gücüdür ve devrimi zafere taşıyacak
yegane güç kesinlikle budur. Bu temelde kendi siyasal gücünü ve yönetimini
ortaya koymak ve sonuna kadar savunmak gerekir. Kuşkusuz bu noktada kurbanlık
koyun gibi boyun eğmemek de önemlidir. Öyle bazı halkın seçmiş olduğu
yöneticilerin yaptığı gibi, gidip kendini hapse koydurmak asla kabul edilemez
bir tutum olmaktadır.
19 Temmuz Rojava Devrimi silahsız başladı ve fakat
DAİŞ faşizminin saldırıları karşısında da korkunç bir direniş olarak gelişim
gösterdi. Şimdi Bakur Devrimi de aslında silahsız olarak ve demokratik siyaset
temelinde başlamıştır. Fakat tıpkı DAİŞ faşizmi gibi, MHP-AKP faşizmi de tüm
gücüyle saldırarak halkın demokratik özerklik devrimini daha gelişmeden boğmak
ve ezmek istemiştir. Kuşkusuz bu noktada yapılması gereken de, DAİŞ faşizmi
karşısında yapılana benzer düzeyde bir devrimci direniştir. Rojava direnişini
başarıyla destekleyen Bakur halkımızın MHP-AKP faşist saldırganlığına karşı
kendi direnişini de başarıyla geliştireceği kesindir.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder