24 Ağustos 2015 Pazartesi

Zafere kadar devrim-Selahattin Erdem

Kürdistan özgürlük devrimi son yıllarda yaptığı hamlelerle Ortadoğu’daki demokratik değişimin ve devrimin dinamosu haline gelmiş bulunuyor. Bu konuda Rojava’da gerçekleşen 19 Temmuz 2012 devriminin tam bir aydınlatıcılık oluşturduğu ve bu süreci başlattığı biliniyor.


Yine 2014 yılının Ağustos ayındaki Şengal direnişi ile Eylül ayındaki Kobanê direnişlerinin söz konusu devrimci süreci derinleştirdiği de çıplak gözle bile görülüyor. Şimdi 2015 Ağustos ayında Bakurê Kurdistan halkının neredeyse tüm kasaba ve şehirlerde ilan ettiği demokratik öz yönetimle bu süreç zirveye ulaşmış oluyor.
Aslında Kürtlerin yürüttüğü demokratik özerklik devrimini Rojava Devrimi'yle başlatmak da pek gerçeği ifade etmiyor. Böyle bir devrimci sürecin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 2005 Newrozu'ndaki KCK ilanıyla başlamış olduğu da biliniyor. Hatta Kürtler 1990’dan beri neredeyse yirmi beş yılı aşkın bir zamandır böylesi bir devrim sürecini yaşıyor. Şimdi Rojava ve Bakur’da atılan devrimci adımlar sadece söz konusu bu sürecin önemli bir zirvesi oluyor.
Geçtiğimiz üç yıl içinde Efrîn’de, Kobanê’de ve Cizîrê’de yaşananlar ortadadır. Şimdi Silopi’den Varto’ya ve Nusaybin’den Gever’e kadar yaşanalar da gözle görülüyor. Varto, Lice, Silvan ve Silopi’de yaşanan vahşi devlet katliamları karşısındaki duruş da gösteriyor ki, Kürtler özgürlük için direnişte kararlıdırlar. Özgürlük ve demokrasi devrimini zafere kadar sürdürmekte ısrarlıdırlar. Bunun bedeli ne olursa olsun söz konusu bedeli ödemekte kesin bir tutuma sahiptirler.
Günümüzde yaşanan aslında sadece bir Kürdistan devrimi de değildir. Başta Türkiye olmak üzere tüm Ortadoğu’nun güçlü bir demokratik devrimi yaşamakta olduğu ortadadır. Özellikle DAİŞ faşizmine karşı Kürtlerin Şengal’de, Kobanê’de ve tüm Rojava’da geliştirdiği direniş Türkiye ve Ortadoğu’da böyle bir devrim sürecinin gelişmesine yol açmıştır. Aslında bu süreç Türkiye’de kırk beş yıldır yaşanan bir demokratik devrim süreci olmaktadır. 
Tarihsel bakımdan tüm toplumsal devrimler sosyal ve kültürel açıdan ne kadar derinlikli ve iddialı olurlarsa olsunlar, son tahlilde siyasal boyut öne çıkar ve devrimsel çözüm de bu temelde gelişir. Siyasal boyut da toplumu kimin yöneteceği veya nasıl yönetileceği sorusunun cevaplanması anlamına gelir. Nitekim Türkiye ve Kürdistan’da onlarca yıldır devam eden demokratik devrim mücadelesi bugün "Yönetim sorununun nasıl çözüleceği?" sorusuna gelip dayanmıştır.
İşte bu noktada Kürtler, söz konusu soruya "Demokratik özerklik modeli ile çözüm" cevabını vermektedir. Bunun için de yıllardır geliştirdikleri bilinçlenme ve örgütlenmeye dayanarak her alanda demokratik öz yönetimlerini ilan etmektedir. Köylerde, mahallelerde, kasabalarda ve şehirlerde halk meclislerini seçmekte ve bu meclislere dayanan yerel yönetimleri oluşturmaktadır. TC hükümetinin Ankara’dan atadığı vali, kaymakam ve emniyet müdürlerinin yerine kendi yerel yönetimlerini seçimle iş başına getirmektedir. Zaten gerçek demokrasi de seçilmişlerin yerelden yönetimi değil midir? 
Demek ki Kürtler TC sistemindeki merkezi-hegemonik siyasi yapıya karşı gerçek demokrasiyi geliştirmektedir. Mevcut siyasal yapının Türkiye’yi yönetmeye yetmediğini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da kabul etmektedir. Nitekim 10 Ağustos 2014’ten itibaren Türkiye siyasal yapısının fiilen değiştiğini iddia ve ifade etmektedir. İç ve dış tüm demokratik güçler ise en son 12 Eylül faşist-askeri darbesi tarafından yapılandırılmış olan bu sistemin faşist ve diktatöryal karakterde olduğunu belirtmekte ve demokratik değişim ve devrim öngörmektedir.
Fakat on üç yıllık deneyim göstermiştir ki, Tayyip Erdoğan ve AKP hem zihniyet ve hem de siyaset açısından bundan çok uzaktadır. AKP’nin demokratlığı kendine göredir ve her şeyi kendi çıkarı temelinde ele almaktadır. Dahası kendi çıkarı için herkesi kullanmaya çalışmakta ve herkesin kendi çıkarına hizmet etmesini istemektedir. Bunu kabul etmeyenlere karşı da savaş açmaktadır. Geçmişte orduya, bürokrasiye, Ergenekona, Fetullahçılara karşı böyle davrandı; şimdi de Kürtlere karşı aynı davranışı göstermektedir. Yani kendi çıkarına hizmet ettiği oranda ilişki, ondan sonra da ezip geçmek! Fakat öyle anlaşılıyor ki, Tayyip Erdoğan ve arkadaşları her kuşun etinin yenmediğini bilmiyorlar.
Bugün düşük AKP hükümetinin 24 Temmuz'dan bu yana Kürtlere karşı geliştirdiği vahşi savaş bu temelde ortaya çıkmış bulunuyor. Tam bir aydır gece-gündüz demeden savaş uçaklarıyla, tank ve toplarla Kürtler bu temelde bombalanıyor. Binlerce ev gece yarılarında kara yüzlü timler tarafından bu amaçla basılıyor. Mevcut şimdiye kadarki savaşın bilançosu bile kaldırılamaz hale gelmiş bulunuyor. Söz konusu AKP saldırılarında otuzdan fazla sivil katledilirken, iki binden fazla Kürt yurtseveri de sadece siyasal görüşleri nedeniyle tutuklanmış bulunuyor.
Halbuki Kürtler söz konusu siyasal değişimin kansız ve kavgasız gerçekleşmesini istediler. Bunun için şimdiye kadar ondan fazla barış projesi sundular ve tek yanlı ateşkes ilan ettiler. 19 Temmuz Rojava devrimi gibi, tüm Kürdistan parçalarındaki özgürlük devrimlerini demokratik siyaset temelinde gerçekleştirmeye çalıştılar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu konuda 2013 ve 2014 yılları boyunca insanüstü bir çaba harcadı. 7 Haziran seçimi ardından PKK yönetimi, tüm partileri bir araya gelerek süreci bir demokratik yeniden yapılandırma süreci haline getirmeye çağırdı.
Fakat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi, faşist MHP’nin güdümüne girerek bu çağrıların hiçbirine kulak asmadı. Dahası Demokratik Özerklik çözümünün demokratik siyaset yoluyla gerçekleşmesinin zeminini kurutmak için yaşanan mevcut savaşı başlattı. İşte mevcut savaş ve kaos ortamına böyle gelindi. Aslında karanlık güçlerin güdümünde olan MHP’nin savaş ve kaos politikası Türkiye siyasetine hakim kılındı.
Çok iyi bilinmeli ki, Kürdistan’da gelişen demokratik özerklik devrimi yaşanan mevcut savaş durumu değildir. Kürt halkının özgürlüğünü öngören demokratik özerklik devrimi bir siyasal hamledir ve halkın gücüyle yürümektedir. MHP ve AKP’nin dayattığı söz konusu savaş ise aslında bu siyasal devrimin önünü almak ve devrimi ezmek için geliştirilen bir saldırıdır. Bu gerçeği herkesin, özellikle de Kürt halkının çok iyi görmesi gerekir.
Dolayısıyla demokratik özerklik devrimini yaşanan savaşa indirgeyen ve sadece silahlı güçlerden zafer bekleyen anlayışlar doğru değildir. Bu tür anlayışlar Kürdistan Devrimi'nin doğasına ters olduğu gibi, aynı zamanda kolaycı yaklaşımlar da olmaktadır. Bunun için demokratik öz yönetim ilan edilen her yerde siyasal tutumu ve halkın gücünü öne çıkarmak gerekir. AKP’nin silahla devrimi boğma tuzağına düşmemek kesin gereklidir. Dolayısıyla her kasaba ve şehirde halk sokağa dökülmeli, silahları geriye iterek siyasal taleplerini ortaya koyup savunmalıdır.
Halkın siyasal talebinin ve gücünün ortaya konması önemlidir. Çünkü yönetim sorunu çözülmeye çalışılmaktadır ve bu da siyasidir. Unutulmamalı ki, en büyük güç halkın siyasi gücüdür ve devrimi zafere taşıyacak yegane güç kesinlikle budur. Bu temelde kendi siyasal gücünü ve yönetimini ortaya koymak ve sonuna kadar savunmak gerekir. Kuşkusuz bu noktada kurbanlık koyun gibi boyun eğmemek de önemlidir. Öyle bazı halkın seçmiş olduğu yöneticilerin yaptığı gibi, gidip kendini hapse koydurmak asla kabul edilemez bir tutum olmaktadır.
19 Temmuz Rojava Devrimi silahsız başladı ve fakat DAİŞ faşizminin saldırıları karşısında da korkunç bir direniş olarak gelişim gösterdi. Şimdi Bakur Devrimi de aslında silahsız olarak ve demokratik siyaset temelinde başlamıştır. Fakat tıpkı DAİŞ faşizmi gibi, MHP-AKP faşizmi de tüm gücüyle saldırarak halkın demokratik özerklik devrimini daha gelişmeden boğmak ve ezmek istemiştir. Kuşkusuz bu noktada yapılması gereken de, DAİŞ faşizmi karşısında yapılana benzer düzeyde bir devrimci direniştir. Rojava direnişini başarıyla destekleyen Bakur halkımızın MHP-AKP faşist saldırganlığına karşı kendi direnişini de başarıyla geliştireceği kesindir. 
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder