İkindiye doğru serinleyen havayla birlikte Karker Dağı'nın karşı yamaçlarından keçilerin çan sesleri gelmeye başladı. Hayvanlar ve onlarla gelen köylüler yamaçtan söğüt, meşe, çınar, melengiç ve yaban armudu ağaçları arasından aşağıya doğru iniyordu. Xakurkê bin bir çiçeğin, kelebeğin ve arıların vadisi olarak bilinir. Arılar boş buldukları ağaç ve taş oyuklarını bal petekleriyle doldurur. Ünlü Şemdinli balı da buranın uzantısı arazilerden elde edilir.
Çan seslerinden köylülerin yaylalardan inmeye başladıklarını anlıyoruz. Oysa havalar henüz çok sıcak. Köylüler bu aylarda değil vadilere inmek, sürüleriyle daha yükseklere çıkmaya çalışırdı. Ama şimdi köylerine geri gidiyorlar çünkü Türk savaş uçakları onların bulunduğu alanları bombalıyor. Dağlarda her zaman huzur veren dinlendirici bu çan sesleri bu sefer savaşın ve onlar için bir felaketin habercisi.
Her şey Haziran ayının 21'i gecesi başladı. Karker Dağı'nın yamaçlarındaki bir kampta yatarken Türk uçaklarının hava saldırıları başladı. Bu sarp gerilla kampına sadece bir iki ay önce gelmiştim. Uçak sesleriyle birlikte tedbir amacıyla kamptan çıkıp biraz uzaklaştıktan sonra yeniden arkadaşların getirdiği bir yağmurluğun üzerine uzanıyoruz. Gökyüzü pırıl pırıl ve samanyolu bir ışık ve yıldız şöleni gibiydi. Ancak Türk savaş uçaklarının sesleri ve diğer dağın yamaçlarına yapılan bombardıman militarizminin ve arkasındaki faşizmin doğa ve canlılar üzerinde yarattığı vahşetin resmi gibi.
O geceden sonra (günlerdir), Türk savaş uçakları Xakurkê, Avaşin, Kandil ve diğer Kürdistan dağlarını bombalıyor. Bombardımanlar günün herhangi bir saatinde veya gece yarılarında yapılabiliyor. Savaş uçaklarının gelmediği saatlerde ise bozuk bir traktör sesi çıkaran insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştiriyor. Gerçi koşullardan dolayı haberleri çok dinleyemiyoruz ama aldığım duyumlara göre, şimdiye kadar çeşitli alanlara düzenlenen saldırılarda 5 gerilla yaşamını yitirdi. Bundan biraz fazla gerilla da yaralandı.
Yine hava saldırılarından sonra başlayan çatışmalarda çok sayıda asker, polis ve gerilla yaşamını yitirdi.
BU KADAR BÜYÜK BİR HAVA GÜCÜ NASIL KULLANILIR?
Türk hava filosunun büyük kısmının kullanıldığı saldırılarda gerillaya yönelik elle tutulur bir başarı sağlanamadı. Gerillanın doğal askeri yaşamının yanında bir süre önce PKK yönetiminin siyasi ve askeri öngörüleriyle alınan tedbirler saldırıları boşa çıkarıyor. Yani bu insansız hava araçlarının, Türk istihbarat sisteminin abartıldığı kadar olmadığı anlamına geliyor.
Ama Türk hava kuvvetlerinin amaç ve etkilerini salt gerilla üzerindeki askeri etkileri üzerinden değerlendirmek dar görüşlülük olur. Türk devleti bu saldırılarla gerillanın askeri ve politik etkisi altındaki Doğu, Güney, Rojava ve Kuzey Kürdistan halkına yönelik baskı ve sindirme operasyonları düzenliyor. Özellikle de Kuzey Kürdistan’da HDP’ye oy veren devasa kitleyi bastırmaya yönelik açık bir tehdit içeriyor.
Kandil alanına düzenlenen saldırılarda 8 sivilin yaşamını yitirmesinin, Türkler için ahlaki ve vicdani bir sorumluluklarının yanında böyle bir anlamı var.
Bölge ve uluslararası arenada gösterilen tepkiler de, Türk hava gücünün bu kadar büyük bir kısmının bölgede askeri saldırılarda bulunmasının yarattığı jeopolitik etkilerden duyulan rahatsızlıklardan kaynaklanıyor.
Bombardımanlardan sonra görüştüğüm PKK yetkililerden biri, AKP’nin saldırı kararını, seçimler sırasında başarısız giden kampanyalarından Kürtleri sorumlu tutarak 30 Ekim 2014’te aldığını yineledi. PKK’li yetkili Türkiye’nin son dönemde ABD ile yaptığı görüşmelerde de bu konuyu dayattığını belirtti. Zaten bu kadar büyük hava hareketlerinin ABD ile büyük pazarlıklar yapılmadan düzenlenemeyeceği açıktır.
Ayrıca ABD'nin bu görüşmelerde Türkiye’ye özel donanımlı bazı insansız hava araçları verme kararı da aldığı duyumları var. Yine aldığım duyumlara göre, ABD’li yetkililer, bu araçları (sadece DAİŞ çetelerine karşı kullanılacağını) PKK’ye karşı kullanmama şartı getirdi. Ama bunun ne kadar doğru olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Her halükarda Washington’un bununla Ankara’yı yeniden "müttefik olmanın gerektirdiği sorumluluklara" çektiği anlaşılıyor.
AKP Kürtlerden beklediği "saygı, sadakat ve minneti" bulamamasının yarattığı öfke ve intikam duygusu ile tüm Türk hava filosu ile Kürdistan dağlarını bombalıyor. Ordu ile Kürdistan dağlarına askeri operasyonlar düzenliyor.
PKK BÜYÜYEN GÜCÜNÜ KULLANMANIN YARATACAĞI SONUÇLARI ÖLÇÜYOR
Yine yaptığım diğer sohbetlerde de, PKK’li yetkililerin her ne kadar sert açıklamalar yapsalar da düzenledikleri askeri ve siyasi toplantılarda savaşın başlamaması, en azından başlatan taraf olmamak için son ana kadar büyük bir sabır ve sorumluluk gösterdikleri izlenimini alıyorum. Yine eylemlerde olası savaş hatalarına dahi şans tanımadan sivillere zarar gelmemesi için azami özen gösteriyor. Bu yüzden de yoğun hava saldırılarına rağmen gerilla birliklerinin intişarda olsalar da henüz büyük kısmının savunma pozisyonda olduğu ve eylem pozisyonuna geçmediği görülüyor. Çünkü PKK bölgeye yayılan gerilla gücü ile seçimlerde de görülen büyük toplumsal tabanın ortaya çıkarabileceği büyük savaş potansiyelini biliyor ve bunun hepsini kullanmaktan kaçınıyor. Böylece her iki halk için barış seçeneğinin tamamıyla ortadan kalkmaması için çaba sarf ediliyor.
Ancak kentlerde ve kırsalda serhildanlar, özel suikast ve sabotaj eylemleri düzenleniyor. Ve herkesin izlediği gibi, bu konuda son derece başarılı sonuçlar alınıyor.
Bir kere daha hatırlatmakta yarar var ki, ortaya çıkan PKK’nin savaş potansiyelinin sadece küçük bir kısmını ifade ediyor: PKK büyük gerilla birlikleriyle Türkiye ile Anadolu’ya düzenleyeceği askeri operasyonların bölgesel etkilerini dikkatli bir biçimde hesaplıyor.
Bu sohbetleri yaptığım 3-4 günden beri savaş giderek tırmanıyor. Bu yüzden de savaşın durmasına yönelik son umutların da giderek yok olduğunu belirtmekte yarar görüyorum.
ERDOĞAN VE ABDÜLHAMİT
Bu durumdan sorumlu olan Erdoğan’ın kişisel iktidar hesapları için içine girdiği çabaların Türkiye için yaratabileceği felaketleri dikkatli bir biçimde hesaplamakta yarar var. Kendi içyapısı açısından ise II. Abdülhamit’in sorunlu olan liderlik ve Anayasacılık geleneğini Yıldız Sarayı'nda merkezileştirmesine benzeyen bir yol izlediği görülüyor.
II. Abdülhamit 1978’de parlamentoyu askıya almış, yine bir saraydan çok bir parka benzeyen Yıldız Sarayı'na Avrupa tarzında çok sayıda yapı inşa ederek imparatorluğun iktidar merkezi haline getirmişti. Saraydaki bürokrat sayısının 12 bine çıktığı bile söyleniyordu.
Hatırlanacağı gibi, Abdülhamit’in tüm baskıları İstibdat rejimi döneminin dayattığı meşrutiyet değişimlerinin önünü alamamıştı.
Erdoğan’ın alışıldık korkuları ve Türk otoriter saltanat alışkanlıklarının çağın ve halkın dayattığı gerçek demokrasi çabalarının önüne geçip geçemeyeceğini de zaman gösterecek. Ama bunun bedelini halklar için Abdülhamit ve çağdaşlarının İstanbul’daki iktidar kavgalarından daha fazla olacağı açık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder