15 Ağustos 1984 Kürtler ve bölge
açısından bir milat teşkil ediyor. O gün PKK gerillaları Eruh ve Şemdinli
ilçelerinde gerçekleştirdikleri eylemle tarihi bir haksızlığa, köleliğe ve
zulme çok güçlü bir itirazda bulundular. Tarihin akışını değiştirdiler.
15 Ağustos’taki gerilla eylemi bir atımlık barut
olmadığı için, zaman içinde yaygınlık ve süreklik kazandı. Eylem çok geçmeden
etkilerini hayatın bütün alanlarında hissettirdi. Kesintisiz devam eden
31 yıllık süreç, Kürdistan ve Ortadoğu’da siyasi dengelerin değişmesine, yeni
denklemlerin oluşmasına yol açtı.
SÖMÜRGECİ TAHAKKÜM PARÇALANDI
Her şeyden önce 15 Ağustos Kürdistan üzerindeki
sömürgeci tahakkümü parçaladı. Kürdistan’ı bölen sınırları ilk önce
insanlarının bilincinde yıktı. Daha sonra pratik olarak bu sınırları işlevsiz
kıldı. 12 Eylül faşist cuntasının yarattığı korku imparatorluğunu,
çökertti. 15 Ağustos, bir anlmada zindan direnişinin devamı olarak esasta
12 Eylül faşizmini alt etti.
15 Ağustos sömürge statüsüne mahkûm edilmiş, dili,
kültürü, tarihi ağır baskı ve tahribat altına alınarak yok edilmek istenen bir
halkın aynı zamanda dirilişini, yeniden ayağa kalkışını ve tarih sahnesine
çıkışının da adı oldu. Toplumsal birçok devrimi içinde taşıyarak gelen 15
Ağustos, kadının Kürdistan’daki yerini, toplumsal olaylardaki rolünü kökünden
değiştirdi. Kadını âdete bütün bir toplumsal, ulusal ve bölgesel devrimin
öncüsü haline getirdi.
VARTO NİTEL BİR SIÇRAMAYI İFADE EDİYOR
Kürdistanlıların ‘diriliş günü’ olarak
niteledikleri 15 Ağustos Atılımı’nın 31. yıldönümünde Kürdistan’da özgürlük
arayışı yeni bir aşamaya girdi. Birçok yerleşim yerinde halk tam da bu tarihsel
olayın yıldönümü arifesinde peş peşe öz yönetimlerini ilan etmeye başladılar.
Bununla birlikte öz savunma güçleri şehir ve kasabalarda kendisini
hissettirmeye başladı.
En son Varto’da halkın yönetime el koyması ve öz
savunma pozisyonu alması 31 yıl önce gerçekleşen Eruh ve Şemdinli baskınlarının
bir tekrarı değil, tarihsel devamlılık içinde 15 Ağustos’un nitel bir sıçrama
yapma halidir. Yani özgürlük için ‘diriliş’, ‘uyanış’, ‘direniş’ aşamasından
‘pratikleşme’ aşamasına geçildiğinin göstergesidir.
ERDOĞAN NE BEKLİYORDU Kİ!
Ankara rejimi ve son savaşı başlatan Saray’daki
diktatör bu olup-bitenler karşısında şaşkındır. Beklemedikleri bir gelişme ve
olguyla karşı karşıyalar. Erdoğan’ın tek kişilik iktidarının devamını sağlamak
için ateşkesi bozan ve çözüm masasını deviren ‘akıl’ büyük ihtimalle Kürtlere
karşı başlattıkları savaşı bir atarı oyunu sanmış olmalı:
Yani onlarca savaş uçağı kalkacak. Gerilla
alanlarını bombalayacak. Her türlü teknik kullanılarak imha hareketleri
yapılacak. Sivil insanlar öldürülecek. Binlerce insan tutuklanacak. Kürtlere
karşı ağır ve tahrik edici bir psikolojik savaş yürütülecek. Kürdistan Özgürlük
Hareketi bütün bu kirli savaş oyunlarından sorumlu olarak gösterilecek. Dünyaya
karşı ise DAİŞ’e karşı mücadele maskesi takılacak…
Bu hesap tutmadı. Bu nedenle KCK Yürütme Konseyi
üyesi Murat Karayılan, Erdoğan rejiminin Kürt halkına yönelik son topyekûn saldırısını
değerlendirirken “AKP tarihinin en büyük hatasını yaptı”
değerlendirmesinde bulundu.
Çünkü Erdoğan’ın adamalarının kurguladığı bu
tehlikeli savaş oyunu onların masa başında yaptığı plandan çok farklı bir
şekilde gelişiyor. Hiç kimse ne Erdoğan’ın ‘’DAİŞ’e karşı savaşıyoruz’’
yalanına inanıyor, ne de aklı başında hiç kimse akan kandan Kürtleri veya
PKK’yi sorumlu tutuyor.
En son olarak işlerin bu noktaya gelmesinin tek
sorumlusu Erdoğan ve adamlarıdır. Çünkü Kürt ve Kürdistan sorununda silah ve
savaş sözünü çoktan söylemişti. Tekrardan çatışma ve savaş yerine barış ve
çözüm için diyalog tercih edildi. PKK lideri Abdullah Öcalan bu nedenle çözüm
sürecini başlattı. PKK ateşkes ilan etti ve tüm tahriklere rağmen buna sadık
kaldı.
Ancak Erdoğan ve adamları Türkiye’nin siyasi
sınırlarını değiştirmeden, tüm dünyanın makul karşıladığı özerklik veya
diğer bir değimle öz yönetim gibi talepleri ellerinin tersiyle ittiler. Hatta
‘negatif ateşkes’ koşullarını bile ortadan kaldırdılar. Kürdistan’a savaş ilan
ettiler. Bir anlamda Kürtlerin özyönetim formülüyle kendi geleceklerini
belirleme hakkını ortadan kaldırmak için saldırıya geçtiler.
Unutmayalım Erdoğan seçimlerin bir kırılma noktası
olduğunu ve seçim sonuçlarına göre B ve C planlarının hayata geçirilebileceğini
söylüyordu.
Ve bunu yaptı. Erdoğan’ın barış ve çözüm masasını
devirerek, kendisi, ailesi ve oligark çevresinin iktidarının devamını sağlamak
için savaşı başlattı. Ancak savaşın inisiyatifini çok geçmeden kaybetti.
PKK SON ÇIKIŞLARIYLA REJİMİ FELÇ ETTİ
PKK ise son savaşta ortaya koyduğu zengin siyasi ve
askeri taktiklerle Erdoğan’ın imha saldırılarını boşa çıkarmakla kalmıyor.
Çözüm sürecinin bir başka şekilde hayat bulmasının önünü açıyor. Onlarca uçakla
günlerdir Kürdistan’ın dağını-taşına bomba yağdıran Erdoğan rejimini hiç
beklemediği yerde, hiç beklemediği askeri ve siyasi çıkışlarla felç ediyor.
Silopi, Gever, Farqin ve en son Gimgim örneğinde
olduğu gibi kelimenin gerçek manasında halk içinde eriyerek, halkla birlikte öz
savunmaya geçiyor. Özyönetimi şekillendiriyor.
Daha açık bir değimle PKK önderlikli özgürlük
arayışı Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de 2015 yılının Ağustos’unda adeta
‘‘yuvarlak bir boru içinde dört köşe bir çiviye’’ dönüşüyor.
ÖZGÜRLÜK KÜRTLERİNDE HAKKI
Bu saatten sonra Türk devleti mevcut anayasası,
idari ve hukuku yapısıyla Kürtleri kıskaca alması, Kürdistan’da parçalan
sömürgeci statüyü yeniden inşa etmesi mümkün görünmüyor. Aslında tümüyle
imkânsız bir hal alıyor.
Bunun iki temel nedeni var:
Bir: Kürtler artık özgür yaşamak istiyorlar.
Yaşadıkları topraklar üzerinde, yani Kürdistan’da kendi geleceklerini özgürce
belirleme hakkını talep ediyorlar. Gasp edilen bu hakkın iadesini ve
ülkelerinin özgürlüğü için 200 yıldır büyük bedeller mal olan mücadele
yürütüyorlar. Bugün gelinen aşamada Kürtlere, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 16
Aralık 1952’de yapılan genel kurulunda aldığı kararın artık kendileri içinde
geçerli olmasını ve herkesin bu hakka saygılı olmasını istiyorlar.
BM’nin o gün alınan ve birçok ülkede sorunların
çözümünde anahtar teşkil eden 637 sayılı kararında şöyle yazıyordu:
“Tüm halkların kendi geleceklerini belirleme hakları
vardır. Bu haktan ötürü, siyasal statülerini özgürce saptayarak ekonomik,
toplumsal ve kültürel gelişmelerini özgürce gözetebilirler.”
Türk devletinin altına imza attığı BM gibi
uluslararası kuruluşlarının kararlarını tanıması dahi bu sorunu çoktan çözmüş
olacaktı. Ancak bunun yerine ret, inkâr politikası ve soykırım dayatılınca PKK
öncülüklü çok güçlü ve beli bükülmez bir hareket ortaya çıktı. Bugün Varto’da
özyönetim ilan edenler, bunun için baştan sona kadar silahla donatılmış bir
ordu-polis gücüne karşı küçük bir kasabayı savunmak için hareket geçenler işte
böylesine haklı tarihsel bir davayı temsil ediyorlar.
İki: PKK ve Varto’da kendi kasabasını
savunmak zorunda kalan milis güçler fotoğrafın bütününde bir sonuçtur. Türk
medyasının ve özellikle de son günlerde havuz medyasının göstermeye çalıştığı
gibi neden değildir. Esas neden sömürgeci işgaldir.
Yani Türk devleti geçmişte veya bugün, hatta şuan
Kürdistan üzerindeki asker-polis işgaline son verir, Kürtlerin her halk gibi
kendi geleceklerini belirleme hakkına saygı duyar ve bunun gereğini yaparsa
bırakın çatışmanın sonlanmasını, tek bir insanın dahi burnu kanamaz.
Tercih Erdoğan’ın diyeceğiz, ama adam kan dökmeden
yana tercihi zaten yapmış.
Varto’dan sonra Erdoğan ‘B ve C planlarını’ tekrar
gözden geçirir mi? Buna ihtimal vermek çok zor. Çünkü tarih her diktatörün
büyük gürültülerle yıkımlarına şahit olmuştur. Erdoğan neden bir istisna olsun
ki!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder