17 Ağustos 2015 Pazartesi

Varto direnişinin söyledikleri-Cahit Mervan

15 Ağustos 1984 Kürtler ve bölge açısından bir milat teşkil ediyor. O gün PKK gerillaları Eruh ve Şemdinli ilçelerinde gerçekleştirdikleri eylemle tarihi bir haksızlığa, köleliğe ve zulme çok güçlü bir itirazda bulundular.  Tarihin akışını değiştirdiler.


15 Ağustos’taki gerilla eylemi bir atımlık barut olmadığı için, zaman içinde yaygınlık ve süreklik kazandı. Eylem çok geçmeden etkilerini hayatın bütün alanlarında hissettirdi.  Kesintisiz devam eden 31 yıllık süreç, Kürdistan ve Ortadoğu’da siyasi dengelerin değişmesine, yeni denklemlerin oluşmasına yol açtı.
SÖMÜRGECİ TAHAKKÜM PARÇALANDI
Her şeyden önce 15 Ağustos Kürdistan üzerindeki sömürgeci tahakkümü parçaladı.  Kürdistan’ı bölen sınırları ilk önce insanlarının bilincinde yıktı. Daha sonra pratik olarak bu sınırları işlevsiz kıldı. 12 Eylül faşist cuntasının yarattığı korku imparatorluğunu, çökertti.  15 Ağustos, bir anlmada zindan direnişinin devamı olarak esasta 12 Eylül faşizmini alt etti.
15 Ağustos sömürge statüsüne mahkûm edilmiş, dili, kültürü, tarihi ağır baskı ve tahribat altına alınarak yok edilmek istenen bir halkın aynı zamanda dirilişini, yeniden ayağa kalkışını ve tarih sahnesine çıkışının da adı oldu.  Toplumsal birçok devrimi içinde taşıyarak gelen 15 Ağustos, kadının Kürdistan’daki yerini, toplumsal olaylardaki rolünü kökünden değiştirdi. Kadını âdete bütün bir toplumsal, ulusal ve bölgesel devrimin öncüsü haline getirdi. 
VARTO NİTEL BİR SIÇRAMAYI İFADE EDİYOR
Kürdistanlıların ‘diriliş günü’ olarak niteledikleri 15 Ağustos Atılımı’nın 31. yıldönümünde Kürdistan’da özgürlük arayışı yeni bir aşamaya girdi. Birçok yerleşim yerinde halk tam da bu tarihsel olayın yıldönümü arifesinde peş peşe öz yönetimlerini ilan etmeye başladılar. Bununla birlikte öz savunma güçleri şehir ve kasabalarda kendisini hissettirmeye başladı.
En son Varto’da halkın yönetime el koyması ve öz savunma pozisyonu alması 31 yıl önce gerçekleşen Eruh ve Şemdinli baskınlarının bir tekrarı değil, tarihsel devamlılık içinde 15 Ağustos’un nitel bir sıçrama yapma halidir. Yani özgürlük için ‘diriliş’, ‘uyanış’, ‘direniş’ aşamasından ‘pratikleşme’ aşamasına geçildiğinin göstergesidir.
ERDOĞAN NE BEKLİYORDU Kİ!
Ankara rejimi ve son savaşı başlatan Saray’daki diktatör bu olup-bitenler karşısında şaşkındır. Beklemedikleri bir gelişme ve olguyla karşı karşıyalar. Erdoğan’ın tek kişilik iktidarının devamını sağlamak için ateşkesi bozan ve çözüm masasını deviren ‘akıl’ büyük ihtimalle Kürtlere karşı başlattıkları savaşı bir atarı oyunu sanmış olmalı:
Yani onlarca savaş uçağı kalkacak. Gerilla alanlarını bombalayacak. Her türlü teknik kullanılarak imha hareketleri yapılacak. Sivil insanlar öldürülecek. Binlerce insan tutuklanacak. Kürtlere karşı ağır ve tahrik edici bir psikolojik savaş yürütülecek. Kürdistan Özgürlük Hareketi bütün bu kirli savaş oyunlarından sorumlu olarak gösterilecek. Dünyaya karşı ise DAİŞ’e karşı mücadele maskesi takılacak…
Bu hesap tutmadı. Bu nedenle KCK Yürütme Konseyi üyesi Murat Karayılan, Erdoğan rejiminin Kürt halkına yönelik son topyekûn saldırısını değerlendirirken “AKP tarihinin en büyük hatasını yaptı” değerlendirmesinde bulundu.
Çünkü Erdoğan’ın adamalarının kurguladığı bu tehlikeli savaş oyunu onların masa başında yaptığı plandan çok farklı bir şekilde gelişiyor.  Hiç kimse ne Erdoğan’ın ‘’DAİŞ’e karşı savaşıyoruz’’ yalanına inanıyor, ne de aklı başında hiç kimse akan kandan Kürtleri veya PKK’yi sorumlu tutuyor.
En son olarak işlerin bu noktaya gelmesinin tek sorumlusu Erdoğan ve adamlarıdır. Çünkü Kürt ve Kürdistan sorununda silah ve savaş sözünü çoktan söylemişti. Tekrardan çatışma ve savaş yerine barış ve çözüm için diyalog tercih edildi. PKK lideri Abdullah Öcalan bu nedenle çözüm sürecini başlattı. PKK ateşkes ilan etti ve tüm tahriklere rağmen buna sadık kaldı.
Ancak Erdoğan ve adamları Türkiye’nin siyasi sınırlarını değiştirmeden,  tüm dünyanın makul karşıladığı özerklik veya diğer bir değimle öz yönetim gibi talepleri ellerinin tersiyle ittiler. Hatta ‘negatif ateşkes’ koşullarını bile ortadan kaldırdılar. Kürdistan’a savaş ilan ettiler. Bir anlamda Kürtlerin özyönetim formülüyle kendi geleceklerini belirleme hakkını ortadan kaldırmak için saldırıya geçtiler.
Unutmayalım Erdoğan seçimlerin bir kırılma noktası olduğunu ve seçim sonuçlarına göre B ve C planlarının hayata geçirilebileceğini söylüyordu.
Ve bunu yaptı. Erdoğan’ın barış ve çözüm masasını devirerek, kendisi, ailesi ve oligark çevresinin iktidarının devamını sağlamak için savaşı başlattı. Ancak savaşın inisiyatifini çok geçmeden kaybetti.
PKK SON ÇIKIŞLARIYLA REJİMİ FELÇ ETTİ
PKK ise son savaşta ortaya koyduğu zengin siyasi ve askeri taktiklerle Erdoğan’ın imha saldırılarını boşa çıkarmakla kalmıyor. Çözüm sürecinin bir başka şekilde hayat bulmasının önünü açıyor. Onlarca uçakla günlerdir Kürdistan’ın dağını-taşına bomba yağdıran Erdoğan rejimini hiç beklemediği yerde, hiç beklemediği askeri ve siyasi çıkışlarla felç ediyor.
Silopi, Gever, Farqin ve en son Gimgim örneğinde olduğu gibi kelimenin gerçek manasında halk içinde eriyerek, halkla birlikte öz savunmaya geçiyor. Özyönetimi şekillendiriyor.
Daha açık bir değimle PKK önderlikli özgürlük arayışı Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de 2015 yılının Ağustos’unda adeta ‘‘yuvarlak bir boru içinde dört köşe bir çiviye’’ dönüşüyor.
ÖZGÜRLÜK KÜRTLERİNDE HAKKI
Bu saatten sonra Türk devleti mevcut anayasası, idari ve hukuku yapısıyla Kürtleri kıskaca alması, Kürdistan’da parçalan sömürgeci statüyü yeniden inşa etmesi mümkün görünmüyor. Aslında tümüyle imkânsız bir hal alıyor.
Bunun iki temel nedeni var:
Bir:  Kürtler artık özgür yaşamak istiyorlar. Yaşadıkları topraklar üzerinde, yani Kürdistan’da kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkını talep ediyorlar. Gasp edilen bu hakkın iadesini ve ülkelerinin özgürlüğü için 200 yıldır büyük bedeller mal olan mücadele yürütüyorlar. Bugün gelinen aşamada Kürtlere, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 16 Aralık 1952’de yapılan genel kurulunda aldığı kararın artık kendileri içinde geçerli olmasını ve herkesin bu hakka saygılı olmasını istiyorlar.
BM’nin o gün alınan ve birçok ülkede sorunların çözümünde anahtar teşkil eden 637 sayılı kararında şöyle yazıyordu:
“Tüm halkların kendi geleceklerini belirleme hakları vardır. Bu haktan ötürü, siyasal statülerini özgürce saptayarak ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerini özgürce gözetebilirler.”
Türk devletinin altına imza attığı BM gibi uluslararası kuruluşlarının kararlarını tanıması dahi bu sorunu çoktan çözmüş olacaktı. Ancak bunun yerine ret, inkâr politikası ve soykırım dayatılınca PKK öncülüklü çok güçlü ve beli bükülmez bir hareket ortaya çıktı. Bugün Varto’da özyönetim ilan edenler, bunun için baştan sona kadar silahla donatılmış bir ordu-polis gücüne karşı küçük bir kasabayı savunmak için hareket geçenler işte böylesine haklı tarihsel bir davayı temsil ediyorlar.
İki:  PKK ve Varto’da kendi kasabasını savunmak zorunda kalan milis güçler fotoğrafın bütününde bir sonuçtur. Türk medyasının ve özellikle de son günlerde havuz medyasının göstermeye çalıştığı gibi neden değildir. Esas neden sömürgeci işgaldir.
Yani Türk devleti geçmişte veya bugün, hatta şuan Kürdistan üzerindeki asker-polis işgaline son verir, Kürtlerin her halk gibi kendi geleceklerini belirleme hakkına saygı duyar ve bunun gereğini yaparsa bırakın çatışmanın sonlanmasını, tek bir insanın dahi burnu kanamaz. 
Tercih Erdoğan’ın diyeceğiz, ama adam kan dökmeden yana tercihi zaten yapmış.
Varto’dan sonra Erdoğan ‘B ve C planlarını’ tekrar gözden geçirir mi? Buna ihtimal vermek çok zor. Çünkü tarih her diktatörün büyük gürültülerle yıkımlarına şahit olmuştur. Erdoğan neden bir istisna olsun ki! 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder