19 Ağustos 2015 Çarşamba

Sarıyıldız: Halkımız kendini ve onurunu koruyacak

HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, “Despotik, totaliter, despotik güçler varlıklarını korumak için sürekli zulüm ve manipülasyon araçlarını devreye koyarlar. Bunun içerisinde medya var, birde halkın bilincini dumura uğratacak, çarpıtacak aslında diğer argümanlar üzerinden varlığını korumaya alışıyor” dedi.


Şırnak’ta öz yönetim ilanı kamuoyuna deklare edildikten sonra il ve ilçelerde mahallelere ev baskını gerçekleştirmek isteyen devletin kolluk kuvvetlerine karşı, mahallelere girmelerine izin vermeme kararı alındı. Öz Yönetim modelinin meşru bir hak olduğunu ifade eden HDP Milletvekili Faysal Sarıyıldız, konuya ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı...

Çözüm sürecinin sonlandırılması ve savaş konseptinin devreye konulmasında gerekçeli bir sebep var mıydı?
Şırnak'ta halka dönük ölçüsüz bir şiddetle gerçekleşen katliamlar, saldırılar şüphesiz bir konsept içerisinde oluyor. Öyle münferit saldırılar olarak gele alınamaz. Özellikle seçimden sonra bu ülkenin başbakanı Ahmet Davutoğlu, çıkıp, 'bizler açısından bir süreç başladı, bu süreci sonuna kadar götürmeye kararlıyız' demişti. Çok zaman geçmeden bu sürecin ne olduğu, nasıl doldurulacağı görülmeye başlandı. 31 Temmuz'da çoğunluğu valilerden oluşan toplantıda alınan kararlarda aslında bu saldırıların stardı verilmişti. Şırnak başta olmak üzere demokratik refleksleri güçlü olan devletin politikalarını demokratik temelde açığa çıkartan bir direnç, direniş gösteren halka dönük ölçüsüz bir saldırı başladı. Yasalar, kanunlar, durum itibariyle çok sıkıntılı olan iç güvenlik paketi yasası dahi aşacak bir saldırı gerçekleştirildi. Sadece 8 Haziran'da Silopi'de olan bitenler dahi biraz anlatılsa devletin burada ne yapmak istediği, çok iyi anlaşılıyor. 8 Haziran öncesi Silopi'ye getirip yerleştirilen onlarca zırhlı araç ve yüzlerce özel hareket polisi ile 4-5 mahallesine girilmeye çalışıldı. Öncesinden kurumlarımıza dönük, demokratik kamuoyuna dönük, bir siyasi soykırım politikası devreye konulmuştu. Silopi olayları olduğu güne kadar 1300 vatandaşımız gözaltına alınmış, büyük çoğunluğu tutuklanmıştı.

Silopi demişken, Botan’da asker-polis ile halk arasında ciddi bir kopuş yaşanıyor…
Botan'da böyle bir yönelime maruz kalmamak için kendi gücü ve bilinci ölçüsünde kendi tedbirini almıştı. Mahallelerde hendekler açılmıştı, daha önce açılan hendeklerin kapanması için bizim çok çabamız oldu, yaşam normalleşsin diye, demokratik yollarla müzakereler sürsün diye verdiğimiz çaba sonucunda yaşam normalleşmişti ama son pervasız saldırılar sonrasında açıkçası bizde böyle bir çabaya gerek duymadık. Çünkü devlet yasaları, kanunları hukuku, her türlü hassasiyeti bir tarafa bırakmıştı ve oradaki polise adeta şu denildi; kente dalacaksınız; önünüze kim çıkarsa öldüreceksiniz. Bu sindirme ile birlikte bu hareket ve siyasi partisi büyük bir darbe alacak. Ve böylelikle kaybettiğimiz iktidarı tekrardan geri alacağız. Aslında temel yaklaşım buydu. Bu darbede aslında Rojava'daki motivasyonun, zafer duygusunun Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yarattığı moralin de büyük etkisi olduğunu gören hükümet, Kürdistan'da hiç bir yasayı, hiç bir hukuku, hiç bir hassasiyeti gözetmedi. Bir şekilde halka yöneldi ve maalesef şu ana kadar 10'nun üzerinde sivil insanımızı kaybettik. Sadece bir gün içerisinde Silopi'de 58 yaşındaki Hamdin Ulaş'tan tutun 15 yaşındaki gence kadar 3 insanımızı kaybettik. İkisi evliydi çocuk sahibi insanlardı, bir gençti henüz öğrenciydi. Aynı gün 20'ye yakın yaralı oldu. Gün içerisinde olup biteni yaklaşımının anlaşılması açısından da önemliydi. Çünkü polisler zırhlı araçlarla, TOMA’larla, akrep ve tabir edilen zırhlı araçlarla oradaki barikat ve hendekleri kapatmak için bölgeye özel getirilmiş kepçeli araçlarla tabi karşısında halk direnişi ortaya çıktı. Halk da 'bu şekilde pervasızca mahallelerimize dalamazsınız' dedi. 'Çocuklarımızı bu şekilde artık gözaltına almanıza müsaade etmeyeceğiz' dedi. Ama karşısında önüne kim çıkarsa öldüren, vahşice yönelen bir güç gördü. Ve o gün içerisinde 20'ye yakın insanımız yaralandı. Bu insanlar hastaneye taşınırken ilk başta mahalleye girilemiyordu, biz mahalleye girdiğimizde devlet terörü ile karşı karşıya kaldık. Milletvekili dahi yanaştığında zırhlı araçlardan ve çatılara konumlandırılmış keskin nişancılar üzerimize ateş açıyordu. O gün mahallelere giremedik. Hastaneye gittiğimizde hemen kapısında katledilen bir cenaze ile karşılaştık. Mahallede bazı evlerde yangın çıkıyor yangına müdahale eden halk arasında bulunan 58 yaşındaki Hamdin Ulaş adlı bir yurttaşımız özel hareket timleri tarafından silahla hafif yaralanıyor. Hastaneye kaldırılırken içinde bulunduğu araç tekrar taranıyor ve özel hareket timleri hastane önünde maalesef bu yurttaşımızı orada ikinci saldırıya maruz bırakılarak katlediliyor. Hastaneye dalınarak oradaki tüm sağlık görevlileri tehdit ediliyor, doktorların başlarına silah dayatılıyor. Şırnak böyle vahşi bir ortamla karşı karşıya kaldı. Halkımızın duruşu, sağduyusu aslında katliamı o düzeyde tuttu. Bir günün bilançosu çok ağır oldu. Cizre'de Silopi saldırısından önce 2 esnaf sokak ortasında taranıyor. Şu an Kürdistan'ın birçok il ve ilçesinde devlet katliamlarını sürdürüyor. Aslında bu yönelik 90'lı yılları aratan vahşi bir yönelimdir. Ama bu vahşi yönelimin altında kalacaklar. Oysa halkımız barış sürecini kutsuyordu ama bu barış yanlısı halkımız kendisini bu saldırı ve katliamların ortasında gördü.

Şırnak’a öz yönetim ilanı deklare edildi, bu kararın ardından birçok Kürt kentinde bu deklarasyon yayımlandı. Halka dönük saldırılarla bir bağlantısı var mı? 
Şüphesiz devletin bu saldırıları karşısında başta Şırnak olmak üzere, Hakkari ve birçok il ve ilçemizde halk öz yönetimlerini ilan etti. Öz yönetim ilanından hemen sonra tabi tekrar her zamanki gibi yine çarpıtıldı. İçeriği farklı yansıtılmaya çalışıldı. Başta bu ülkenin Cumhurbaşkanı bunu manipüle etti. Bunun iyi anlaşılması gerekiyor. Şüphesiz bu vahşetle, olup bitenlerle ilgiliydi öz yönetim ilanı ortaya çıkmış, bunun iyi anlaşılması gerekiyor. Buna yine ihtiyaç duyulduğunu, bunun iyi anlaşılması açısından bir kaç şey paylaşayım; Şırnak'ta IŞİD vahşetine karşı kahramanca direnip yaşamını yitiren 13 gencimizin, çocuğumuzun cenazesi 10 gün boyunca Habur Sınır Kapısı'nda 50 derece sıcağı altında bekletildi. Bırakın sağlarımıza, ölülerimize dahi işkence yapmaya başladılar. Onlar bunun çok iyi farkındalar, Kürt halkı, demokratik kamuoyu demokrasi cephesi özellikle IŞİD barbarlığına karşı direnip yaşamını yitiren şehitlerine karşı çok hassastır. Onlar da bu hassasiyetin farkında oldukları için oradan yüklenmeye başladılar. Çünkü en kırılgan en hassas olduğumuz nokta orasıydı. Onlar cenazelerin geçişine izin vermediler ve halkta bir galeyan oldu. Tabi bundan sonra Silopi ve Cizre olayları baş gösterdi ve bu süre içerisinde biz devletin hiç bir mülki amirini, kamu görevlisini, muhatap olarak bulamadık. Valiyi arıyorduk ancak telefonlarımıza dahi cevap vermiyordu. Biz Şırnak'taki seçilmişler olarak artık randevu almadan resmen Valiliği bastık ve görüşme gerçekleştirdik. Vali ile bir toplantı aldık ama oradaki Vali, halklar, halkın hassasiyetleriyle, duygularıyla hiç ilişkisi olmayan 20-30 yıllık argümanları kullanan, klişeleri kullanan, aslında şuan ki hükümet tarafından yoğunca tembih edilmiş bir vali ile karşı karşıya kaldık. Adam bize şunu söyledi; yasa devletinde ne gerekiyorsa onu yaparız. Oysa sözünü ettiği sokaklardaki pratiği verili yasalarla dahi hiç bir ilişkisi yoktu. Hiçbir hassasiyetimizi gözetmediler ve biz orada eli boş döndük. Hakeza sokaklarda halkımıza dönük ciddi bir terör gerçekleştirildi. İnsanlarımızı gözaltına alarak ciddi işkencelere maruz bırakıldı. İşte böylesi bir süreçte kurumlarımız böylesi bir ilana gitme gereğini duydu. Onun için bu ilanın iyi anlaşılması gerekiyor. Zaten bu ilanı yapan arkadaşlarımız şunu ifade ettiler dediler bizim devletle bir sorunumuz yok, demokrasi duyarlı hale gelmesi gerekiyor. 'Bu devlet artı demokrasi olmaz ise, biz bu devletle yürümeyiz, o nedenle mevcut pozisyonlarıyla, duruşlarıyla, faaliyetleriyle devlet kurumları bizler açısından meşruiyetini kaybetmiştir. Bundan sonra kendi kendimizi biz yöneteceğiz' denilmiştir. Bu iyi anlaşılması gerekiyor, bu ne anlama geliyor? Halkın bir arada hareket etmesi anlamına geliyor. Halka dönük pervasızca şiddet uygulanması halinde çıplak bedenini siper etmesi anlamına geliyor, gerekirse saldırılara karşı sokaklarına hendek açmaları anlamına geliyor. Bunun iyi anlaşılması gerekiyor. Ama özellikle bunu şiddetle, terörle, silahla bağlanmaya çalışılıyor, bu şekilde çarpıtılıyor.

Öz yönetim modeli ile ilgili spekülasyonlar yapılıyor. Diğer yandan halkın mahallelerde aldığı savunma boyutu daha çok görünür durumda. Öz yönetimin diğer ayaklarından biraz söz eder misiniz?
Bu sistem çok boyutlu bir sistemdir. İşte sosyal boyutu olan, kültürel boyutu olan. Yüzyıllardır dili, kültürü inkar edilen bir halktan söz ediyoruz. Eğe bu devlet okullarımızı tanımaz ise, anadilde eğitimi tanımaz ise, onu biz sağlarız böyle anlaşılması gerekiyor. Ya da kültürel ihtiyacımızı, iktisadi ihtiyacımızı kooperatiflerle biz gidereceğiz. Çünkü şu an Kürdistan'da ciddi bir yoksulluk söz konusudur. İşte bölgeler arası gelir dağılımındaki çarpıklıkta son sırada yer alan bölgeden söz ediyoruz. Sosyal, iktisadi çabalarını verilmesinden söz ediyoruz. Ama devlet ne yapmaya çalışıyor? Özellikle mahalledeki şiddeti ön plana çıkartarak 'bakın özerklik ilan ettiler, bakın bizi tanımıyorlar, bakın ölenlerden bunlar mesuldür' diyerek aslında bu meşru, bu haklı tutumu manipüle ediyorlar. Ama halkımız bu oyuna gelmeyecek, halkımız bu konuda örgütlü duruşunu sürdürecektir. Halkımız bilinçlenmiş artık 7 yaşındaki bir çocuktan, 70 yaşındaki bir yasasına kadar devletin ne yapmak istediğini biliyor. Tam da o nedenle ilk kez Kürdistan'da sistem partileri barajı aşamadı Hakkari ve Şırnak'ta AKP hükümeti barajın altında kaldı. Yüzde 10 faşist cuntacı getirdi, ama AKP hükümeti onu korudu bugüne kadar getirdi. İşte koruduğu, geliştirdiği, savunduğu o barajın altında kendisi kaldı. Kürdistan'ın birçok ilinde baraj sınırında kaldı. Bu neden kaynaklanıyor? Artık AKP'nin gerçek yüzü Kürdistan'da ifşa oldu.
Özellikle Erdoğan'ın Kobanê'ye yaklaşımı halkımız tarafından açık bir şekilde anlaşıldı ve halkımız bunu büyük bir öfke duydu. Bu öfkeyi 6-8 Ekim olaylarında ortaya koydu. O serhildan da aslında çarpıtıldı. O olaylarda 50'ye yakın katledilen yurttaşımızdan söz ediliyor, bunların 40'a yakını polis ve paramiliter güçlerin kurşunu ile katledildi. Bunlar arasında tek bir olayı ön plana çıkartılmadı. Mesela Suruç'ta 33 yurttaşımızın katledilmesiyle ilgili olay halen açığa çıkartılmamış, halen sırrını koruyan, halen karanlık olan katliamın MİT'in parmağının da olduğu katliam, iki polisin öldürülmesinin gölgesinde kaldı. Sonra 'biz IŞİD ve PKK'ye karşı operasyon başlattık' dediler. Biz de soruyoruz onlara; siz IŞİD'e şu ana kaç hava bombardımanı yaptınız? Ya da PKK'ye kaç tane yaptınız? Şimdi öyle diyorlar ama büyük bir kandırma ve yanıltmadır. Onun için öz yönetimleri bu şekilde algılamak ve çarpıtılmamak gerekiyor.

Şırnak’ta öz yönetim modelini ilan eden kent meclisi, ‘hükümete bağlı devlet kurumlarını tanımıyoruz’ dedi. Bu karara götüren etkenler nelerdir?
Son zamanlarda Şırnak ve ilçelerinde yaşanan olaylarda biz açık bir şekilde bunu gördük; hükümete bağlı tüm kurumların basiretini bağladığını, iradesini teslim aldığını, bunların büyük kısmını yasa dışı bir şekilde kendine bağladığını, iktidarını tekrar tesis etmek için devreye koyduğunu gördük. Bir örnek vereyim; sokak ortasında insanlarımız öldürülüyor. Polis TOMA aracından iniyor, belindeki silahı çıkartıyor, oradaki genci vuruyor. Oradaki mobese kameraları önünde gerçekleşiyor ya da yaralılar hastaneye getiriliyor, hastanenin kapısında insanlar infaz ediliyor. Eğer yargı görevini yapsa orda bir soruşturma açsa o katliamı yapan şahısları görüntüden tespit edip içeriye atsa bunların önüne geçilir. Ama şuan 90’lı yıllarla kıyaslanmayacak şekilde hem paramiliter güçler, hem aleni polis birimleri yargısı ve diğer devlet bürokrasisi iradesi kırılmış ve teslim alınmış durumda. 90’lı yıllarda insanlarımız kaybedilirdi, Toros taksilerle kaçırılırdı ve kimse onlardan haber alamazdı. Ama şu an AKP buna ihtiyaç duymuyor, devlet kurumlarını esir almış, hiçbir yasal görevini yerine getiremiyor. İnsanlar sokak ortasında infaz ediliyor ama burada devletin ilgili kurumu kesinlikle görevini yapamıyor.

Yaşanan sivil infazlara dönük yargı devreye girdi mi? Öldürülen ve yaralanan onlarca insan var...
Son olarak bir genç sokak ortasında vuruldu olay yerine yakın olduğumuz için gence sıkılan mermi kovanları çevredeki vatandaşlar bize verdiler. Üzerinde MKE yok, aldığımız kimi bilgilere, emniyetin içerisinde kimi aldığımız duyumlara göre onların üzerinde kayıtlı olmak üzere birer kaçak silahta var üstlerinde. Bu katliamlar o silahlarla yapılıyor. Polis vuruyor ama onu soruşturacak bir savcı yok orada, soruşturma emrini verecek bir kaymakam, vali yok orada. Bunların iradesi teslim alınmış, bunlar teslim ediliyor. Öyle asil görevini yapacak pozisyondan çok uzaklaşmış. O nedenle durum şuan daha feci. Çünkü aleni yapılıyor. 90’lı yıllarda çocuğunu kaybeden halk yine boyun eğmedi. Hareket şu an meşru ve ahlaki bir boyut aldı ve büyüdü. Şu an Ortadoğu’nun en dinamik, en itibarlı hareketi haline gelmiş durumdadır, artık dünya parmakla gösteriyor. İşte Rojava’da direnen Kürt gençleri, PYD, YPG/YPJ güçleri dünya tarafından takdir ediliyor.

Son günlerde bazı basın yayın organları size dönük yoğunca anti-propaganda geliştirdi...
Şimdi şunu ifade edeyim; despotik, totaliter, despotik güçler varlıklarını korumak için sürekli zulüm ve manipülasyon araçlarını devreye koyarlar. Bunun içerisinde medya var, birde halkın bilincini dumura uğratacak, çarpıtacak aslında diğer argümanlar üzerinden varlığını korumaya alışıyor. Ulus devletlerin temel karakteristik özelliği şiddet, milliyetçilik ve dinciliği kullanıyor. Dincilik diyorum, dindarlık ile karıştırılmasın. Bunun yanı sıra hiç olmadığı kadar bu ülkede sözüm ona basın faaliyeti yapan gazete müsveddelerinin yarısından fazlası basın görevinden çok hükümet kalemşörlüğünü yapıyorlar. Bu hükümetin kirli oyunlarının basın bülteni görevini yapıyorlar. Hakikati çarpıtmak için hiç ama hiç ahlaki, vicdani yasal kaygı taşımıyorlar. Mesela son olaydan başlayalım; aynı milletvekili bu ez teröristleri hastaneye kaldırdı diye manşetlerine çektiler. Bizi hem çetelerin hem de faşist ırkçı grupların hedefi haline getirmeye çalışıyorlar. O olayı aslında tekziple kamuoyuyla paylaştım. Gerçeği halkımız böle haberlere de itibar etmiyor. Sözünü ettiğim olayda biz Silopi’deydik, 20’yi aşkın yaralı vardı. O anda Vali’ye ulaşmaya çalıştık, ancak telefonumuza cevap vermedi. 112’den ambülansları sağlık il müdürlüğüne ulaştık, olayın olduğu mahalleyi bildirdik, yaralıların olduğu, kan kaybından ölmek üzere olduğunu ve bir an önce hastaneye ulaşması gerektiğini ilettik. Ancak 122 bize her seferinde bize şu sözlerle yanıt verdi; ‘vekilim biz gitmek istiyoruz ama emniyetten izin almadan gidemiyoruz, emniyette bize siz gidemezsiniz emniyetli değil sizi bırakamayız diyorlar’ oysa çatışmanın, taranmanın üzerinden bir iki saat geçmişti ve ortam dinmişti ona rağmen yaralı 11 yaşındaki kız çocuğundan 58 yaşındaki yaşlıya kadar yaralıların hastaneye gelmeleri engelleniyordu. Öyle olunca artık biz dedik; biz bu alçaklığa göz yumamayız, insanlar yaralanıyor, insanlar 3 sivil yaşamını yitirmiş, sağ kalanların aileleri de bizi arayıp ‘lütfen çocuğumuz ölüyor hastanelere ulaştırın’ diyorlardı. İlk karşılaştığımız çocuğu hastaneye götürdük. Temel Şeflek adında 17 yaşında bir öğrenci bir gençti, yanında anne ve babası vardır. Ahmet Şevlet babası. O yanımda, mahalleden çocuğu alıyoruz ve hastaneye götürüyoruz. Ama ertesi gün arkadaşlar söyledi bu alçaklar tekrar bunu çarpıtacaklar. Gerçekten de ertesi gün ‘aynı vekil teröristleri hastaneye taşıdı’ diye haber geçtiler. Biz bu alçakların, saray beslemelerinin amaçlarını çok iyi biliyoruz. Bir taraftan sözü ettiğim devletin emniyet güçleri halka saldıracak, ama halkın seçilmişleri de halka sahip çıkamayacak, halkın basireti bağlanacak, iradesi kırılacak ve onlar bunu istiyor. Ama biz bu oyunlara gelmeyeceğiz, halkımızla birlikte olduğumuz için çeşitli komplolarla önümüze çıkıyorlar. Biz bu konuda suç duyurusunda bulunduk, önceki durum için de suç duyurusunda bulunduk.

Hakkınızda mecliste fezleke hazırlandı, sizin makam aracınızla silah sevkiyatı yaptığınızı bazı milliyetçi yazarlar inanarak hemen her gün TV programlarında dillendiriyorlar…
Önceki durum da buna benzerdi. Geçen sene vahşi DAİŞ çetesi kuşatması altında olan Kobanê’yi sahiplenmek üzere kuzey halkı olarak Suruç’a gittik, gözümüzün önünde çeteler araçlarla silah taşıyordu. Yanı sıra çetelerin geçişini önlemek isteyen halkımıza hemen her gün devletin emniyet birimleri tarafından saldırı gerçekleştirildi. Erdoğan’a rağmen Kobanê düşmedi. Kobanê düşmeyince hıncını bir yerlerden çıkartan AKP hükümeti, sözü edilen olay; sınır nöbetinde iken Urfa İl Örgütümüzün Ceylanpınar’da bir şöleni vardı. O gün de şoförüm hastanede yatıyordu, sözü geçen gün mevcut hastane kayıtlarda da bulunmaktadır. Sınırda bizimle günlerce nöbet tutan bir genç; ‘vekilim benim şoförlüğüm var, ben sizi götürebilirim’ dedi. Biz Ceylanpınar şehir merkezine vardığımızda bir haber kanalına bağlandığım için arabayı durdurmuştuk. O sırada çocuk ta karşı büfeden bir şeyler almaya gitti. Üzerinden 10 dakika geçti çocuk gelmeyince ben araçtan indim, o esnada 2 sivil polis geldi ‘kimliğinize baka bilir miyim’ deyince hayırdır dedim. ‘Biz polisiz’ dediler. Ben de milletvekiliyim deyince ‘pardon araba biraz yabancı geldi onun için sorduk’ dedikten sonra çekip gittiler. Ama sözünü ettiğim şoför bir müddet sonra gelmeyince ben Urfa İl Valisini aradım, Emniyet Müdürlüğünü aradım. Bir iki saat sonra Vali bana döndü. Urfa Valisi bizim şoförün başka bir dava ile ilgili gözaltına alındığını söyleyince biz de gittik mahalledeki şölenimize katıldık. Şimdi olayın üzerinden 8 ay geçti ve bir fezleke hakkımızda açılmadı çünkü fezlekelik bir durum yoktu, bizimle ilgili bir durum yoktu. Öyle televizyonlarda bir yanda cephanelik, diğer tarafta bizim araç gibi bir durum söz konusu değildi. Çok ahlaksızca teşhir edilme, alçakça bir şeydir. Böyle alçakça yargısız infaz edilmez, paramiliter çetelere öyle hedef gösterilmez çünkü hedef böyleydi. Aslında Kobanê düşmeyince çıldırdılar, üstüne birde seçimde halktan hak ettiği tokadı da yediler, iktidarları sarsılınca her şeyi iktidarları uğruna yok edebilirler yeter ki iktidarlarına helal gelmesin.

Şırnak’ta günlerdir orman yangınları var, doğa katliamıyla ne amaçlanıyor? Doğa katliamına dönük nasıl tedbir alınabilir?
Aslında geçmişten beri hükümetlerin Kürdistan’da halkı hizaya getirme, dize getirme, boyun eğdirme varsa demokratik bir nüve isyan duygusunu onu bastırmaya yok etme, boğma temelinde bir yaklaşım oldu. Bu anlamda hiçbir hükümetin Kürdistan’a ve doğasına yönelik bir hassasiyeti olmadı. Aslında Kürdistan dediğimiz yer insanlığın ilk yerleşime geçtiği bir coğrafyadan söz ediyoruz. İşte dünya çapında bilinen ünlü sosyologların altın hilal diye tabir ettiği yeri tam merkezinde olan bir yerden söz ediyoruz. İşte verimli vadileri ile ormanlarıyla, ovalarıyla tam bir yaşam alanından söz ediyoruz. Ama maalesef son 30 yıldır bu düşük yoğunluklu savaş sürecinde burada adeta yaşam kurutulmaya çalışıldı. Yaşam nüvelerinin hepsi yok edilmeye çalışıldı. Aslında binlerce köy boşaltıldı. Aslında orada insansızlaştırarak hiçbir direniş, karşı koyuş birimi, unsuru bırakmamak anlamına geliyordu ve devlet bunu yoğunca yaptı. Şimdiki hükümet bunu çok daha sistemli bir şekilde yapıyor.

Barış sürecinde çok sayıda baraj ve karakol da yapıldı. Barajların bölge haklı üzerinde olumsuz etkileri olmadığı söyleniyor. Doğru mu?
Barajlarla Kürdistan vadilerinin büyük kısmını suyla doldurmaya çalışıyor. Çünkü dere ağızlarında, nehir kenarında köyler inşa edilmiş durumda. Bunların tümünü bölgeden sürmeye çalışıyor. Yüzlerce kalekol yapıldı, bunların çoğu barış tabir ettiğimiz bu 2-3 yıllık süre zarfında yapıldı. Şimdi düşünün bir hareket ile oturuyorsunuz diyorsunuz; ben seni şiddetle öldürmekle, baskıyla seni bitiremedim, gel konuşalım diyorsun ve oturuyorsun masaya, ama bunu yaparken eş zamanlı orada kalekol, karakol, güvenlik barajları yapıyorsun, oradaki doğayı yakıp yıkıyorsun, hiçbir hassasiyetin yok oradaki doğaya, yaşama karşı ve buna da çözüm süreci diyorsun. İşte ‘Öz Yönetim’ modelinin deklarasyonunda doğasına, yerleşim yerlerine ve kültürüne sahip çıkma prensibi vardır. Bu noktada bu halk için ne denli elzem bir durum olduğu da ortaya çıkıyor. İşte öz yönetim böyle algılamak gerekiyor, halkımız kendi doğasını, varlığını, onurunu koruyacaktır. Demokratik eylemlerle, bedeniyle, radikal sivil itaatsizlik eylemleriyle bunu yapacaktır. Özyönetimin de böyle anlaşılması gerekiyor.

PKK de artık asker ile çatışmaya girmek istemediğini açıklamıştı. Diğer yandan ‘vatan millet’ argümanlarına karşı yaşamını yitiren askerlerin aileleri de ‘bu savaşa neden çocuklarınız da yerini almıyor, askere gitmiyor’ diye devlete haykırıyor...
Aslında bu çatışmaların, kaotik, içinde katliamların olduğu süreç başlayınca bu ülkenin başbakanı şunu dedi; ‘biz çocuklarımızı feda etmeye hazırız’ mealinde bir söz kullandı. Aslında çocuklarımız dediği bu ülkenin yoksul gençleridir. Sıvasız hanelerin çocuklarıydı onun çocukları değildi. Şu an basında da yer aldığı AKP’li bakan ve milletvekillerinin çocuklarının öz geçmişi ortaya çıkartılmış yarısından fazla ya çükür çıkmış, yarısı da bedelli askerlik yapmış. Bunların çocukları askerlik dahi yapmamış insanlardır. Bunlar bedel olarak çocuklarını vermezler. Bunlar ulus devlet argümanlarıyla bu halkın çocuklarını feda etmeye halen niyetli görünüyorlar. Ama Türkiye halkı eski halk değildir. İlk kez analar şunu söylüyor; biz çocuklarımızı iktidar uğruna kurban etmek istemiyoruz. Bizim çocuklarımız ülke savunmasında canlarını vermiyorlar’ diyorlar. İnanıyorum ki bugünler çok sürmez. Niye çok sürmez artık savaş politikasından medet ummanlar tekrardan iktidarını tesis etmek isteyenler artık teşhir olmaya başladılar. Artık halk bunların savaş politikalarına müsaade etmeyecek ve yaktıkları ateşte kendileri yanacaktır. Öyle diliyoruz ki, halkımızın yaşadığı günler yakın olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder