Duran Kalkan: . Yeni bir şey olacaksa anlaşma gerekiyor, yasal temel gerekiyor. Önder Apo'nun özgürce istediği herkesle görüşebilmesi gerekiyor. Hareketimizin Önder Apo'yla görüşmesi lazım.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “ Şöyle-böyle olsun deniliyor, ama hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Biz defalarca ateşkes ilan ettik. Kaç sefer barış projesi yayınladık, 2013 Newroz‘undan bu yana iki buçuk senedir ateşkes vardı. Şu ortaya çıktı ki, söz vermelerle olmuyor. Yeni bir şey olacaksa anlaşma gerekiyor, yasal temel gerekiyor. Önder Apo da söyledi, "yasal temel olmadan artık hiçbir şey yapamayız" dedi. Önder Apo'nun koşullarının değişmesi gerekiyor. Önder Apo'nun özgürce istediği herkesle görüşebilmesi gerekiyor ve bizim de görüşebilmesi gerekiyor. Hareketimizin Önder Apo'yla görüşmesi lazım“ dedi.
Kalkan, Türk devletinin isteklerini kabul ettirmek için Kürt Halk Önderi Abdullah üzerinde tarihin en büyük baskı, zulüm ve işkencesini uyguladığını da sözlerine ekledi.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi, MED NÛÇE'de dün akşam yayınlanan Politik Alan programına katılarak Ersin Çelik'in sorularını yanıtladı.
Gündemdeki gelişmelere geçmeden önce, 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı'nın 31. yıldönümündeyiz. 15 Ağustos Atılımı'na ilişkin, güncel gelişmeler bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
15 Ağustos Devrimci Atılımımızın yıldönümünde başta Önder Apo olmak üzere halkımızın ve dört parça Kürdistan'da savaşan gerilla güçlerimizin ulusal diriliş ve direniş bayramlarını kutluyorum. Ölümsüz komutan Agit Yoldaş şahsında tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Tüm şehit ailelerini, şehit annelerini saygı ile selamlıyorum. Bu temelde en son Silopi katliamı şehitlerini de saygı ve minnetle anıyor, amaçlarını başarma sözümüzü yineliyorum.
15 Ağustos Atılımı'nın yarattığı değerler bugün Kürdistan'da ve bölgede yeni gelişmeler yaratan ve tartışmaya konu olan hususlar. Kürdistan'da özgürlük, demokratik uluslaşma adına bugün ne varsa hepsi 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı temelinde ve bu çerçeve temelinde yürütülen kahramanca savaş içinde yaratıldı. Bu 31 yıl Kürt halkının kahramanca mücadele verdiği, insanlığa adını saygıyla yazdırdığı bir dönem oldu. Kürt tarihinin kahramanlık dönemini oluşturuyor. Kürt gençliğinin, Kürt kadının kahramanlık mücadelesi içerisinde özgür iradesinin ortaya çıkma gerçeğini temsil ediyor.
15 Ağustos Atılımı, son iki yüzyılda baş aşağı gidiş de değil yok oluş sürecindeki bir halkın yeniden dirilişini ve kahramanca direniş mücadelesi içerisinde özgürce yeniden doğuşunu ve demokratik ulus haline gelişini sağladı. PKK nasıl ki bir halkın özgürlük, demokrasi, eşitlik, varlık kimliğiyse, 15 Ağustos Atılımı da bunun ete kemiğe büründüğü, artık yaşanan bir gerçek haline geldiği bir süreci temsil ediyor.
Buna "Kürt miladı" dendi, bilim insanları "ilk kurşun" tanımını getirdiler. Sömürgeciye, işgalciye, kültürel soykırımcıya sıkılan kurşunun, esasında ise sıkanın kendi duygusunda, düşüncesinde, ruhunda yarattığı kölelik etkilerine sıkılmış kurşun olarak ifadelendirdi ve buradan köleliğe karşı sıkılan ve köleliği yok eden kurşun, dolayısıyla da özgürlük dünyasına açılan kurşun oldu.
'15 AĞUSTOS ÇİZGİSİ DAİŞ FAŞİZMİNİ YENİLGİYE UĞRATIYOR'
15 Ağustos Atılımı sadece Kürdistan'da da değil Ortadoğu'daki duruma da bir müdahale özelliği taşıyordu. Kürdistan'da her türlü kölelik, yok oluş ve parçalanmışlığa karşı özgürlük, birlik, demokratik var oluş temelinde gelişen mücadele bugün DAİŞ faşizmi karşısında özgür insanlığı savunan, Ortadoğu halkları için olduğu kadar tüm ezilenler için umut kaynağı haline gelen büyük bir birikimi Kürt demokratik direnişini ve ulus olma gerçeğini ortaya çıkardı. Bugün DAİŞ faşizmini yenilgiye uğratan kahramanlık çizgisindeki gerilla gerçeği bu 31 yıllık kahramanca mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçtur. Bugün dört parça Kürdistan'da yediden yetmişe direnen bir halk gerçeği bu atılımla ortaya çıkartıldı.
PKK ile Kürdün adı özdeşleştiği gibi, PKK direnişiyle, Kürt varlığıyla da 15 Ağustos Gerilla Atılımı'nın adı özdeşleşiyor. Binlerce genç adını 'Agit' koydu. Bu atılımın kahraman şehitleriyle anıldılar; Erdal oldular, Bedran oldular, Berivan oldular, Beritan oldular, Zilan oldular. Böylece yeni bir toplum ortaya çıktı. Kürtlük demokratik temelde dirildi, yeni bir halk dünya sahnesine çıktı. Adı tarihten silinmek istenen, ülkesi haritadan silinmek istenen halk yeniden dünya gerçeğine doğdu. Kürdistan ülkesi herkes tarafından yeniden bilinir ve anılır hale geldi. Kürt halkı dünya halkları tarafından bilinir ve mücadelesi dikkatle izlenir, desteklenir hale geldi.
Önder Apo, "Biz hiç kimsenin adını bile ağzına almadığı bir halkın, bir ülkenin yurtseverliğini yaptık" dedi. Yine Önder Apo, "bu sorunu ben yaratmadım. Sorunu yaratanlar ortadadır. Sorun herkesin gözü önündeydi, ama görmezden geliyordu. Ben herkes gibi yapamadım. 'Sorun var' dedim, sorun üzerime kaldı. Gerçeği söyledim ve bu gerçeğin peşinden gittim" dedi. Sorunu yaratanlar biraz özeleştirel yaklaşıp insanlık tarihi karşısında kendilerini affettirmeye çalışacaklarına bir de yavuz hırsız misali PKK'yi suçlamaya çalışıyorlar. Mevcut durumda Kürt sorunu yaratanların yüzlerine bakın büyük bir telaş içindeler. Çünkü maskeleri düştü, gerçekler açığa çıktı. Nasıl bir soykırımcı katil oldukları açığa çıktı. Bunu siyaset yargılamasa bile insanlık vicdanı yargılayacaktır. Özgür insanlık gerçeğinde mahkum olacaklar. Şimdi bu gerçeği ortadan kaldırmak için can havliyle Kürt halkına, gerillasına, kadınına vahşice ve alçakça saldırıyorlar.
Bugün olanlara bakıp Kürdün 15 Ağustos Atılımı'nı yaparken ne kadar haklı olduğunu görebiliriz. Bu atılımın ortaya çıkardığı gerçekler temelinde Kürt halkı kısmi bir özsavunma oluşturup kendini savunuyor olduğu ortamda bile bu kadar vahşi, imhacı bir zulüm, baskı, katliam üzerlerinde uygulanıyorsa, bu olmasa, bu halka ne yapmazlardı! Ogün bu zihniyetin ürünü bir özel tim şefi Gever'de kalkmış, "Devlet size ne yaptı ki!" diyordu. Daha ne yapacaktı, yapmadığını mı bıraktı? Bütün bunlar 15 Ağustos Atılımı'nın ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor.
Silopi katliamı bir seri katliamın ardından gerçekleşti. Ama Silopi'deki özgün durum ise, sabahın beşinde ev basıp gözaltı yapmak isteyen polise karşı halkın ve gençlerin direnişi oldu. Bu direnişe katliamla cevap verildi. Bu gelişmelere ek olarak o bölgede görev yapan gazeteci arkadaşlarımız, Silopi-Cizre'de Girê Sipî'de görev yapıp geri çekilmiş olan özel hareket polislerinin-timlerinin de bulunduğunu dile getirdiler. Yine Gever'de gözaltına alınan 38 kişinin yüzüstü yere yatırılarak "herkes Türkün gücünü görecek" diye tehdit edilmesi bir araya düşünüldüğünde Silopi halkının karşı çıkışını hem de devletin bu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? İkincisi, Silopi'deki bu karşı çıkış katliam politikalarına karşı yayılır mı?
DAİŞ'i herkesin doğru anlaması lazım. Biz, özellikle de Suriye'deki DAİŞ'in yüzde 80, 90'lı yılların JİTEM'i olduğunu söyledik. 90'larda adı JİTEM olan bugün DAİŞ'tir. Gever'deki durumun DAİŞ yönteminden bir farkı var mı? Yoktur.
Ya da DAİŞ'e karşı mücadele edenlerin cenazesine uygulanan yöntem...
Evet, cenazelere uygulanın da DAİŞ yönteminden bir farkı var mı? Yoktur. DAİŞ yöntemlerini buradan aldı. 90-93 arasında JİTEM neler yaptı? Faili meçhullerden tutalım da sokak ortası infazlar, topluma yaylım ateşi açmalara kadar az mı katliam yaptı? Bunları unuttuk mu? Yok. Bugün de o devam ediyor.
Bir de Ahmet Davutoğlu, Tayyip Erdoğan demokrasiden, eşitlikten söz ediyor, "Kürt vatandaşlaşır" diyor, ama Gever'dekinin ne söylediğini gördük, "Türkün gücünü göreceksiniz!" diyor. Karşıdakinin Kürt olduğunu bile bile, ‘zorla ben senin tepende duracağım‘ diyor. Bu faşizm değil mi? Bu sömürgecilik değil mi? Bu soykırım değil mi? Soruşturma açıyorlarmış, Davutoğlu soruşturmayı kendine açması lazım, çünkü senin zihniyetin odur. Ahmet Davutoğlu'nun "hiçbir irade tanımayacağız. Bizim irademiz dışında kimsenin siyasi iradesi olmaz. HDP'yi bile bastıracağız" demesiyle Gever'deki o kara yüzlünün "Türkün gücünü göreceksiniz" demesi aynı şeydir.
O söz kişisel bir söylem değil yani?
Hayır, devlet politikasıdır. Bu faşist, soykırımcı, sömürgeci, milliyetçiliği temsil ediyor. Ankara, TC devletine hakim olan zihniyet ve politika budur. Bu zihniyet ve politika kırılmadan hiçbir sorun çözülmez. Ortada kişisel bir sorun yok. Halklar arasında da kesinlikle bir sorun yoktur. Kürt sorunu var. Ve bu sorun 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1. Dünya Savaşı'nın arkasından yaratıldı. Bunu dünyayı bölüp paylaşanlar yarattı. Bu paylaşım içerisinde Kürdistan üzerinde egemenlik kuranlar yarattı. Kürdistan'ı böldüler, yok saydılar, ismini haritadan sildiler, Kürt halkının varlığını yok saydılar ve Kürdü yok etmek için yüzyıldır soykırım uyguluyorlar. Tarihin en ağır soykırımı Kürtler üzerinde uygulandı. Sorun da böyle ortaya çıktı.
TC'ye, AKP yönetimine, Ahmet Davutoğlu ve Tayyip Erdoğan'a hakim olan ruh, zihniyet ve politika da budur. Sorunu yaratan kendisidir ama "ben bunun altında seni Türkün ezici gücüyle yok edeceğim" diyor. Artık takke düştü. Ahmet Davutoğlu kimseyi kandıramaz, senin devleti elinde tutan güçlerinin, övdüğün, karakol karakol dolaştığın insanlarının Kürt insanına, kadınına ve gencine yaklaşımı Gever'de bir kez daha açığa çıkmıştır. Silopi'de açığa çıkmıştır.
Yüksek Askeri Şura'da daha önce tecavüz edenler terfi ettirilip yeniden Kürdistan'da görevlendirdiler ki, yine katliam yapsın, tecavüz etsin diye. Bu politikayı Kürtler kabul eder mi? O Gever'deki konuşana söylüyorum: Biz de kendisini tanıyoruz! İsmini de biliyoruz, resmini de biliyoruz! Kürt halkına baskı yapanlar bilsinler ki, nereye saklanırsa saklansınlar bir gün mutlaka bulunacaklar ve işledikleri suçun hesabını verecekler! Bu halkı kimse sahipsiz sanmamalıdır.
Onun için "gerilla dursun, gerilla silahı bıraksın, gerilla çekilsin ki, biz istediğimizi yapalım" diyorlar...
Böyle bir barış olur mu?
Ne barışı? Hangi barış? Gever'de, Silopi'de olanla barış olur mu? Barış için şart koşmuş, diyor: "Siz çıkın gidin, ben istediğimi ezeyim, istediğim gibi yaşayayım..." O sana barıştır, bana barış değil. Çocuk bile böyle kandırılmaz. Kalkmışlar Kürt toplumunu kandıracaklarını sanıyorlar.
Zergelê'de kazan bombalarıyla vurdular. HDP heyeti de açıkladı. Bülent Arınç nerededir? Kim yalancı? Bunlar bilinsin. Bütün basın tekeli elinde değil ki, Doğan Grubu azıcık gerçekleri göstermeye başlamıştı, başına vurdular ve yeniden teslim aldılar. "Bütün basını sustururum, doğru benim söylediğim olur" diyor, "yalanı herkese doğru diye yuttururum" diyor. Ama AKP bilmeli ki o dünya geçti, o çağ geçti. AKP geçmişte kendilerine yapılanı başkalarına yapıyorlar. "Biz başarırız" sanıyorlar, ama başaramazlar. Bunu kabul etmeleri lazım. Biraz vicdanlı ve ahlaklı olmaları lazım.
Zergelê'de yaşayan köylüye, "orada olan herkes teröristtir, derim, vururum, yok ederim..." Kanıtlandı. Silopi'de "vatandaşım" dediği insanlara nasıl alçakça ateş ediyorlar, evleri cayır cayır yakıyorlar. Bundan daha büyük vahşet olur mu? DAİŞ nedir ki, DAİŞ budur işte. AKP, Türk özel savaş gücü, Türk kontrgerillası bilmeli ki, herkes kendini tanıyor. Maskesi düşmüştür. Dünyadaki geçmişte var olan kontrgerilla güçleri tasfiye edildi, Türkiye'de ise devleti bunlar ele geçirdi. Yönetim bunların elindedir. Tasfiye edilmek bir yana daha çok güçlendirildiler. Devlet kontrgerilla devleti haline geldi. PKK'den şunu bunu isteyenler devletin kontrgerillacı karakterini ortadan kaldırmaya çalışsınlar.
Elbette Silopi tekil değildir. Her tarafta halk üzerinde büyük bir katliam uyguluyorlar. 24 Temmuz‘da başlayan ezme, imha etme, susturma, katletme girişimidir. Böyle bir süreç başlattılar. Topyekun özel savaş demek, bu demektir. 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bu kararı aldılar. Bunu yansıttılar da. Bu bir devlet kararıdır. MGK kararları uygulanıyor. Bunun dışında hiç kimse kendi başına şunu bunu yapmıyor.
Silopi'yi, Gever'i yalnız bırakmamak lazım. Kürt halkı örgütlenmiş, bilinçlenmiştir ve gerçeği görmektedir. Bu saldırıların amacının ne olduğunu biliyor. Kürt halkı 15 Ağustos Atılımı'nı bu saldırganlığa karşı geliştirdi ve 31 yıldır kahramanca sürdürdü. Şimdiye kadar TC kontrgerillasını da, faşizmini de yerle bir etti. Kontrgerilla rejimine kimse demokrasi diyemez. O bakımdan da Kürt halkı Ahmet Davutoğlu'nun tehditlerine ve kontrgerillasının vahşetine boyun eğemez. Hiç kimse Kürt halkına boyun eğdiremez. Son neferine kadar yok edilebilirler, ama asla teslim alınamazlar. Kürtler sonuna kadar direnecektir.
'ÖNDER APO ÜZERİNDE BASKI UYGULANIYOR'
Önder Apo barış ve demokratik siyasi çözümü geliştirebilmek için Eyüp sabrından büyük sabırla insanüstü çaba harcadı. Ama bu çabanın karşılığı 5 Nisan‘dan beri yok, her türlü baskı üzerindedir. "Şunu yapacaksın, bunu yapacaksın" diye baskı uyguluyorlar. Diyorlar ki, "siz gidemezsiniz, biz gidip görüşüyoruz!" Sen gidip görüşüp baskı uyguluyorsun. Senin görüşmeni görüşme mi sayarız? Kontrgerillanın görüşmesine, "görüşme" diyebilir miyiz? Önder Apo'ya baskı yapılmaya gidiliyor. Önder Apo üzerinde tarihin en büyük baskısı var. Kürt halkı ve herkes bunu iyi bilmelidir. Diğer sözlere kimse inanmamalıdır. Önderlik üzerinde tarihin en ağır baskısı var. Zulüm var, işkence var. İstediklerini başta Önder Apo'ya kabul ettirmek istiyorlar. Silopi'de, Zergelê'de, Gever'de nasıl oluyorsa aynı uygulamalar Önder Apo üzerinde de psikolojik olarak var.
Bu bakımdan kimseyi kandıramazlar. Bu zulme Kürt halkı boyun eğmez. Son damla kanına kadar direnir, kesinlikle de başaracağına inanıyoruz, bu zalimleri, faşistleri, sömürgecileri tarihin çöp sepetine atar. Son nefesini verir ama kimse teslim alamaz. Dolmabahçe açıklamasına kim karşı çıktı? Süreci kim durdurdu? Tayyip Erdoğan. Newroz ardından, daha Nisan başında süreç durduruldu?
Bu tartışmalar içerisinde İmralı görüşme tutanaklarının açıklanması da gündeme getiriliyor. Bu konuda siz ne diyorsunuz?
Evet, açıklansın. Onu yapabilirler mi, ondan ödleri kopar. MHP enselerinde. AKP şimdi kendisini oradan savunmaya çalışıyor. Oradan suçlanacak, can havliyle, korkuyla ve bu saldırılarla şunu göstermeye çalışıyor, "ben o görüşmeleri bu saldırılar için zemin yaratmak amacıyla yaptım. Devletim, şovenistim, milliyetçiyim, faşistim, beni kabul edin, öldürmeyin" diyor. Aslında canını kurtarmaya çalışıyor Tayyip Erdoğan ve arkadaşları. Biz bunu anlıyoruz. Sonları gelmek üzere. Artık düştüler. Hükümet düştü. Son demlerini yaşıyorlar. Sonucun nasıl olacağından kaygılılar. Dolayısıyla kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar.
Önderlik kendilerine ne yaptı? Dolmabahçe açıklamasını yaptırdı, Newroz'da yeniden barış ve özgürlük çağırısı yaptı. Buna verilen cevap, baskı ve işkence, görüşmelerin durdurulması ve ardından 24 Temmuz‘da başlatılan siyasi soykırım operasyonları ve katliamlar oldu...
Konu açılmışken, HDP heyetinin Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan'la 5 Nisan öncesi yaptığı son görüşmede, size yansıdığı kadarıyla, ne konuşuldu? O gün Sayın Öcalan'ın tavrı neydi?
Önder Apo dedi, "bana teslim ol çağrısı yapılıyor. Asla kabul edemem." Biz bunu çok iyi biliyoruz, ister Güney Kürdistan'dan Önderliğe gönderilen mektup olsun, isterse de devlet ve hükümet adına yansıtılanlar olsun, böyle değerlendirdi. Önder Apo 5 Nisan‘da Tayyip Erdoğan'ın Dolmabahçe mutabakatını reddeden, Newroz mesajını küçümseyen-reddeden tutumuna büyük bir öfke duydu. Halbuki bunlar mutabakat temelinde oluyordu. Yalnız başına Önder Apo'nun istediği gibi yaptığı şeyler değildi. Görüşmeler sonucunda ortaya çıkan açıklamalardı. Hem ortak açıklama oldu hem de Newroz açıklaması. Bu kadar net ortak olmuşken, Tayyip Erdoğan hepsini reddetti. Aslında o hükümete karşı bir darbeydi. Ahmet Davutoğlu hükümetinin yaptıklarına karşı bir darbeydi. Hükümet korkudan bunu söyleyemiyor, karşı çıkamıyor. AKP içinde bir sürü çelişki ve farklı görüş var. Hiçbirisi açığa çıkmasın diye Tayyip Erdoğan bastırıyor, bu savaşı da onun için yaptılar. Ama o da kurtaramayacak ve parçalanacaklar.
Ben şunu söylemek istiyorum, Yalçın Akdoğan ve bazıları şunu söylediler, "Biz 7 Haziran‘da çözüm sürecinin bedelini ödedik." Bu yanlış tespittir. 7 Haziran‘da çözüm sürecine doğru yaklaşmamanın, oyalama taktiğinin, hilekârlığın, Tayyip Erdoğan'ın çözüm sürecini reddeden tutumunun bedelini ödediler. Eğer tutarlı olsalardı, Kürt sorununu çözme ve bu temelde demokratikleşmeyi geliştirmeye çalışsalardı, AKP oylarını arttırırdı.
AKP devam etmek ve siyasi bir hareket olarak kalmak istiyorsa kendini köklü bir özeleştirel sorgulamadan geçirerek doğruya çekmesi lazım. Kontrgerillaya teslim olarak, demokrasiyi reddederek, Kürt sorununun özel savaş dairesine bırakarak, onun karşılığında iktidarda kalmaya çalışarak bir yere varamaz. Kontrgerillayla mevcut AKP ve Tayyip Erdoğan arasında anlaşma var. İktidar ömürlerini uzatmak için Kürde her türlü zulmü yaptırtıyorlar.
Kuzey Kürdistan ve Türkiye'deki gelişmeler dünyada da yakından takip ediliyor. Son birkaç gün içerisinde konuya ilişkin ABD Başkanı Obama, Rusya Başbakanı ve Almanya Dış İşleri Bakanı'nın açıklamaları oldu. Bu açıklamalar da AKP hükümetinin mevcut politikalardan vazgeçmesi çağrısı vardı. Dünyada ilginç bir siyasi tablo oluştu. AKP'nin bu politikasını görünürde, içerde MHP, dışarıda ise KDP desteklemekte, onun dışında da ciddi bir desteğin olmadığı anlaşılıyor. Bu siyasi tablo neyin göstergesidir?
AKP'nin gerçek yüzünün açığa çıkmasıdır. Nasıl maskeleyebilsin ki? Mesela diyor ki, "Amerika ile anlaşma yaptım ve DAİŞ'e karşı savaşa girdim... DAİŞ'e karşı operasyon yapıyorum, tutuklama yapıyorum..." Yok öyle bir şey. Bir tane örnek gösteremezler. Tutukladıkları 5-10 kişinin de DAİŞ'le bir alakası yoktur. Bir, DAİŞ'e karşı tutuklama operasyonu oluyor. İki, DAİŞ'e karşı askeri operasyon da olmuyor. AKP hükümeti DAİŞ'e karşı savaşmıyor, DAİŞ'e karşı savaşamaz. Çünkü AKP demek DAİŞ demektir. DAİŞ demek AKP demektir. Zaten kendisi, nasıl savaşacak.
DAİŞ, Güney Kürdistan'a saldırdı, Kürtlere saldırıyor. Suriye'den saldırdı, Rojava'dan Kürtlere saldırıyor. Bakur'daki Kürtlere saldıramadı. Bakur'da kim saldırıyor? AKP saldırıyor. Kerkük'te, Şengal'de, Kobanê'de, Hesekê'de, Efrîn'deki saldırıların bir parçası, halka biçimindeki devamı Silopi'de, Gever'de, Kandil-Zergelê'de oluyor. Bunlar bir bütündür. Demek ki, bugün AKP saldırılarıyla DAİŞ saldırıları bir ve ortaktır. Aynı yerden kararlaştırılıyorlar. Aynı amaç ve aynı hedefe yöneliyorlar. Kürde vuruyorlar. Özgürlük, demokrasi isteyen Kürtleri hedefliyorlar, dahası Kürt soykırımını hedefliyorlar. Kobanê'de, Şengal'de Kürde saldıran DAİŞ'yle Gever'de Kürde saldıran kara yüzlü de DAİŞ'lidir. Kürdü katletmek, sindirmek, ezmek istiyorlar.
AKP şunu yapmak istedi: "DAİŞ'e karşı savaşacağım" diyerek, "ABD ve diğer güçlerin desteğini alırım, onları aldatırım, PKK'ye saldırırım, kimse fark etmez" sandı. Şimdi maske iyice düştü. Herkes gördü ki, AKP DAİŞ'in Irak ve Suriye'den Kürdistan'a, Kürt halkına dönük saldırıyı Türkiye üzerinden, Kuzey Kürdistan'da da, Güney Kürdistan'da da AKP yürütüyor. Bu açığa çıktı.
Bu bakımdan AKP'nin 24 Temmuz‘da başlattığı saldırı, DAİŞ'in 15 Eylül‘de Kobanê'ye başlattığı saldırının, Cizîr'e saldırının, 3 Ağustos 2014'de Şengal'e, Maxmur'a, Kerkük'e yönelttiği saldırının bir devamıdır. Herkes bunu gördü. DAİŞ'e karşı savaşan kim var? PKK öncülüğündeki Kürtler. DAİŞ'i şimdiye kadar kim yenilgiye uğrattı? YPG/YPJ uğrattı, Önder Apo'nun düşüncesiyle Rojava'da örgütlenmiş, silahlanmış Kürt gençleri, kadını ve erkeği yendi. KobanÊ'de, Til Hemis'te, Til Berak'ta, Çiyaye Kezwan'da, Hesekê'de, Gire Sipî'de bunlar zafer kazandı. DAİŞ tarihinde ilk defa buralarda yenilgi aldı. Kürt cephesinde yenildi. Kürtler DAİŞ gibi faşist belayı insanlığa bela olmaktan çıkarıyorlar.
AKP hükümeti böyle bir Kürde tüm gücüyle saldırıyor. Ahmet Davutoğlu açıkladı, "bir gecede 400 hedefi vurduk" dedi. Sen kimi, nasıl vurdun? Neredeki hedefi vurdun? Kandil'i niye vurdun? Kandil Türkiye sınırından kaç kilometre uzakta, niye onları vurdun? "Bize karşı savaşıyorlar, ondan operasyon yapıyoruz" diyorlar da Kandil‘deki insan Türk askerini nasıl vurur?
'ROJAVA VE BAŞUR‘DA DAİŞ'İN YAPTIĞINI BAKUR’DA AKP YAPIYOR'
AKP'nin savaşı kesinlikle yalandır. Danışıklı dövüştür. O basın da çocuk kandırır gibi AKP'nin peşinden Türk insanını "ne söylersek inanır" sanıyorlar. Bu insanlar Kürt basınını da dünya basınını da takip ediyorlar. Gerçekler öğreniliyor ve artık o psikolojik savaş basının yalancılıklarını herkes görüyor. Ben iddia ettim, Kilis'teki askeri kendiler vurdu, diye. Orada yaşayan insanlar da "DAİŞ burada hiçbir şey yapmadı" dediler. Onun üzerine Ahmet Davutoğlu o halkın sesini kesmek için hemen oraya gitti. Bu iddiamı sürdürüyorum: O askeri de kendileri vurdu, provokasyondu ve danışıklıydı.
DAİŞ'i korumak için PKK'yle savaşıyorlar. Dün tırlarla silah gönderiyordu, "Kobanê düştü düşecek" diye DAİŞ'lilere moral veriyor, Kürtlerin moralini düşürmeye çalışıyordu. Bütün bunlar yetmedi YPG/YPJ tarihin en ağır yenilgisini yaşattı, bu kez de 24 Temmuz‘dan itibaren bu saldırıları başlatarak DAİŞ'i kurtarmaya çalışıyorlar. Eskiden gizli destek veriyorlardı, şimdi bu savaşla sadece açık destek de değil DAİŞ'in savaşını Kuzey Kürdistan'da kendileri üstlenmişler ve yürütüyorlar. Rojava ve Başur'da DAİŞ'in yaptıklarını Bakur'da da AKP yapıyor, TC devleti yapıyor.
DAİŞ'e gerçekten karşı olan herkes bunu gördü. Avrupa, Amerika tutum alıyor. Amerika Başkanı "anlaşmamız böyle değildi" dedi. Demek ki AKP hükümeti ABD yönetimine başka söz verdi, “DAİŞ'i vuracağım“ dedi, PKK'yi vuruyor. Tekrar söylüyorum: 24 Temmuz‘dan itibaren başlatılan AKP saldırılarına kim karşı çıkmıyorsa, o AKP ve DAİŞ ittifakının ortağıdır.
Güney Kürdistan'da da herkes desteklemiyor. KDP için bir şey söylemek istemiyorum. Fakat kılavuzu karga olan ne olurmuş, öyle diyelim. AKP'yi kendine kılavuz edinen, Türkiye'deki bu Kürt düşmanı-karşıtı siyaseti, Türk kontrgerillasını Kürt sorununu çözecek güçmüş gören yaklaşım doğru değil. Bunu Kürtlük adına nasıl izah ederler, zordur. Biz Başur'a ilişkin, Irak'a ilişkin bir iki şey söylemeye kalktık mı, "Siz bilmiyorsunuz, Bakur Kürdüsünüz, orayı tanırsınız" diyorlar. Peki, Türkiye ve Bakur'u KDP yönetimi benden iyi mi tanıyor? Ben Kürdün gerçeğini görerek oradan çıktım geldim. İnsan biraz buna saygılı olur. Oraya alet olunmamalıdır. Bu zulme, vahşete dünya karşı çıkıyor.
Kürt Ulusal Kongresi temelinde birlik gelişiyordu ve Ortadoğu'nun yeniden yapılanma süreci gelişirken Kürtler birlik içerisinde bu sürece öncülük edecek, Kürt demokrasisini yaratar Demokratik Ortadoğu Birliği'nin çekirdeği olacak konumu yakalamışlardı. Böyle bir şans varken, KDP bütün bunları elinin tersiyle itti, "her şey bana bağlı olacak" diyor, "her şey benim iradem altında olacak" diyor, bir de "AKP'yle olacak" diyor. AKP'yle olmuyor, AKP yenildi ve artık yıkılıyor. Peki, yarın AKP Türkiye'de kaybederse KDP ne yapacak? Bu kadar AKP'ye angaje olunur mu? KDP'nin başka partilerle de benzer ilişkisi var mı?
"Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" diye Türkçede bir laf vardır. KDP müttefikinin kim olduğuna baksın. Herkes, bütün Kürtler bu temelde görüyor. TC sınırları içerisinde KDP'nin müttefiki kimdir? Kürt düşmanı AKP'dir. Zergelê'de de AKP katliam yaptı. KDP bunu nasıl anlatabilir? "Çıkın, gidin!" demekle olmaz. Kim kimi nereden kovuyor. O zaman her birimiz diğerine "sen oradan git" diyerek birbirimizi kovmaya çalışalım. Böyle demokrasi olur mu?
'KDP KENDİNE ZARAR GETİREN BU YOLDAN DÖNMELİ'
Kendisi her yerde örgütleniyor, PDK-Bakur örgütlüyor, "ama PKK'nin adı bile Güney Kürdistan'da olmamalı, Rojava'da olmamalı, hepsi benim elimde olmalı" diyor. Biz bazı eleştiriler yaptık. Ama onlar eleştiriydi, karşıt tutum değildi. Biz hareket olarak karşıt konumda değiliz. KDP'yi yıkıp yok etmek gibi ne bir düşüncemiz, ne de politikamız kesinlikle yoktur. Ulusal Kongre birliği içerisinde her yerde birlikte var olalım, dedik. Bütün Kürt silahlı güçlerini ortak bir komutanlıkla birleştirelim, Kürt diplomasisini birleştirelim, Ulusal Kongre bütün Ortadoğu Konfederalizmi'nin çekirdeği olacak şekilde bütün halklar için bir örnek model olsun istedik. Hala bunu istiyoruz, bunu savunuyoruz. Bu çerçevede onlar olsun, KDP olmasın, diye bir şey şimdiye kadar ne düşündük, ne söyledik, şimdi de öyle bir şey söylemiyoruz. Bu bakımdan KDP yanlış yolda. Ters ve tehlikeli iş yapıyor. Gittikçe de kendi kendini Kürt kamuoyunda zor duruma düşürüyor. Biz bunu da istemiyoruz. Zararın neresinden dönersen kardır, derler, KDP kendisine de zarar getiren bu yoldan dönmeli, Ulusal Kongre temelinde yürüten Kürt demokrasisini ve birliğini geliştirme çalışmalarına herkesi dikkate alarak katılmalıdır. Biz herkesle Ulusal Kongre temelinde ilişkiye ve birliğe hazırız. Buna Kuzey'deki de Güney'deki de tüm örgütler dahildir, KDP de dahildir.
Kalan zamanımızda çözümü konuşmak istiyorum. Geçtiğimiz günlerde önemli açıklamalar olmuştu. Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de bundan sonra gerçek, kalıcı bir barış nasıl sağlanabilir? Barış, ateşkes çağrılarına dönük değerlendirmeniz nedir? Bununla birlikte bu süreçte halk ve demokratik güçler ne yapmalı?
Bu çatışmalar nedensiz olmuyor. Varlık-yokluk gibi çok tarihi sorunlar olmasaydı kimse dağa da çıkmazdı. Önder Apo şunu söyledi: "Eğer başka çözüm yöntemi varsa ve bu varken kan akıtmak cinayettir." Bizim felsefemiz budur. Bu bakımdan bizi kimse basite almamalı. 43 yıllık bir hareketiz, 35 yıldır 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı savaşıyoruz. 31 yıldır kesintisiz gerilla savaşı yürütüyoruz. Sadece dağa çıkmadı, bütün Kürdistan'a yayıldı. Bugün, Kürdistan'ın bütün stratejik dağlık alanlarında gerilla vardır. PKK büyük bir güçtür. Ahmet Davutoğlu "vururum, yıkarım" diyor da, onu diyenleri çok gördük. Çiller de söyledi, Ağar da söyledi, Kenan Evren de söyledi. Dönüp onlara baksınlar. Gever'deki "Türkün gücünü göreceksiniz!" diyordu. Ama Kürdün gücünü de gördüler, daha da çok görecekler. Gitsin Kürdün gücünü dostu DAİŞ'e sorsun!
Bir defa PKK'yi, "dağa çıkmış, çekilsin, şuradan buraya git" demekle olmaz. Diğer yandan AKP'nin de bu saldırıları boşuna yapmadığını biliyoruz. Saldırıyı AKP başlattı ve AKP yürütüyor. Bunu Kürt düşmanı politika ve zihniyet nedeniyle bu saldırıları başlattı. Kürdün ölüsünü de o topraklara koymuyor, Habur'da, Kobanê'de sınırı kapattı. DAİŞ'in, El Nusra'nın, Suriye'deki bütün örgütlerin her şeyine "evet" diyor, Kürtlerin en ufak kazanımını "kabul edemeyiz" diyor. Bu zihniyet ve strateji nedeniyle AKP, Ahmet Davutoğlu saldırı yapıyor. Sorun da buradadır.
Kürt sorununu bu zihniyet yarattı. Bölücü olan zihniyet AKP'ye de sirayet etmiş olan faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyettir. Kürdü inkar eden ve yok etmek isteyen zihniyettir. Şimdi Gever'deki kontrgerillacının açık söylediği "zorla size Türklüğü kabul ettireceğim" diyordu. Çözüm ise bu zihniyet ve politikanın değişmesiyle olabilir. Türkiye siyaseti ve toplumu, aydınları, entelektüelleri zihniyet değiştirecek. Bu şoven, milliyetçi zihniyeti, Kürt düşmanı-karşıtı, ulus-devletçi zihniyeti aşacaklar. Türkiye Demokratik Ulusu içerisinde, başta Kürtler olmak üzere tüm halkların, inançların özgürlüğünü tanıyacaklar. Ulusal değerlerini yaşama hakkını tanıyacaklar. Çözüm budur. Böyle bir değişim ve dönüşüme ihtiyaç vardır.
Yapılan çağrılara saygı duyduğumuzu belirttik. "PKK elini tetikten çeksin" deniliyor, ben yine söylüyorum PKK elini tetiğe atmadı ki, çeksin. Yapılanlar misilleme düzeyindedir. Öyle söylendiğinde, sanki PKK yapıyormuş gibi ortaya çıkıyor. Gerçekçi olunmalıdır. 24 Temmuz saldırısı nedir? O kadar tutuklama oldu, niye demokratik siyaset, sivil toplum örgütleri önüne geçmiyorlar, sahip çıkmıyorlar?
Hava saldırılarının fiyasko olduğu da ortadadır. Şimdiye kadar PKK binlerce saldırı yedi ama hala ayaktadır. Sonuçları Merkez Karargahımız da açıkladı. Kaldı ki, diyelim vurdu, bu AKP'yi de kurtarmaz. Yok olan Kürt, yok olan Türk'tür. Ben bunu iddia ediyorum. Türk ve Kürt ilişkisi bu düzeydedir. Kürdü geriletirsen Türk de geriler, Kürdü vurursan Türk‘ü de vurursun.
Şöyle-böyle olsun deniliyor, ama hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Biz defalarca ateşkes ilan ettik. Kaç sefer barış projesi yayınladık, 2013 Newroz‘undan bu yana iki buçuk senedir ateşkes vardı. Şu ortaya çıktı ki, söz vermelerle olmuyor. Yeni bir şey olacaksa anlaşma gerekiyor, yasal temel gerekiyor. Önder Apo da söyledi, "yasal temel olmadan artık hiçbir şey yapamayız" dedi. Önder Apo'nun koşullarının değişmesi gerekiyor. Önder Apo'nun özgürce istediği herkesle görüşebilmesi gerekiyor ve bizim de görüşebilmesi gerekiyor. Hareketimizin Önder Apo'yla görüşmesi lazım.
'ARTIK HER ŞEY TARAFLARIN ANLAŞMASIYLA OLUR'
Diyorlar ki, Önder Apo İmralı'da yeni süreç için hazırlık yapıyor. Yapabilir, ama hareketle görüşüp tartışarak ancak sonuçlandırabilir. Bunu herkes bilmeli. Öyle eskisi gibi, çağrı yapsın PKK de uysun, olmaz. Biz bunu bir yaptık, beş yaptık, on yaptık, daha kaç sefer yapabiliriz? Yapamayız. Niye? Çünkü sonuç çıkmıyor. Dönüyor geliyor şimdiki gibi kürdü de türkü de ağım ağım ağlıyor. Savaş var, insanlar ölüyor, herkes cenaze kaldırıyor. O yöntemin sonucu budur. O yöntem çözüm üretmiyor, uzatıyor, acıları ağırlaştırıyor. Bütün bunların ortadan kalması için yöntem değişikliği gereklidir. Artık her şey tarafların karşılıklı mutabakatı ile anlaşmasıyla olur. Dolmabahçe'de mutabakat oldu, onu da reddettiler. O çağrıyı yapanlara da bunu belirtiyorum.
Toplum için ise, irade kırmak istiyorlar, örgütlülüğü dağıtmak istiyorlar. Gever'deki kontrgerillacı da söylüyordu, Ankara yönetimi-Ahmet Davutoğlu da aynı şeyi söylüyor: "Benim dışımda irade olmaz" diyor. O halde herkes kendi iradesini ortaya koymalı, irade beyanında bulunmalıdır. Köy köy, mahalle mahalle, kasaba kasaba, il il irade ortaya koymalıdır. Kendi demokrasisini örgütlemelidir.
Artık kasabaları, şehirleri kaymakamların, valilerin yönetiminden çıkarmak lazım. Atanmışların yönetimi diktatörlüktür, seçilmişlerin yönetimi demokrasidir. Bunu herkes söylüyor, demokrasinin a,b,c'si budur. Peki, atanmış sadece ordu mudur, MGK'da mı ortaya çıkıyor, yok. Şehirde-kasabada esas yönetim valinin-kaymakamın elindedir. Seçilmişlerin hepsi onların emrine giriyor. Bu, uyduruk bir demokrasidir. Seçimler göstermeliktir, esas ise atamadır. Seçilmişi atanmışın emrine veriyor. Bu vesayet rejimidir.
Bu bakımdan valilerin, kaymakamların yönetimini tanımamak lazım. Bütün ilçelerde saldırıları valiler ve kaymakamlar yaptırıyor. Valiler de seçilmeli, kaymakamlar da seçilmelidir. Tüm yönetim seçimle gelmeli, seçimle de gitmelidir. Oraya buraya gitmeden, herkes olduğu yerde kendi yönetimini ortaya çıkarmalıdır. Kendi kendilerini örgütlemeliler, siyasi-örgütsel iradelerini ortaya çıkarmalılar ve "biz kendi kendimizi yöneteceğiz" demeliler. Bunu kırmaya dönük saldırı karşısında da boyun eğmemeliler. Yüzlerce köy, mahalle, kasaba böyle irade ortaya koysa, yerelden demokrasiyi geliştirmiş olacak, faşist diktatörlüğü de sınırlandırmış olacaktır.
Kendilerine saldırı olursa da savunacaklar. Savunma için bilinç ve örgüt lazım. Herkes özsavunmasını geliştirsin. Gerilla Bakur'da var, ama gerilla dağdadır, dağdan mücadele ediyor. Gerilla her yere gelemez, herkesi savunamaz. Şehirlerde ve kasabalarda gerilla yoktur, dağ alanında mücadele ediyor. O halde mahalledeki, kasabadaki, şehirdeki saldırıların, kontrgerillanın-polisin saldırılarına karşı halk kendi özsavunmasını geliştirmelidir. Örgütlenmeli, bilinçlenmeli, barikatlar kurmalı, karşı taraf neyle saldırıyorsa kendisi de onunla donanıp karşı durmalıdır. Özsavunma böyle olur ve bu meşrudur. Demokrasi özsavunmasız olmaz, çünkü özgürlük güvenliksiz olmaz.
Başta Gever, Silopi gibi alanlardaki halkımızın direnişini de selamlıyorum, Silopi şehitlerini saygıyla anıyorum. Bütün alanların Silopi olması, Gever olması gerektiğini, herkesin olduğu yerde aktif mücadele içerisine girerek bu faşist saldırganlığı durdurması gerektiğini söylüyorum. Böyle bir özgürleşme süreci geliştirirsek bunu ne AKP'nin demogojileri yıkabilir ne de o kontrgerillanın ağzı salyalı saldırıları bu direnişi engelleyebilir. Onların hepsi döktükleri kanda boğulacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder