Ateşkes çağrılarına değer
verdiklerini söyleyen Kalkan, gerillanın şu an yaptığının sınırlı bir misilleme
olduğunu belirterek şöyle dedi: ‘’Başbakan Davutoğlu ilk gecede 400
hedefi vurduğunu söyledi. Gerillanın her birine karşı bir misilleme hakkı
vardır. Gerilla henüz elini tetiğe atmış değildir, yaptığı sınırlı bir
misillemedir.’’
“Ateşi keseceğiz de ne olacak?
Ne yapılacağını görelim. Toplum yerelden demokratik öz yönetimini geliştirecek
mi geliştirmeyecek mi? Çatışmalara son vermek isteyenler nedenleri üzerinde
çözüm arasınlar” diyen Kalkan, AKP faşizmine karşı en doğru cevabın Demokratik
Özerkliğin geliştirilmesi olduğunu söyledi.
Med Nuce’ye konuşan Kalkan,
‘’Aslında bizim orduyla çatışmak gibi bir planımız yoktu. Paradigmamız,
stratejimiz öyle değil. Orduyu üzerimize saldırtmasaydı, ‘bir gece de 400
hedefi vurduk’ diye övünmeseydi gerillanın orduyla çatışacağı bir durum yoktu’’
dedi. AKP’nin orduyu siyasi iktidarını korumak için kullandığını ifade eden
Kalkan, ‘’Ama kendini tutuklamaya gelen polise karşı herkes direnmelidir. Hiç
kimseyi tutuklatmamak gerekiyor. Kendi mahallesini, kendi köyünü, kasabasını
herkes savunmalıdır’’ diye konuştu.
Şengal
katliamının birinci yıldönümünde AKP hükümeti Zergelê katliamını yaptı. Bu ne
anlama geliyor?
DAİŞ faşizmi tarafından
Şengal’deki Êzîdî Kürt halkımıza dayatılan soykırımın birinci yıldönümündeyiz.
Ben öncelikle tüm katliam şehitlerini bu yıl dönümünde saygıyla anıyorum. Yine
Şengal soykırımına karşı bir yıldır direnen gerillayı selamlıyor, Genco,
Dilgeş, Armanç, Berxwedan yoldaşlar şahsında tüm direniş şehitlerini saygı ve
minnetle anıyorum. Bir yıl önce Şengal’de Êzîdi Kürt halkına DAİŞ faşizmi
tarafından bir soykırım ve katliam dayatıldı. Şimdi birinci yıl dönümünde de
AKP faşizmi tarafından Kandil’de Zergelê köylülerine benzer bir katliam
dayatılıyor. DAİŞ faşizminin saldırıları katliamı da vahşidir, AKP’nin ki daha
vahşidir. Öyle ki, hiçbir ölçü tanımayan sanki yeri göğü yıkacak gibi toplumun
üzerine dehşet saçmayı öngören bir saldırıyla yüz yüzeyiz.
Bu katliamı da nefretle,
şiddetle kınıyorum. Zergelê katliam şehitlerini de saygıyla anıyorum. Bütün
güçler, özellikle Güney basını bunu açıkladı. YNK, şehit düşen bazı insanların
kendi üyeleri olduğunu açıkladı. Buna rağmen AKP hala iddia ediyor, “böyle bir
durum yoktur, PKK propagandasıdır” diyor. Bu da yapılan alçakça katliamları
örtme girişimi oluyor. Aslında 5 Haziran Amed katliamı da alçakçaydı, 20 Temmuz
Suruç katliamı da alçakçaydı, Zergelê katliamı da böyle oldu. AKP hem “katliam
yok” diyor, hem de sözde “DAİŞ’e karşı savaş yürütüyorum” diye yapıyor. Bu
sihirbazlığın daha aşırısıdır. Alem bu kadar ahmak, sadece akıllı AKP’dir!
PKK’yi vuruyor, “DAİŞ’i vuruyorum” diyor.
3 Ağustos 2014’ten bu yana
PKK’yle DAİŞ arasında, DAİŞ’le Kürtler arasında büyük bir savaş var. Bunu dünya
alem biliyor. Bu 1 Kasım Dünya Kobanê Günü’nde bir dünya savaşı haline geldi.
DAİŞ’e karşı uluslararası koalisyon oluştu. Dünya ikiye bölündü; bir, DAİŞ
çevresinde olanlar, bir de DAİŞ’e karşı olan demokratik güçler. Bu, Kobanê
direnişi, DAİŞ’e karşı Kürt direnişi etrafında şekillenen demokratik direniş
oldu. Ortadoğu’nun tüm demokratik güçleri, küresel güçler, faşizme karşı olan
herkes DAİŞ karşısında birleşti. Şimdi bir yıldır böyle bir savaş var.
ASKERİ DAİŞ İÇERİSİNDEKİ MİT
ÖRGÜTLEMESİ VURDU
PKK’ye karşı saldıran herkes
DAİŞ’i koruyordur. Örneğin, AKP’nin 24 Temmuz’da başlattığı saldırıya karşı
çıkmayan herkes DAİŞ’ten yanadır. DAİŞ’i koruyor, demektir. AKP faşizmi
tutturmuş, PKK ile DAİŞ’e karşı ortak savaş yürütüyor. Sözde üçüncü bir taraf
oluyor. Böyle bir taraf yoktur. Bu uydurmadır. Kobanê’de de, Rojava’da da her
yerde AKP DAİŞ’i destekledi. Tırlarla silahlar gitti, yardım gitti. Şimdi de
PKK’ye vurarak DAİŞ’i daha açıktan destekliyor. DAİŞ’le savaş içinde olan
güçlerin buna çok daha fazla tepki göstermesi gerekiyor. Gerçi NATO bile karşı
çıktı. Avrupa devletleri karşı çıktılar, DAİŞ’le savaş içinde olanlar
karşıdırlar, ama daha fazla ses yükseltmek gerekiyordu. PKK gerillası bir
yıldır DAİŞ faşizmi karşısında insanlığın onurunu, şerefini koruyor, özgür
insanlığı koruyor. 21. yüzyılın ilk yarısında bütün insanlığı Şengal’de
soykırım lekesinden kurtardı.
Şimdi AKP faşizmi kalkmış
PKK’ye “terör örgütüdür” diye saldırarak, sözde bir de DAİŞ’e karşı
mücadele içerisinde bunu yaptığını söylüyor. Bir tane DAİŞ’li vurduğunu
göstersin? Biz sorduk, gösteremediler. Bir çatışmaya girdiklerini göstersinler?
Ben iddia ettim, kimse cevap veremedi. O askerlerini de kendileri vurdu. DAİŞ
vurmuş olabilir, DAİŞ içerisindeki MİT örgütlenmesi vurdu. Bu bir oyundu.
ABD’yle de görüştüler, ABD de inandı, gerçekten AKP DAİŞ’le mücadele safına
geçecek diye. Halbuki bir köylü kurnazlığı, alavere dalavere işi yaptı. DAİŞ’e
karşı savaş açıyorum, diyerek PKK’ye karşı saldırı başlattılar, hem de
Kürdistan’ın dört bir yanında, Güney Kürdistan’da, hatta Kobanê üzerinde bile
uçak uçurmuşlar.
Ortada AKP-DAİŞ ittifakı var.
Bu anlamda şunu herkes bilmeli: AKP-DAİŞ faşist ittifakından mı yanalar, yoksa
faşizme karşı Kürt direnişi etrafında oluşan demokratik birlikten mi? Herkes
safını netleştirmeli. AKP’nin DAİŞ’le bir savaşı yoktur ve olması mümkün de değildir.
DAİŞ’i bu duruma getiren, besleyen AKP’dir. Dil ucuyla “DAİŞ terör örgütü”
diyorlar, ama hepsi danışıklı dövüştür. Hiç kimse AKP yalanına aldanmamalıdır.
Elbette AKP’nin bu faşist saldırganlığına karşı çıkılmazsa Kürdistan’ın,
Kürtlerin hepsi tehlike altındadır. Bunlar yarın Hewler’i bile vurabilirler.
Zaten Hewler’e, Kerkük’ü vuracağız, diye tehdit ettiklerini duyduk. Çünkü Kürt
düşmanıdırlar. Kürt karşıtlığı, Kürt düşmanlığı ruhlarına, zihniyetlerine
işlemiştir. O İspanyol boğalarının kırmızıyı görünce saldırması gibi Kürt adına
ne duyar görürlerse saldırıyorlar. Bazı Kürtlerin bu duruma dost gibi görünmesi
büyük bir gaflettir. Basit çıkarlar uğruna AKP’nin Kürt kazanımlarını,
Kürdistan’daki gelişmeleri yok etmek için geliştirdiği saldırılara, oyunlara
hiç kimse alet olmamalıdır.
HDP VE CHP SÜRECİ GEÇ OKUDU
7 Haziran
seçiminden sonra herkes çözüm beklerken bu savaş nasıl gelişti?
Bu, önemli bir durum. Biz
hareket olarak seçimden hemen sonra önemli çağrılarda bulunduk. KCK Yürütme
Konseyi Eşbaşkanlığı adına açıklamalarımız oldu. Arkadaşlarımızın açıklamaları
oldu. Şunu ifade ettik: “Seçimden önemli bir sonuç çıkmıştır. Seçimin kazananı
HDP’dir. HDP’nin kazanması demek barış ve demokrasi yönünde Türkiye’nin yeniden
yapılanması demektir. AKP kaybetmiş, CHP-MHP zaten marjinal konumda kalmışlar.
AKP kaybetmiş, tek başına iktidar değil, ama yine de meclis çoğunluğunu ele
geçirmiş durumdadır.
AKP’nin hesabına göre Tayyip
Erdoğan 400 milletvekili istiyordu. Bu olmasa bile en azından tek başına
iktidarda kalacaklarını umut ediyorlardı. 30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulu
toplantısı topyekün özel savaş kararı vermişti. Ya seçim sonuçlarına
dayanılarak demokratikleşme yönünde adımlar atılacaktı, İmralı görüşmeleri
temelinde ortaya çıkan 28 Şubat Dolmabahçe açıklamasında ortaya konan maddeler
temelinde müzakereler yapılarak Türkiye demokratikleştirilecek ya da bu olmasa
çatışma çıkacak. AKP-MHP’nin önü bu biçimde alınmaz, demokratik güçler öne
çıkmazlarsa tehlike vardır. Biz bunları söyleyince, “HDP’ye talimat veriliyor,
Kandil’den yönlendiriliyor” dediler. Ne alakası vardı. HDP’yi de, CHP’yi de,
AKP içerisinde gerçekten demokrasiden yana olan asgari bir demokratikleşmeyi
öngören herkesi de bu temelde uyardık. Şimdi bizim uyarımızın haklılığı ortaya
çıktı. Zamanında belirttiğimiz irade gösterilseydi. Bunun önü alınabilirdi.
Şimdi herkes “bu nereden çıktı” diyor. Seçim sonuçlarına göre bir
demokratikleşme sürecine girilmezse olacağı buydu ve nitekim oldu da.
Bu bakımdan HDP ve CHP süreci
geç okuyabildi. Biz karşıt bir güç olduğumuz için karşımızdakilerin ne yapmak
istediklerini iyi biliyoruz. İnkar ve imha siyasetinin ne olduğunu, ona karşı
40 yıldır mücadele eden, 35 yıldır savaşan bir hareket olarak karşıtlarımızın
ne durumda olduklarını biliyoruz. Bunu ortaya koyduk. Buna “PKK müdahalesi”
dediler. Bu PKK müdahalesi kötü müydü? Demokratik güçler inisiyatif alsınlar,
dedik. Süreç demokratik siyaset temelinde barış ve demokratik çözüm yönünde
işlesin, dedik. İmralı görüşmeleri müzakereye dönüşsün, dedik. İmralı’da Önder
Apo’nun özgürlüğü temelinde mutabık kalınan 10 madde üzerinde müzakereler
olsun, meclis bir kurucu meclis gibi çalışsın, yeni demokratik anayasa yapsın,
yasal reformlar yapsın, Türkiye’yi 12 Eylül faşist askeri rejimi olmaktan
çıkarsın, demişse PKK, bu Türkiye’nin yararına mıdır, zararına mıdır? Bunu
Türkiye basınına, kamuoyuna soruyor, AKP’ye yardakçılık yapanlara soruyorum.
“PKK terör yaptı, saldırdı” diyenlere soruyorum.
REJİM İÇİNDE ÇATLAKLIKLAR VAR
PKK terör filan yapmadı.
Ortada PKK’nin koşulları, siyasi durumu doğru okuması vardı ve demokrasi
istedi, barış istedi. Bunun için bu kadar çaba harcadık. Herhangi bir
etkinlikte bulunmadık. Açıklama üzerine açıklamada bulunduk. Uyarılar da
bulunduk. Şimdi bunlar görülmüyor, zamanında yeterince sahip çıkılamadı.
Arkasından alavere dalavere edildi, “DAİŞ’e karşı operasyon yapacağız”
denilerek 24 Temmuz da demokratik siyasete dönük siyasi soykırım
operasyonlarını, gerillaya dönük hava saldırılarını başlattılar. Ondan sonra
Yavuz hırsızın ev sahibini bastırması gibi “PKK terör uyguladı, ona karşı
mücadele ediyoruz” diye toplumu manipüle etmeye çalışıyorlar. Bunların hepsi
kesinlikle yalandır.
AKP hükümetten düştü. Bir kere
bu hükümet düşük bir hükümettir. Mecliste güvenoyu almamıştır. Ahmet Davutoğlu
istifa etmiş bir başbakandır, hele hele bir Bülent Arınç var, milletvekili bile
değildir. Utanmadan meclise gidiyor. Gidip evine oturması gerekiyordu, ama
herkesten fazla konuşuyor. Öyle anlaşılıyor ki, rejim içinde de çatlaklıklar
var. Ordu’nun içi nasıl bilemiyoruz, ordu ile rejim arası nasıl bilemiyoruz,
AKP içinde de çok ciddi bir mücadelenin olduğu ortaya çıkıyor. Bülent Arınç
neden bu kadar aktifleşti? Seçim sonrası evinde oturmaya hazırlanan insan şimdi
neredeyse Başbakanın bile önüne geçti. Kendi aralarındaki mücadeleyi de bu
biçimde bastırmaya çalışıyorlar.
AKP hükümeti aşılıyor, bunu
önlemek için tüm gücüyle saldırıyor. Yeni bir seçimi hazırlamak için
hazırlandıkları söyleniyor, bu biçimde seçimi kazanacağı nereden belli. O halde
kimseye oy verdirmeyecekler, sandıkları dolduracak “AKP çıktı” diyecekler. O
diktatörlüklerin yaptığı seçimler gibi yapacaklar ya da bu biçimde savaş
yaparak nasıl seçim kazanacak? Bu mümkün değildir. AKP savaşla düşmüş hükümeti
devam ettirmek istiyorlar. İki aydır hükümet ediyor. Yeni hükümetin kurulup
kurulmayacağı belli değil, ama istifa etmiş, iktidardan düşmüş bir hükümet
icrada bulunuyor, hem de savaş ilan ediyor. Türkiye’yi neredeyse dünya savaşı
içine sokacaklar. Hiçbir meclis kararı almadan, ortada hükümet olmadan,
herhangi sorumluluğu olmayan, ciddi hiçbir karar alamayacak olan bir hükümet
kalkmış savaş yapıyor.
ABD İLE NE KARŞILIĞINDA
ANLAŞTINIZ?
“ABD ile ittifak yaptık,
ilişkilerimiz iyi” deniliyor, iyi güzel ama ne karşılığında anlaştınız? ABD
size birşeyler verdiyse siz ona karşılık ne verdiniz? Bu sorulmuyor. Halbuki
2007’de de ittifak yaptılar, 2008 ve 2009’da neler yaşandığını gördük. Sadece
biz yaşamadık Yaşar Büyükanıt’ın, İlker Başbuğ’un başına neler geldiğini, Türk genelkurmayı,
ordusu ne hale getirildi, gördük. Şimdi de Tayyip Erdoğan’la, Ahmet Davutoğlu
kendilerini bunun dışında görmesinler. Zaten düşmek üzereler, eğer dikkat
etmezlerse düşüşleri hazin olabilir. Kendi yaptıklarına baksınlar, geçmişte
yaşananları görsünler ve kendi başlarına gelecekleri de anlasınlar.
Öyle ki kendi ayağına balta
vurmak deniliyor ya öyle yapılıyor. Bu, kendi mezarını kazmak gibidir. 35
yıldır bu savaş var, Ahmet Davutoğlu kalkmış “bu da nereden çıktı” diyor. “Niye
bu silahlı insanlar burada” diyor. O silahlı insanlar 35 yıldır orada. Hiç
görmüyor muydu? Ahmet Davutoğlu Türkiye’de yaşamıyor muydu? Reflekslerine,
tepkilerine, söylediklerine bakınca şaşırıyor. Sanki bu toplumun insanı
değilmiş, aydan düşmüş bir insan gibi. Bu gerçekler var. Sen bunu bilerek
hükümet oluyorsun. Buna göre siyaset yapacaksın, çözüm üreteceksin. Ama böyle
bir çözüm üretemiyor, ondan sonra da sağı solu suçluyor. Siyaset çözüm
üretemiyor, ordu ve polise suç işletiyor.
ORDUYLA ÇATIŞMAK GİBİ BİR
PLANIMIZ YOKTU
Aslında bizim orduyla çatışmak
gibi bir planımız yoktu. Paradigmamız, stratejimiz öyle değil. Biz yönetim
sorununu çözmekle uğraşıyoruz. Demokratikleşmeyle uğraşıyoruz. Orduyu üzerimize
saldırtmasaydı, “bir gece de 400 hedefi vurduk” diye övünmeseydi gerillanın
orduyla çatışacağı bir durum yoktu. Orduyu kendi siyasi iktidarını korumak için
kullanan, polisi bunun aleti yapan hükümetin kendisidir. Orduyu ve polisi kendi
iktidarının koruma gücü olarak kullanıyor, hem de topluma karşı bunu yapıyor.
Bu çatışmalara yol açtı.
Ordu, “ben vatan
koruyucusuyum” diyordu. Vatan, AKP hükümeti midir? Dün AKP hükümetine karşı bu
ordunun neler düşündüğünü de biliyoruz. Toplum, AKP hükümeti midir? Bugün
vardır, yarın yok. Bu toplum yarın başka bir hükümet çıkarır.
GERİLLA
HENÜZ ELİNİ TETİĞE ATMIŞ DEĞİL
Bu
süreçte bir çok çevreden ateşkes çağrıları yapılıyor. Bu tür gelişmeler mümkün
mü?
Evet, HDP biraz aktif hale geldi. CHP de öyle. Bazı
demokratik çevreler çağrılar yapıyor. “Taraflar eski duruma dönsünler, tetikten
eli çeksinler” diyorlar. Biz bunları izliyoruz, değer de biçiyoruz. Fakat bu
çatışma bizden gelişmedi. Bunu kimse ispatlayamaz. Ortada Amed ve Suruç
katliamı var, bu kadar tutuklama ve baskı var. Bunlar görülmeyecek ve “PKK şu
eylemi yaptı” denilecek. Bunlar yalandır. Tayyip Erdoğan’la Ahmet Davutoğlu
sıkışmış şimdi de PKK’nin nasıl çatışmayı başlattığını çalışıyor, ama bunu
ispatlayamaz.
Diğeri ise, gerilla henüz elini tetiğe atmış da
değildir. Yaptıkları sınırlı bir misillemedir. İlk gecede 400 hedefi vurduğunu
Başbakan olarak Ahmet Davutoğlu söyledi. Her birine karşı bir misilleme
düşünürsek, gerillanın 400 misilleme hakkı vardır. Bunu herkes
bilmelidir. Ondan sonra iki-üç bin kişi gözaltına alındı, tutuklandı. Bunların
hepsi misliyle misillemeyi gerektiren hususlardır. O bakımdan gerillanın henüz
daha silahı kullandığı yoktur. Elini tetiğe attığı yoktur.
Açıklamaların bir karşılığı yok. Amed’te 600 sivil
toplum örgütü açıklama yaptı. Yarım saat sonra geçti gitti. Ondan sonra Ahmet
Davutoğlu’nun, hükümetin hükmü geçiyor. Bir geçerliliği olmuyor bu çağrıların.
Arkasında durulmuyor. Örgütlendirilip takip edilmiyor. Söyleniyor geçiliyor.
Bunun demokratik yönetimle bir alakası yoktur.
Bir de sorun bu çatışmanın olup olmaması değildir.
Bu çatışmalar damdan düşer gibi olmuyor. Birilerinin kafası kızdığı için de
olmuyor. PKK’de böyle birilerinin kafası kızdığı için silaha sarılmış, dağa
çıkmış bir güç değildir. Hükümet de durduk yerde bu saldırıları yapmıyor. Bu
kadar polis terörünü, hava saldırılarını gündeme getirmiyor. Bütün bunları
ortaya çıkartan nedenler var. O nedenler üzerinde durulmazsa öyle ateşkes
olmaz, çözüm olmaz. Bir kere eskisi gibi de olmaz. Eski çamlar bardak oldu,
diyelim. Bu tür şeyler karşılıklı olur, anlaşmalı olur. Onun dışında eskisi
gibi bir duruma biz hiçbir biçimde girmeyiz. Şimdiye kadar girdik, 2013
başından bu yana gerilla bir tane kurşun bile sıkmadı, onlar ne yaptı? Hiçbir
şey. İki buçuk sene boşu boşuna geçti. Aynı durumlara biz düşmek istemiyoruz.
Boşu boşuna dağa çıkmış, mücadele eden bir güç değiliz. Toplum için, kendimiz
için doğru gördüklerimiz var. Özgür ve demokratik yaşam ihtiyacımız var, bunun
için mücadele ediyoruz.
Ortada bu çatışmayı doğuran nedenler var. O
nedenler ortadan kalmazsa çatışma ortadan kalmaz. Neden olarak “PKK dağa
çıkmış, bundan dolayı böyle” diyorlar. Hayır, kesinlikle öyle değil. Dağa
çıkmış ama ciddi çözüm önerilerinde bulunuyor. Çözüm yolu gösteriyor. Önder Apo
insanüstü bir sabırla demokratik siyasi çözümü geliştirebilmek için çaba
harcadı. Ama hepsini boşa çıkardılar.
‘ATANMIŞLARIN SEÇİLMİŞLER ÜZERİNDEKİ DİKTATÖRLÜĞÜ
VAR’
Sorun, AKP’nin tekçi, şoven, milliyetçi,
diktatöryal yönetiminden kaynaklanıyor. Demokratik yönetim yok. Toplum kendi
kendini yönetemiyor. Örneğin, seçimler yapılıyor ve muhtarlar, belediye
başkanları, milletvekilleri seçiliyor. Hiçbirisinin en ufak bir yönetim etkisi
yok. Merkezden Ankara vali-kaymakam görevlendiriyor, bütün yetki onlardadır.
Herşey valiler ve kaymakamlar yapılıyor. AKP dedi ki, “biz atanmışların
seçilmişler üzerindeki egemenliğine son verdik, seçilmişlerin yönetimini
kuruyoruz.” Bunlar yalandır. Seçilmişlerin yönetimi, diye bir şey yok. Toplumu
atanmışlar yönetiyor. İlleri ve ilçeleri valiler ve kaymakamlar yönetiyor ve
bunlar seçilmiş değildir. Bir şehirde, kasabada her şey onların elindedir.
Belediyenin, sivil toplum örgütlerinin, muhtarların hiçbir etkinliği yoktur. Bu
biçimde demokrasi olmaz, demokratik yönetim gerçekleşmez.
Cumhurbaşkanı seçiliyor, başbakan seçimle geliyor,
niye vali ve kaymakamlar seçilmiyor? Neden onlar atanıyorlar? Bu atanmışların
seçilmişler üzerinde egemenliği değil mi? Her yerde atanmışlar olarak vali ve
kaymakamlar seçilmişler üzerinde diktatörlük uygulamıyor mu? Tüm yetki
ellerinde değil mi? Bu demokrasi filan değildir. Bu yönetimle artık Türkiye’de
yönetilemez, Kürtler hiç yönetilemez.
Sorun zihniyet, strateji ve politika sorunudur.
Anti demokratik, faşizan bir zihniyet var. Kürt karşıtı, düşmanı bir zihniyet,
strateji, politika var. Dünyada ne olursa olsun ama Kürtlerin yararına bir şey
olmasın! DAİŞ’in, El Nusra’nın Suriye’deki etkinliği için bir şey denilmiyor,
Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu hiçbirisinden rahatsız değil. PYD etkinlik
kuruyor, Kürtler kendi alanlarını yönetiyor hale gelince “bunu asla kabul
etmeyiz” diyorlar. PKK mücadelesi olmasa KDP’yi de kabul etmeyecekler. Eskiden
etmiyorlardı da. Şimdi PKK’ye karşı mücadelede ihtiyaç duydukları için “KDP
dostumuzdur” diyorlar. KDP ile görüşme yapıyorlar, ama biz eskiyi de biliyoruz.
Bir jandarmaları bile görüşmüyordu. Daha 2007-2008’de Yaşar Büyükanıt, İlker
Başbuğ “aşiret ağaları, onlarla da görüşülür mü?” diyordu. Uttuk mu? Bunlar
devleti yönetenlerdi. Bu sistemin sahipleridir.
Türkiye’nin en homojen ve en büyük toplumu
Kürtlerdir. Haydi diyelim ikinci büyük toplumu. Sen sınırların içerisindeki ikinci
büyük toplumu düşman ilan edeceksin, onun için hiçbir hak görmeyeceksin, ondan
sonra da “ben demokratım” diyeceksin. Bu bakımdan da sorun devlete hakim olan,
AKP’nin de yürütmeye çalıştığı zihniyet, strateji ve siyaset sorunudur. Faşist,
diktatöryal, Kürt düşmanı, antidemokratik zihniyet ve siyasetten kaynaklanıyor.
‘ATEŞİ KESECEĞİZ NE OLACAK? ÖNCE NE YAPILACAĞINI
GÖRELİM’
Demokratik değişim ve dönüşüm zihniyette, strateji
ve siyasette gerçekleşmedikçe sorunlar çözülmez. Biz büyük bir demokrasi
mücadelesi veriyoruz. Türkiye’nin en temel demokratik gücüyüz. 35 yıldır da bu
mücadeleyi veriyoruz, şimdi de, yarın da vermeye devam edeceğiz. Demokrasi
Türkiye’de hakim olana kadar da bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Dostlarımız,
Türkiye’nin demokratik güçleri, aydınları, sanatçıları bilsinler ki, PKK
Türkiye’nin en temel demokratik gücüdür. Türkiye demokratikleşmesi için bu
kadar fedakarlık yaptı, şehit verdi, en zor koşullarda mücadele yürüttü.
Ateşi keseceğiz ne olacak? Herkes bu sorunun
cevabını vermelidir. Ne yapılacağını görelim. Demokratik bir yönetim olacak mı,
olmayacak mı? Başta Kürtler olmak üzere halklar kendi özgür kimlikleriyle
örgütlenip yaşayabilecekler mi? Kadın özgürlüğü olacak mı olmayacak mı? Toplum
yerelden demokratik yönetimini geliştirecek mi geliştirmeyecek mi? Merkezden
AKP hükümetinin yerelden de atadığı vali ve kaymakamların diktatörlüğü sürecek
mi sürmeyecek mi? Biz bunu görmek ve anlamak istiyoruz. Bu çatışmalar da
buradan ortaya çıkıyor. Bu çatışmalara son vermek isteyenler nedenleri üzerinde
dursunlar ve nedenleri konusunda çözüm arasınlar. O nedenler giderilmeden çözüm
olmaz.
TEK ÇARE TOPYEKÜN DİRENİŞTİR
Peki,
devam eden AKP saldırıları karşısında demokratik güçler ve halklar ne yapmalı?
Halkımız bilsin! AKP önceden karar vermişti.
Saldıracaktı. Seçim sonuçlarını hiç hazmedemedi. Rojava’daki gelişmeleri hiç
hazmedemedi. Bu hazımsızlığın yarattığı büyük bir öfkeyle yok edercesine
saldırmak istiyor. Fakat şunu herkes bilmeli ki, güçsüz, zayıftırlar. AKP’nin
ayakta kalacak bir gücü yoktur. Hükümet silah zoruyla, ordu ve polisi
kullanarak yeniden iktidara gelmek istiyor. Bunu da Kürtlerin üzerinden
sağlamak istiyor. Herkes iktidar sorunlarını Kürtlere vurarak çözmeye
çalışıyor.
Topyekün özel savaş saldırısı başlamıştır, buna
karşı tek çare topyekün direniştir. Halk direnmeli, Türkiye toplumu
direnmelidir. Saldırı topyekündur; Önder Apo’yu hedefliyor, gerillayı
hedefliyor, halkı hedefliyor, demokratik siyaseti hedefliyor. O halde bu faşist
saldırıya karşı direnmek de topyekün olmak durumundadır.
Önder Apo direniyor ve 4 aydır hiçbir görüşmeyi
kabul etmemiştir. İmralı’da büyük bir direniş var. Baskı yapıyorlar, Önder
Apo’ya da yapıyorlar. Ahmet Davutoğlu ne dedi: “Bir tane gerilla kalmayınca
kadar saldırılarımız sürecek” dedi. Önder Apo’ya da bu baskıyı yapıyorlar. Bu
saldırılarla irade kırmak istiyorlar, teslim almak istiyorlar. Ortada bir irade
savaşı var.
‘VALİ VE KAYMAKAMIN YÖNETİMİ KABUL EDİLMEMELİDİR’
Kendi faşist, şoven, merkezi, otoriter iradesini
bize kabul ettirmek isteyenlere karşı biz de demokratik irademizi ortaya
koymalıyız. Bütün toplum, demokratik güçler, sivil toplum kuruluşları, başta
gençler ve kadınlar olmak üzere her yerde demokratik siyasi iradelerini ortaya
koymalılar. Her köy, her mahalle, kasaba ve şehir siyasi irade beyanında
bulunmalıdır. “Ben merkezden, Ankara’dan dayatılan herşeyi yapmak zorunda
değilim,” “ben atanmış vali ve kaymakamla yönetilmek istemiyorum, kendi
yönetimimi kendim seçeceğim” demelidir. Demokrasi kendi kendini yönetmektir, o
halde vali ve kaymakamların yönetimi kabul edilmemelidir. Her yerleşim birimi,
toplum birimi irade beyanında bulunmalı, “ben kendi kendimi yöneteceğim” demeli
ve kendi yerel meclisini, meclis yönetimini seçmelidir.
FAŞİST MERKEZİ İRADEYİ KIRMALIYIZ
Bu bölücülük değildir. Bu parçalanma değildir. Bu
demokrasidir. Demokrasi birleştirir, faşizm ve tekçilik böler, parçalar,
ötekileştirir, kovar. Dolayısıyla Demokratik Özerklik birleştirir. Demokratik
öz yönetim birleştiricidir. O halde herkes özgürlüğünü ilan etmelidir.
Demokratik öz yönetimini ortaya çıkarmalıdır. Bu biçimde demokratik irade
ortaya koymalıdır. Bizim irademizi kırmak için yürütülen saldırılar karşısında
biz de irademizi ortaya koyarak her köy, mahalle, kasaba, şehir kendi özgür
demokratik iradesini ortaya koyarak bu faşist merkezi iradeyi kırmalıyız.
Çatışma bunun üzerinedir. Bunun dışında bir çatışma
yoktur. AKP’nin tekçi, faşist, şoven, diktatöryal iradesinin kırılması lazım.
Demokrasi yerel yönetim demektir. O bakımdan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi
gerekiyor. Öyle başka türlü eylemliliğe de ihtiyaç yoktur. Şuraya buraya
yürüyelim, şu kadar açıklama yapalım, bunlara da gerek yoktur. Amed’te 640
sivil toplum örgütü açıklama yaptı. Hani bunun takipçisi, “şunları istiyoruz”
dediler. O halde yönetimlerini kursunlar. Amed’te bu kadar örgütler,
istediklerini uygulamak için yönetimlerini sürdürsünler. Diğer türlü olmaz.
Demokratik toplum, sivil toplum böyle olursa Ankara’daki de faşist diktatörlük
olur.
Mücadele tarzı olarak, herkes olduğu yerde mücadele
etmeli olmalı. Ahmet Davutoğlu açık söyledi, “benim iradem dışında başka irade
kabul etmem” dedi. Olmaz! Her toplumsal kesim, her yerleşim birimi kendi
iradesini ortaya koyacak. Bir kişinin iradesi nasıl bu kadar her şeye hükmediyor.
Hitler bile öyle demedi. Kürtler Ahmet Davutoğlu’nun istediği gibi yönetilmek
istemiyor. Yüzde 80’den fazla oy çıktı 7 Haziran seçimlerinde. Eğer biraz
demokratik ortam olsaydı yüzde 100 çıkacaktı. Özgürce kendilerini yönetmek
istiyorlar, istedikleri de demokratik öz yönetim, Demokratik Özerkliktir.
POLİSE KARŞI HERKES DİRENMELİ
Toplum, halk bulundukları yerde kendi kendilerini,
Türkiye Demokratik Ulusu içerisinde yönetmek istiyor. Öyle bölücü filan
değiller. O halde devlet güçleriyle bir çatışmaları yoktur. Ama ordu üzerlerine
gelince elbette ki kendilerini savunuyor. Ordu üzerine gelmesin orduyla hiçbir
sorunları yoktur. Ama kendini tutuklamaya gelen polise karşı herkes
direnmelidir. Hiç kimseyi tutuklatmamak gerekiyor. Kendi mahallesini, kendi köyünü,
kasabasını herkes savunmalıdır. Kendi yönetimini, iradesini ortaya çıkarmalı,
ama kendi öz savunmasını yapmalıdır. Mücadele budur. Bu temelde mücadele etmek
kalıcı sonuç ortaya çıkartır. AKP faşizminin tekçi iradesini kırar. MHP
dayatmalarını kırar. Dolayısıyla bu savaşa yol açan nedenleri ortadan kaldırır.
Olması gereken budur.
Bu bakımdan da şunu ifade etmek gerekir: evet,
gerilla rol oynuyor, Önderlik direniyor, ama bizim demokratik öz yönetimimizi
geliştirme, kendi meclislerimizi kurup, yerelde kendi kendimizi yöneteceğiz
tutumunu geliştirmek dışında AKP faşizmine karşı vereceğimiz cevap yoktur. AKP
faşizmine karşı her yerde verilecek cevap Demokratik Özerkliğin
geliştirilmesidir. Bu da demokratik öz yönetim demektir.
Bu kadar baskı altında köle olarak yaşayacağımıza
bir gün özgür yaşamak daha iyidir. “Vuracağız, yıkacağız” diyorlar,
vurabilirler, yıkabilirler de, bu hiç mesele değildir. Kemal Pir de zindanda
ölüm orucuna başladığı gün “Oh be! Özgürlük ne kadar güzelmiş, özgür yaşam ne
iyiymiş” dedi. İşte Kemal Pir çizgisini şimdi her köy, her mahalle, her kasaba
ve şehir uygulamalıdır. Özgürlüğünü ilan etmeli ve ondan sonra özgürlüğünü
savunmalı, özgür yaşamın ne kadar iyi olduğunu Kemal Pir’in hissettiği gibi
hissetmelidir. Olması gereken ve takınılması gereken tutum budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder