PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan: “HPG-YJA STAR güçlerine şu çağrıyı yapıyorum: Kesinlikle operasyona çıkmayan, gerillaya ve halka saldırmayan, siyasi yönetimle ilgilenmeyen, vatanı korumak adına sınırda, karakolunda duran askerlere dönük saldırı yapmamalılar. Bu bizim görüşümüze uygun değildir. Bu savaşa katılmayanlara karşı eylem yapılmamalıdır. Sivil halka kesinlikle zarar verici hiçbir uygulamada herhangi bir gerilla gücü bulunmamalıdır. Yapanlar olursa biz bunu suç sayarız ve yargılarız.
Askeri ve diğer güçlere de şu çağrıda bulunuyorum: AKP'nin savaş oyununa katılmasınlar, illa AKP diktatörlüğünü kuracağım ve "ben yönetimde kalacağım. Bütün ordu ve devlet benim siyasi iktidarımı koruyacak" biçimindeki saldırılarına katılmasınlar. İsteklerine katılmasınlar, bizden onlara dönük herhangi çatışma, saldırı kesinlikle gelişmeyecektir. Gerilla da misillemelerini suçlulara dönük yapmalıdır. Savaşa katılmayanlara dönük kesinlikle şiddet kullanılmalıdır. Ama bunun karşılığında Türkiye'nin demokratik güçleri, aydınları, yazarları da özellikle asker anneleri, aileleri de bu durum düzelmezse çocuklarını askere göndermesinler.“
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Mednûçe’de yayınlanan Politik Alan programına katılarak son gelişmelere ilişkin soruları cevapladı.
Kürdistan'da tarihi günler yaşanıyor. Bir taraftan demokratik özyönetim ilanları yapılıyor, diğer taraftan ise Kürt halkının bu kendi kendini yönetme arayışına karşı devletin baskı politikaları artarak sürüyor. Ama bu konudan önce, bu duruma nasıl gelindi, sorusuna yanıt aramak istiyorum. Mevcut yaşanan gelişmelerin ortaya çıkışına neden ve nasıl gelindi?
Yaşananları bilinçli olarak saptırmaya, dahası ise bazı gerçekler unutturulmaya çalışılıyor, hatta tarihten silinmeye çalışılıyor. örneğin İmralı görüşmeleri vardı, ondan önce Oslo görüşmeleri vardı. Biz AKP ile görüşmeler yaptık. Parti olarak yaptık, Önder Apo yaptı, HDP heyeti aracılığıyla yaptık, başka aracılar ile yaptık. İmralı'da son görüşmeler 'Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı' çerçevesinde 28 Şubat Dolmabahçe açıklamasına kadar geldi. 10 madde üzerinde mutabakat sağlandı ve bu maddeler üzerine müzakerelere geçilmesi için heyetlerin oluşturulması kararı alındı.
Şimdi sanki bunlar hiç olmamış gibi sayılıyor. AKP neredeyse sanki hiç görüşmeler yapmamış gibi bunları insanların belleğinden silmeye çalışıyor. bunlar bir gerçekti. Zor anda gidildi, Önder Apo'dan destek istendi. Zor dönemlerin aşılması için Önder Apo insanüstü sabırla çaba harcadı. Türkiye toplumu Önder Apo'nun barışçıl ve demokratik çözümdeki ısrarını gördü, anladı. Şimdi 5 Nisan‘dan bu yana heyet görüşmesi değil, aile görüşmesi de olmuyor. Dört buçuk ayı aşkın süredir İmralı'da ne oluyor bitiyor bilmiyoruz. Önder Apo'nun sağlığı, güvenliği nasıl, bilmiyoruz. Peki, Önder Apo ne yaptı? Niye bunlar uygulanıyor? Barış için, sorunların çözümü için çalışmak suç muydu? Onun için mi cezalandırılıyor? Onun için mi bu görüşmeler, tartışmalar durduruldu?
Diyorlarmış ki, "İmralı'da görüşürsek PKK güçleniyor." PKK niye güçleniyor, çünkü sürece doğru yaklaşıyor, dürüst yaklaşıyor. Toplum bu samimiyetini görüyor ve güçleniyor. Biz 28 Şubat‘ta açıklanan maddeleri yetersiz görmüştük, itirazlarda bulunduk, tartışma yürüttük. Önder Apo bazı değişiklikler yaptı, "uygundur" dedi. Biz de yönetim olarak kabul ettik ve sonuna kadar da arkasında olduk. Şimdi AKP 7 Haziran seçimindeki kaybedişini İmralı görüşmelerine bağlıyor. Hayır, o görüşmelerden sokağa çıkıp gezebiliyordu, halk AKP'lileri dinliyordu. Görüşmeleri durdurdular şimdi sokağa çıkamıyorlar, yuhalanıp kovuluyorlar.
AKP DÜRÜST YAKLAŞMADIĞI İÇİN KAYBETTİ
AKP İmralı 'daki görüşmelerden dolayı kaybetmedi, dürüst yaklaşmadığı için kaybetti. Orayı hep seçim kazanma, iktidara gelme aracı olarak gördüler. gerçekten barışı getirme, Türkiye'yi demokrasiye kavuşturma çalışması olarak görmediler. Kazanmak istiyorlarsa o politikayı değiştirmek zorundalar.
İkinci husus, bütün bunlara rağmen biz seçim sürecinde herhangi bir sorun çıkarmadık. Önder Apo'yla görüşmeler yaptırılmadı, HDP'ye dönük her türlü baskı ve saldırı uygulandı. Mitingleri engellenmeye çalışıldı, Mersin ve Adana'da binaları bombalandı ve en son Amed'te mitinginde katliam yapıldı. Bütün bunlara rağmen seçimin sağlıklı yürümesi için elden gelen bütün barışçıl tutumu gösterdik. Bazı eleştiri ve uyarılarımız oldu, onun dışında bütün bunları içimize atarak seçimin sağlıklı geçmesini sağladık. Seçim oldu, bir meclis seçildi, ama geçen sürede şimdi "meclis yok, yenisi gerekir" diyorlar. Peki, 7 Haziran‘da seçilen meclise ne oldu? Niye bu meclis çalıştırılmadı?
Seçimden sonra biz 10 Haziran‘da yönetim olarak toplandık. Seçim sonuçlarını değerlendirdik ve Eşbaşkanlığımız iki üç açıklamayla görüşlerimizi kamuoyuna duyurdu. Neydi görüşlerimiz? Türkiye kritik bir süreçten geçiyor, bölgede sert bir savaş var, dolayısıyla bu seçim sonuçları hayırlı bir sonuçtur, bunları demokratikleşme ve demokratik yeniden yapılanmaya vesile yapmak lazım. Meclis kendisini bir kurucu meclis gibi ele almalı, yeni bir demokratik anayasa ve yasal reformlar yaparak bu 12 Eylül faşist askeri darbesinin ortaya çıkardığı anayasa ve yasalardan Türkiye toplumunu kurtarmak lazım dedik. Bu temelde MHP de dahil bütün partilere çağrı yaptık. MHP olmayacaksa, en azından üç parti bunu yapmalı, dedik. HDP'yi bu konuda öncülük etmeye yönlendirdik. Öncülük yap, fedakârlık yap, aktif siyaset yürüt ki, sonuçlar buraya evrilsin dedik.
Süreci demokratikleşme süreci olarak ele aldık. Peki, ne oldu? Bir ay sonra Ahmet Davutoğlu'na hükümet kurma görevi verildi. 45 gün gezdi tozdu, ondan sonra "kuramıyorum" dedi. Cumhurbaşkanı başka bir parti başkanına görev bile vermedi. Belki Kemal Kılıçdaroğlu, HDP ve MHP ile hükümet kurabilirdi. Besbelli ki Davutoğlu'na da bu görev verilirken "hükümet kurma" diye görev verdi, "oyala, zamanı bitir" diye görev verdi. O da kendisine verilen görevi yerine getirdi.
Diyelim, biz halklar olarak, Türkiye toplumu olarak temsilcilerimizi seçtik ve Ankara'ya gönderdik ki, sorunları çözsün diye. Gelinen nokta nedir, "Biz yapamıyoruz, yeni meclis seçilecek." Hiç kimse sorumluluk üstlenmedi, bu 550 kişi yapamadı, yeni bir 550 kişi mi gelecek. belki hepsi yeniden gelecek. o zaman nasıl yapacaklar. Bunun hiçbir inandırıcılığı yoktur. Ortaya çıkan sonuç şudur, siyaset kurumu iflas etmiştir. Bu meclis bir hükümet bile kuramadı. 7 Haziran‘da seçilenler tarihi vebal altındalar. Halkın iradesi diye gösterilen meclisi iflasa götürdüler. Bu meclis sorun çözemez, hükümet kuramaz, ama sadece PKK'ye karşı savaş kararı alır. PKK'ye karşı savaş tezkeresini sundular, 7 Haziran‘da seçilen meclis sadece bu kararı alacak.
Buna rağmen bazı siyasetçiler bize çağrı yapıyor, "kayıtsız şartsız mücadeleyi bırakın, teslim olun" diye. Nereye teslim olacağız? Siz ne yaptınız ki, bize çağrı yapıyorsunuz? Siyaset kurumu işledi, sorunları çözdü de PKK engel mi oldu? Demokratik çözüm iradesini PKK tanımadı mı? Tam tersine biz hareket olarak yalvar yakar ettik, herkesi buna yönlendirmeye çalıştık. Önder Apo ve halk üzerindeki baskıya rağmen, seçimlerdeki hileye rağmen yine de bunda ısrar ettik ki, bunlar Türkiye toplumun yararınadır.
Şimdi, "yeni seçim olacak, o seçimden yeni irade çıkacak" deniliyor. Peki 7 Haziran‘daki seçim değil miydi? Niye o iradeye saygı duyulmadı? Niye o irade işletilmedi? Yeni iradeye saygı duyulacağı, onun işletileceğini kim biliyor?
ERDOĞAN’IN AĞZINDAN VE ELLERİNDEN KAN DAMLIYOR
Bir taraftan savaş başlatılmış bir taraftan seçim! Savaş mı olacak, seçim mi, bunu bilelim. Tayyip Erdoğan'ın ağzından, ellerinden kan damlıyor. Her yerde "savaş sürecek" diyor ve seçim oluyor. O halde buradan seçim çıkmaz.
MHP tam bir savaş ve kaos politikası izliyor. Meclisi tıkattı. AKP'yi de zorladı, yönlendirdi, siyaset kurumunu iflasa götürdü. Sonunda da ortaya çıktı, sıkı yönetim ve darbe çağrısı yapıyor. Siyasete inanmıyorlar, meclisin gücüne inanmıyorlar. Onların tek inandığı güç askeri güçtür, ordunun gücüdür. Tayyip Erdoğan da MHP çizgisindedir. İşte ikisi de HDP'yi yok sayıyor. Meclisin yeni gücü ve demokratikleşmeye öncülük edecek gücü her iki parti de yok saydı. Türkiye halklarının seçip gönderdiği vekilleri yok saydılar, seçilmemiş gördüler. Ahmet Davutoğlu en son "3 parti" diyordu. Mecliste üç partinin hesabını yapıyor.
Diğeri ise AKP'nin tutumudur. AKP sürece çıkarcı, hileci yaklaştı, seçimler için kullandı. Bu net açığa çıkmıştır. Mart ayına gelince, artık yeni seçim sürecine girildiğini, artık görüşmelere gerek kalmadığını değerlendirerek Tayyip Erdoğan süreci bitirdi, yok etti. Nevroz‘dan sonra açık tutum aldı. Süreci durdurduğunu açık da söylüyor. Tayyip Erdoğan niye süreci durdurdu, şuna inandı, "artık seçim sürecine girildi, PKK başka bir şey yapamaz. Bu seçimden de kazançlı çıkacağız. PKK'ye ihtiyacımız yok, vuralım gitsin!" Çünkü herkesle ittifak yapıyor, vuruyor gidiyor. Tek tek hepsini götürdü, “Ergenekon“ dedi, “ordu“ dedi, sonra “paralel yapı“ dedi. “Şimdi PKK'yi de kullandım, işim bitti atarım“ dedi. Ondan sonra da bütün partilere gitti hükümet kuramadı. Partiler AKP'yle niye hükümet kursun ki? Sen ittifak yapıyorsun, birlikte çalışıyorsun, işin bittiği zaman yok etmeye çalışıyorsun, bir de baş düşman ilan ediyorsun.
ERDOĞAN’IN SONU ONLARDAN FARKLI OLMAYACAKTIR
AKP bilmeli ki, her kuşun eti yenmez. Şimdi Tayyip Erdoğan "başkomutanım, herkesi yendim" diyor, ama geçmişe baksın. 35 yıldır biz bu sözleri çok duyduk. Bunlar okullarda ezberletilmiş sözlerdir. O edebiyatı iyi tanıyoruz. Erdoğan'dan daha iddialı olanlar vardı. Sonuç, gözler önündedir. Tayyip Erdoğan'ın sonu da onlardan farklı olmayacaktır. Seçim sonuçları Erdoğan'ın hesapladığı gibi olmadı. Tayyip Erdoğan HDP'nin barajı geçeceğini hiç aklından geçirmemiş. Hele hele AKP'nin tek başına iktidardan düşeceğini milyarda bir bile aklına getirmemiş. "Verin 400 milletvekilini gümbür gümbür ezip geçeyim" diyordu. O gümbür gümbür PKK'ye karşı savaşı başlatmaktı. Gerçekler bunun tersi olunca şoke oldu. O şokun üzerinden attıktan sonra bu yeni seçime karar verdi. Aslında seçime şimdi karar verilmiyor. 8, 9 Haziranda Tayyip Erdoğan kararını verdi. 7 Haziran seçim sonuçlarını yok sayıyor, tarihten silinsin istiyor.
Erdoğan'ın ortaya çıkarmak istediği meclis de AKP'nin 400 milletvekili aldığı meclistir. Peki, AKP nasıl 400 milletvekili alacak? Besbelli ki hile yapacak. HDP'ye Türkiye'de propaganda yaptırmayacaklar. Kürdistan'da da zaten güvenlik yok diye, ordu herşeye el koyacak, AKP'nin istedikleri kadar sandıkları dolduracaklar. AKP istediği vekil sayısına ulaşacak. Seçim dedikleri budur. Mevcut durumda seçime "evet" diyenler, seçimin adil, demokratik bir seçim olacağına dair toplumu inandırsınlar. Ama kimse inandıramaz. Böyle bir ortamın olmayacağı çok açıktır. Öyle olsa sonuç 7 Haziran‘da ortaya çıktı. Ondan farkı ne olacak? Ne değişti? Bu meclis hangi çalışmayı yaptı? Partiler hangi icraatlarda bulundular ki, toplum tutumunu değiştirsin? Hiçbir şey yapmadılar. Adil ve demokratik seçim olursa hiçbir değişiklik olmayacaktır. Peki Tayyip Erdoğan ısrarla seçimi niye istiyor, AKP'yi zorla iktidar yapmak için...
Siz daha önce süreci darbe süreci olarak tanımlamıştınız...
Evet, darbedir. Darbe de değil diktatörlüktür. Bütün diktatörlükler iktidarı bırakmazlar. Biz seçimle geldik, seçimle gideriz, diyorlardı. Peki AKP seçimle gitti, niye bırakmıyor? Ortadoğu'daki o bireysel diktatörlüklere baksın. diktörlük, iktidarı ele geçirip bırakmamak anlamına geliyor. Savaşı sadece kendisini iktidarda tutmak için çıkardı. DAİŞ'i mesele yaptı, aslında DAİŞ'le hiçbir çatışmaları yoktur. PKK'ye karşı savaşı kendi iktidarlarını sürdürmek için başlattılar. İkincisi, şimdi savaş ortamında seçime gidecekler, HDP'yi propaganda yaptırmayarak, Kürdistan'da seçim yaptırmayarak barajın altına düşürecekler ve yeniden eskisi gibi iktidara gelmiş olacaklar. Hesap ve kitap budur.
Şimdi "yeni bir seçim gelecek ve seçim bize çare olacak" deniliyor. 7 Haziran seçimi niye çare olmadı da 1 Kasım‘daki seçim çare olacak? Bu bakımdan da bütün partiler ve milletvekilleri vebal altındadır. Özellikle HDP ve CHP'ye de şunu söylemek isterim: Zayıf kaldılar. AKP'nin, Tayyip Erdoğan ve MHP'nin kaos ve savaş politikalarını alt edemediler. Tutarlı, hızlı, iradeli, iddialı bir demokrasi programıyla öne çıkıp onların kaos ve savaş politikalarını geri itecek, süreci demokrasi temelinde yönlendirecek bir etkinlik gösteremediler. Siyasette yaratıcı ve başarılı olamadılar. Sonuçta siyaset kurumu çözüm aracı olmaktan çıktı. MHP darbe arıyor, Tayyip Erdoğan "ben zaten siyasi sistemi değiştirdim" diyor. Bunlara birşey denmiyor, çaresiz kaldığı için Kürtler de özyönetim ilan ettiler, "Mademki Ankara'daki meclis sorunlarımızı çözmüyor, gönderdiğimiz vekilleri yok sayıyorlar, görüşme bile yapmıyorlar, Türkiye'den bile saymıyorlar, o halde bizde kendi sorunlarımızı çözecek, kendi meclislerimizi oluştururuz. Özyönetimlerimizi çıkartır ve kendi sorunlarımızı çözeriz" dediler. Buna karşı "vay siz misiniz böyle yapan" deyip devlet, iktidar, herkes Kürtlere saldırtılıyor. Niye Tayyip Erdoğan'a kimse saldırmıyor? MHP darbe çağrısı yapıyor, üzerine kimse gitmiyor? Ama demokrasiyi geliştirmek için Kürt halkı, demokratik güçler insanlığın günümüz dünyasında kabul ettiği demokratik özyönetim adımları atınca en ağır suçlu sayılıyor, "vurun kafasına" deniliyor.
Silvan'da, Varto'da, Silopi'de, Cizre'de yapılanlar yeni seçim denilen seçimde nelerin yapılacağının açık göstergeleridir. Kimse kendisini kandırmasın. Kimse bizi ve Türkiye halklarını kandırmaya çalışmasın. Seçilen temsilciler çözüm üretemiyorlarsa, siyasi çözüm iradesi gösteremedilerse, o zaman seçenler kendi iradelerini yeni biçimde ortaya koyarlar. Bunlar da son derece meşru haklarıdır.
Yeni bir seçimde halkın tutumunda niye değişiklik olsun ki, diye belirttiniz. Ama bu çatışmalarla birlikte önemli değişikler de var. Örneğin, geçmiş çatışma süreçlerinde görmediğimiz, yaşamını yitiren asker ve polis ailelerinin AKP'ye, Erdoğan'a ciddi şekilde öfkeleri var. Bu ailelerinin tepkilerini ve AKP'nin bu kadar suçlanmasını siz neye bağlıyorsunuz?
Kürt toplumu AKP gerçeğini iyi tanıdı. 7 Haziran‘da bunu net biçimde ortaya da koydu. Şimdi görünen o ki, Türkiye toplumu da gerçekleri daha iyi görür hale geldi, aydınlandı ve dolayısıyla da tavır alıyor. Özellikle de asker aileleri, asker annelerinin savaş karşısındaki tutumları çok önemlidir. Biz değerli görüyoruz ve çok anlamlı buluyoruz. Şu ortaya çıkıyor: bu savaşı kadınlar ve gençler durdururlar. sorunların çözümüne bunlar öncülük ederler. Savaşı Türk-Kürt barış anneleri durdururlar. Dolayısıyla da etkili hale geliyorlar. Bu temelde ağzından kan damlayan iktidara, cumhurbaşkanına karşı açık tavır alıyorlar. Biraz da geç kalındı. Niye Tayyip Erdoğan tek başına Türkiye'yi yutma gücünü gösteriyor? Toplum örgütsüz ve bilinçsiz olduğu için. Karşısında yeterince tutum geliştirilmediği için bunu yapabiliyor.
Şimdi toplumun bilinçlenip AKP'nin yaptıklarına "artık yeder" demesi, "dur" demesi çok tarihidir. Buna karşı hemen basının cenaze törenine gitmesi de yasaklandı. Bütün asker aileleri tepki gösteriyor. Burada olması gereken ne? O zaman gençler askere gitmesinler. Böyle bir ortamda Türkiye'nin gençleri Kürtleri vurmak için askere gitmesinler, hele hele Kürt gençleri hiç gitmesin.
Buradan açık söylüyorum: Bizim böyle bir çatışma geliştirme düşüncemiz yoktu. Hele hele orduyla böyle bir çatışmaya girme politikamız yoktu. Biz paradigma değiştirdik. Teorik, ideolojik yaklaşımlarımızda değişimler ve gelişmeler oldu. Devleti, orduyu reddetmiyoruz. Devlet ve ordu var olsun, ama asli görevlerine dönsünler. Bunun yanında demokratik toplum da, Kürt toplumu da kendi diliyle, kültürüyle, örgütlülüğüyle kendi yaşamını kendisi sürdürsün, kendi kendini yönetsin. İstediğimiz budur. Bu bakımdan orduyla çatışma diye birşeyimiz yoktu. Bu çatışma, AKP'nin, Tayyip Erdoğan'ın geliştirdiği bir saldırıdan kaynaklanmıştır.
SAVAŞA KATILMAYANLARA EYLEM YAPILMAMALI
Ben o annelere cevap olarak şunu söylüyorum ve HPG-YJA STAR güçlerine şu çağrıyı yapıyorum: Kesinlikle operasyona çıkmayan, gerillaya ve halka saldırmayan, siyasi yönetimle ilgilenmeyen, vatanı korumak adına sınırda, karakolunda duran askerlere dönük saldırı yapmamalılar. Bu bizim görüşümüze uygun değildir. Bu savaşa katılmayanlara karşı eylem yapılmamalıdır. Sivil halka kesinlikle zarar verici hiçbir uygulamada herhangi bir gerilla gücü bulunmamalıdır. Yapanlar olursa biz bunu suç sayarız ve yargılarız.
AKP’NİN SAVAŞ OYUNUNA KATILMAYIN
Askeri ve diğer güçlere de şu çağrıda bulunuyorum: AKP'nin savaş oyununa katılmasınlar, illa AKP diktatörlüğünü kuracağım ve "ben yönetimde kalacağım. Bütün ordu ve devlet benim siyasi iktidarımı koruyacak" biçimindeki saldırılarına katılmasınlar. İsteklerine katılmasınlar, bizden onlara dönük herhangi çatışma, saldırı kesinlikle gelişmeyecektir. Gerilla da misillemelerini suçlulara dönük yapmalıdır. Savaşa katılmayanlara dönük kesinlikle şiddet kullanılmalıdır. Ama bunun karşılığında Türkiye'nin demokratik güçleri, aydınları, yazarları da özellikle asker anneleri, aileleri de bu durum düzelmezse çocuklarını askere göndermesinler.
Demokratik özyönetim çabaları, çözüm çabaları şiddetle, savaşla sürdürülen çabalar değildir. Bunlar demokratik siyaset çalışmalarıydı. Biz teorik olarak da öyle anlıyoruz, böyle planladık ve yürütüyoruz. Bunu terörize etmek isteyen AKP ve Tayyip Erdoğan'ın kendisidir. Orduyu, polisi, devleti saldırtarak bu siyasi, sosyal faaliyetleri önlemeye, demokratikleşmenin önünü kesmeye çalışıyor.
DEMOKRASİ MÜCADELESİNİ TÜRKİYE’NİN HER ALANINA YAYMALILAR
Peki, Türkiye demokrasi güçlerinin tutumu, eylem düzeyi ve sürece yaklaşımı yeterli mi?
Demokratikleşme ve barış sorunu sadece Kürtlerin sorunu değil, bütün Türkiye toplumunun sorunudur. Dolayısıyla özgürlük, demokrasi sadece Kürdistan devreminin gerçekleştirmesi gereken görevler değildir. Türkiye devrimci demokratik güçlerinin de görevidir. Bu konuda Suruç katliamını hatırlamak lazım. 20 Temmuz Suruç katliamı, 24 Temmuz PKK'ye karşı saldırıların, askeri ve siyasi olarak siyasi soykırım operasyonları temelinde başladığı günlerdir. 24 Temmuz‘da 20 Temmuz‘da başladı. 20 Temmuz‘un esası da "Kürtlerle birlik olmayın" saldırısıydı. Türkiye devrimci demokratik hareketini ürkütme, korkutma, susturma saldırısıydı. Biz o zamanda böyle tanımladık. sonrasındaki gelişmelerde bu tespiti doğruladı. O bakımdan da susmamalılar, sinmemeliler. AKP'ye karşı mücadelenin gereği ve bu katliamlara inat daha çok mücadele etmeliler. Kürt direnişiyle daha çok birleşmeliler. Demokrasi mücadelesini Türkiye'nin her alanına yaymalılar. Bu savaşı durdurmak üzere Türkiye'nin tüm demokratik güçleri, partileri, örgütleri, grupları birleşsinler. Barış meclisi çalışıyor, evet, barış ve demokratikleşme temelinde AKP'nin diktatöryal yaklaşımlarına karşı bir demokrasi bloğunu çok daha geniş bir biçimde örgütlesinler. HDP ve HDK daha aktif olarak buna öncülük etmeliler.
Bu anlamda Gezi ruhu canlanmalıdır. AKP parça parça karşısına alıp ezmek istiyor. Bu stratejiyi yenilgiye götürecek ortak tutumu geliştirmeliler. Bu yapılırsa Türkiye çok kısa sürede AKP'nin de MHP'nin de faşist blokundan kurtularak Ortadoğu'nun en demokratik ülkesi haline gelir.
Çağrılarınızdan anladığım kadarıyla kalıcı bir barışın sadece çatışmaların durmasıyla değil, böyle bir örgütlülüğün oluşmasıyla mı sağlanacağını düşünüyorsunuz?
Örgütlenme ve mücadele gerekli. Çağrılar yetmiyor. Görevi olanlar çağrı yapıyorlar. Öbürüne çağrı yapıyorsun, ama ondan istediğini sen yap, öncülük et, o da katılsın. Böyle olursa sadece çağrıyla kalınmaz, örgüte ve eyleme geçerler. Gün örgütlenme ve eyleme geçme günüdür. Bu, Türkiye'yi faşist zulümden kurtarır. AKP karanlıklar içinde ülkeyi bölüp parçalamaya götürüyor. Birlik isteyenler de demokratikleşmeyi esas almalılar...
Tayyip Erdoğan'ın "kendi aranızdan ayıklayın" açıklamasını da bu bağlamda ele alabilir miyiz? Bu politikanın Türkiye'yi iç savaşa götüreceği yorumuna katılıyor musunuz?
Evet, evet. Bölmeye ve parçalamaya çalışıyorlar. Önlenmezse sonu o da olur. Kürtlerin demokratik birlikten yana olmasını bir zayıflık gibi değil, bir erdem olarak görmeliler. Türkiye'nin birliğini savunanlar da bilmeli ki, ancak özgürlük ve demokrasi birliği yaratır.
Üzerine konuştuğumuz Kuzey Kürdistan ve Türkiye'deki gelişmelerde önemli bir etken de Avrupa ve ABD'nin Kürt sorunu ve AKP ile ilişkileri ve tutumu. Siz Avrupa ve ABD'nin tutumunu nasıl değerleniyorsunuz?
Türkiye saldırılarını Amerika'yla yeni bir anlaşma imzaladıktan sonra başlattı. ABD bazı eleştiriler yaptı, ama çok etkileyici ve engelleyici eleştiriler değildi. Zaten keşif ve benzeri şeylerle de destek veriyor. Bu anlamda da bir bakıma savaşın içerisinde ABD de vardır. ABD Savunma Bakanı, "Türkiye DAİŞ'e karşı savaşa etkin katılmalı" çağrısı yapıyordu. Öyle anlaşılıyor ki, bunun karşılığında bir pazarlık olmuş. "Sen DAİŞ'e karşı savaşa katıl, ben de PKK'ye karşı savaşına destek vereyim!" Eğer böyle bir anlaşma varsa tehlikeli bir anlaşmadır. Avrupa'dan da bazı itirazlar geldi, ama Türkiye'ye de çok fazla destek vermeye de devam ediyorlar. Bu kadar açık katliam var. Bu sivil katliamlar dünyanın neresinde olsa kıyamet koparılır. Savaş suçu işleniyor. Ölülere hakaret ediliyor. Fakat buna karşı tepkiler azdır.
ABD, Türkiye'yi DAİŞ'e karşı savaşa mı sokmak istiyor? Türkiye mi ABD'yi PKK'ye karşı savaşta kullanıyor? Bilemiyorum, ama şu açıktır: Türkiye DAİŞ'e karşı savaşmıyor. Türkiye'ye karşı bir tane DAİŞ eylemi oldu mu? Türkiye ABD'yi böyle aldattığını sanıyor. Ama Türkiye'nin bu savaş içine girmesine de ABD yön verdi. Türkiye'yi yönetenler de, Tayyip Erdoğan da bilsin ki, ABD, Saddam Hüseyin'e de bu şekilde yön vermişti Kuveyt'e giderken. Bazılarına “zulmün artsın“ diyor. Böyle bir deyim vardı. Türkiye dıştan da teşvik edilmiş olabilir. Türkiye aydınları, yazarları bunu araştırsınlar. ABD öyle kimseye karşılıksız destek vermez. Şimdi daha ayrıntılı konuşmak istemiyorum, fakat şu bilinmeli: AB ve ABD'nin tutumu yeterli değildir. Kürtler Suriye'de ve Irak'ta DAİŞ gibi insanlığın başına bela olmuş bir güce karşı bir yılda binlerce şehit vererek, kızlarını ve oğullarını cepheye göndererek bu belayı durdurmaya çalışırken, Kürtlere TC'nin, AKP'nin saldırılarına onay vermek, ses çıkarmamak, durdurmamak ne anlama geliyor?
Bu, DAİŞ'in kurtarılması anlamına gelir. Yani AKP DAİŞ'i kurtarmak ve korumak için bu saldırıyı başlattı. Yoksa şimdi DAİŞ'i tartışıyor olacaktık. Ama AKP-PKK savaşını tartışıyoruz. DAİŞ toparlanıyor, örgütleniyor, güçleniyor. DAİŞ'e fırsat tanındı. Şimdi Türkiye'nin bu saldırılarına kim izin veriyor, karşı çıkmıyorsa, onlar da DAİŞ'in güçlenmesine ortak oluyorlardır. Avrupa ve ABD'de bilsin ki, Kürtlerin de bildikleri vardır. Onlar da bilinçle hareket ediyorlar. Özellikle Avrupa ve ABD kamuoyu bu gerçeği iyi görmelidir. Kamuoyuna bunu iyi yansıtmak da gerekiyor. Mevcut durum DAİŞ'e karşı savaşı zayıflatmıştır, giderek de zayıflatır. Bunu istemeyenler AKP'nin, TC'nin savaşına dur demeliler.
Tüm bu konuları tartışmamıza neden olan elbette Kürt halkının direnişi. Programın açılışında 'tarihi' dememin nedeni de buydu. Kuzey Kürdistan'da özyönetim ilanları oldu. Bu aşamaya kadar gelen gelişmeleri yeterli buluyor musunuz? Sizce bundan sonra bu demokratik deneyim nasıl seyretmeli?
Kürt halkı 2014 yılında DAİŞ karşısındaki savaşta tarih yazdı. İnsanlığa kurtuluşun ve özgürlüğün yolunu gösterdi. 2015 yılında da Kuzey Kürdistan'da demokratik siyaset temelinde sorunlara çözüm getirme yönünde irade ortaya koyarak yine tarih yazıyor. Özgürlük ve demokrasi için öncülük ediyorlar. Demokratik yaşama ulaşmanın yol ve yöntemlerini buluyorlar. Bu durum çok önemli, kutlanması ve desteklenmesi gereken bir durumdur. Bu temelde mücadele eden herkesi selamlamak gereklidir. Hata ve eksikliklerinin, acemiliklerinin yanında önce bu tarihi adımın büyüklüğünü görmek gerekiyor.
Faşist çeteler bazı yerlerde saldırdı. Bunlara karşı direnildi. Bunların hepsi özgürlük için bedel ödeme gücüne ulaştılar. Bu konuda doğru anlaşılması için belirtilmesi gereken ise, bu iradenin ortaya çıkışını özünü saptırmaya çalışan faşist çevreler var. Bu gelişmelere karşı maddi, silahlı saldırı yanında medya aracılığıyla ağır bir psikolojik savaş var. Kürt toplumu kadar Kürdistan'daki gelişmeler konusunda Türkiye toplumunu aydınlatmak gerekli. "Bölüyorlar, devlete isyan ettiler, vuruyor kırıyorlar" diye Türkiye toplumunda ürküntü ile karşıtlık yaratmak istiyorlar. Kesinlikle böyle bir durum yoktur.
Türkiye toplumu bilsin ki, AKP ve MHP'nin kovmasına rağmen HDP mecliste kalmak için ısrar ediyor. Mecliste kalan tek parti oldu. Kürtler kalmak istiyor, Türkiye toplumu bu gerçeği görmelidir. Kürdistan kasabalarında, mahallelerinde yaşananlar da bunun bir parçasıdır. "Savaş oldu da bunlar gelişti" denilmemesi lazım. Bunlar gelişiyordu, örgütleniyordu. AKP savaşı bu gelişmelerin önünü kesmek, savaşla bunu ezmek, terörize etmek için ortaya çıkardı. Yoksa bu demokratik özyönetim adımlarının savaşla bir alakası yoktur.
Bu bağlamda demokratik özyönetim ilanın bir savaş ilanı gibi ele alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayır hayır, kesinlikle değil. Demokratik siyasi çözümdür. Adı üzerinde Demokratik Özerklik bir siyasi kavramdır. Meclisle yönetimdir. Seçilmişlerin yönetimini kurmak, kendi sorunlarını kendileri çözmek istiyorlar. İşte sorunları Ankara çözemedi. Bir de bütün sorunları Ankara çözemez ki. Toplumlar, herkes kendi sorununu çözeçek. Ankara'da ortak sorunları çözülsün, ama yerel sorunlar ise bulunduğu yerde çözülsün. Bu bakımdan da özyönetim ilanlarının savaş ilanıyla bir arada ele alan yaklaşımlar doğru değildir. Sivil toplum bunu geliştiriyor. Bunun HPG'nin müdahalesiyle bir alakası yoktur. Gerilla dağdadır. İkincisi, "silahla sonuç alacağız" türünden yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Onu öne çıkartmaya çalışanlar oluyor, bu AKP'nin oyununa gelmek oluyor. Sadece silahlı çatışma varmış gibi, Demokratik Özerklik ilanı savaşmış, çatışmaymış gibi gösteriyorlar. Bazı basın organları da bunu körüklüyorlar.
Ben buradan Kürt halkına, gençlerine ve kadınlarına şunları söylemek istiyorum: Biz silahı 35 yıldır kullanıyoruz, gerektiğinde yine kullanırız. Gerilla dağda güvenlik sağlamaktadır. Fakat herşey silahla çözülmüyor. Toplumun iradesi, siyasi irade daha önemlidir. Onun gücüne inanmak lazım. O bakımdan da Demokratik Özerklik çalışmaları, demokratik özyönetim ilanları kesinlikle siyasi ve toplumsal hareketlerdir. Toplum kendi meclisini kurmalı, yönetimini seçmeli, bu temelde kendi sorunlarını kendisi çözmelidir. Adli, yaşam, eğitim sorunlarını kendiler çözmelidir. Bunları çözecek şekilde örgütleme çalışmaları yapmalılar. Demokratik özyönetim ilan etmek, “kendimizi yöneteceğiz" demekle bitmiyor. Yönetim, toplumun örgütlenmiş olma durumudur. eğer toplumun tüm kesimleri, toplumsal yaşamın bütün alanlarında örgütlü olurlarsa orada bir özyönetimden söz etmek mümkündür.
Saldırılara karşı da toplum karşı durmalıdır. Özsavunma toplumun kendi kendini savunması olmalıdır. Gençler bu konuda kendini eğitmeli ve örgütlemelidir. Tayyip Erdoğan "Ben sistemi fiili olarak değiştirdim" diyor, demek ki Türkiye mevcut anayasa ve yasalarla yönetilemiyor. Bu çok açıktır. İkincisi, Ankara'daki meclis 7 Haziran‘dan sonra bir şey yapamamıştır. Kürtler "madem siz yapamadınız, biz yapacağız" diyor, "merkezde yapamadınız, yerelde yapacağız" diyor. Doğru olan da budur. Tek bir merkezden sorunlar çözülemez. Halkın tutumu ve iradesinin bu özyönetimlerin gelişeceğini, yayılacağını da gösteriyor. Toplum çözümsüz kalamaz, toplum kendi geleceğini yaratmadan duramaz. Dolayısıyla çözümsüzlüklere çare Kürdistan'da oluyor. Çare yerel demokrasinin geliştirilmesidir. Tayyip Erdoğan ve meclisin ortaya çıkardığı çözümsüzlüğe, tıkanmaya, kaosa karşı tek çözüm Kürt halkının ortaya koyduğu demokratik özyönetim iradesidir.
Kürtler büyük bir devrim adımı atıyor. Gün çözümsüz kalmış yerlere yeni insanlar ortaya çıkarmak için seçim günü değildir. Gün yerelde, mahallede, köyde, kasabada yerel meclisleri seçme, işletme, yerel demokrasiyi geliştirme günüdür. Gün Demokratik Özerkliği geliştirme, savunma günüdür.
Kürdistan ve Türkiye'de daha önceki seçimlerde seçilmiş belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, muhtarlar, milletvekilleri var. Bu sürece seçilmişlerin yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
HDP siyasette yeterince yaratıcı ve başarılı olamadı. Başkalarına çağrı yapıyorlar, ama kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar! Biraz gerçekçi olmaları lazım. Halkların, Kürt halkının temsilciliğini iyi yapmaları gerekli. Meclisi niye işletemediler, bunun üzerinde yoğunlaşmalılar. En azından şimdi Kürdistan'daki gelişmeleri Türkiye toplumuna, dünya kamuoyuna daha iyi anlatabilmeliler. Kendi işleriyle, meclis işleriyle uğraşsalardı ve çözüm getirselerdi, savaş yerine demokratik siyaset temelinde olurdu. Bu temelde çalışmalarında ısrar etmeliler. Merkezi siyaseti faşist, milliyetçi düşüncelerden kurtararak demokratik temelde işletmek için çaba harcamalılar.
Kürdistan'daki seçilmişler bu iş için seçildiler. Belediye eşbaşkanları, diğer seçilmiş kurumlar, özyönetimin en önemli unsurlarıdır. Buna göre hareket etmeliler. Tek onlar değil elbette, her şeyden de sorumlu değiller. Toplumun örgütlenmesine saygı duymalılar, ama kendileri de katılmalılar. Özyönetimlere katılmalılar, katkı sunmalılar. Halkla bir olmalılar. Zaten halk da onun için seçti. Halkın iradesinin parçası olarak yeni irade beyanına katılmalılar. Bu konuda bazı tutumlar zayıftır ve kabul edilir değildir. Kendi ayaklarıyla hapse gidiyorlar. Halk sizi özyönetimin geliştirilmesi için seçti. Seçilirken bunu düşünmeliydiler. Halkın önderi, öncüsü olarak seçildiler. Yoksa devletin memuru olsun, maaş alıp kendilerini yaşatsın diye kimse kimseye oy vermedi, kimseyi de seçmedi.
Tutuklama ve yakalanmaları doğru bulmuyoruz. Devlet saldırıyor, evet, AKP saldırır. Tutar hapse de koyar. Ama kendini hapse koydurtan yaklaşım olamaz. Halk içinde olsunlar, halk onları savunur. Kendini tutuklatıp zindana koydurtan tutumu doğru bulmuyoruz. Cumhurbaşkanı, AKP, MHP yasa ve anayasa tanımıyor, suç olmuyor, Kürtler ufak bir hak isteyip demokratik adım atınca "suç" deniliyor, hapse koyuyor. Bu anlaşılırdır, ama bunun karşısında bizim de bir mücadele gücümüz olmalıdır. İrademiz ve direncimiz olmalıdır. Mücadele etmek ve direnmek yerine böyle boyun eğen yaklaşım kesinlikle demokratik yurtsever bir yaklaşım değildir. O yaklaşımı reddediyoruz. Ben, herkes silahlansın, saldırılar karşısında silahlı direnişe geçsin, demiyorum. Hayır, kesinlikle öyle demiyoruz. Ama ayağınla kendini teslim etmeyi de teslimiyet sayıyoruz. Bu zayıf, bireyci yaklaşımların aşılması gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder