28 Ağustos 2015 Cuma

Ayna: Özerklik cumhuriyet sistemini reddetmiyor

DBP Eşbaşkanı Emine Ayna, “Bugün Türkiye’de anayasa düzene karşı laf eden tek kişi ‘Rejim değişikliği gerçekleştirmiştir’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Çünkü anayasa cumhuriyet sistemine karşı olmaktır bahsedilen anayasa düzenine karşı olmaktır” dedi.


DBP Eşbaşkanı Emine Ayna öz yönetimi “İzmit’te özerklik ile yönetiyor olsaydık bugün sanayi fabrika atıklarından dolayı yüzde 97 kanser vakası olmayacaktı. Özerklik ile yönetiliyor olsaydık, eğer o fabrikalar İzmit merkezinde olmayacaktı. Çünkü insanlar yaşadıkları bölge ile ilgili kendileri karar verecekti. O zaman Cumhurbaşkanı ya da Davutoğlu, şuraya şu fabrika, buraya şu atık, kimyasal, radyasyon dökme kararını veremeyecekti” biçiminde tarif etti.
DBP Eşbaşkanı Emine Ayna, İmralı’da kurulan müzakere masasının devrilmesi ardından AKP hükümetinin topyekün aldığı savaş kararına değinerek, demokratik özerklik projesinin yasal zemini ve siyaset kanallarının açık kalması için verdikleri mücadele ile ilgili ANF’ye konuştu. Son dönemde bazı il ve ilçelerde halk meclislerinin aldığı öz yönetim modeli kararı nedeniyle tutuklanan DBP’li belediye başkanları ve parti yöneticilerin tutuklanmasına da dikkat çeken Ayna, cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün ‘Kürtlere muhtariyet verilsin’ sözüne atıfta bulundu. Anayasaya düzene karşı çıktıkları gerekçesiyle tutuklanan Kürt siyasetçilerin ifade özgürlüğü kapsamında hareket ettiklerini kaydeden Ayna, rejim değişikliği olduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutuklanması gerektiğini dile getirdi. Ayna ile yaptığımız söyleyişi sizinle paylaşıyoruz.

DBP’nin kongresini gerçekleştirdiniz. Böyle bir süreçte neden böyle bir karara ihtiyaç duydunuz?
Kongre ihtiyacımız Demokratik ve Bölgeler Partisinin tüzüğü ile ilgili bir durumdu. Elbette seçim sonrası her partide olduğu gibi bizde de doğal olarak çeşitli görev değişikliği oldu. Hem parti meclisinin, hem de eş başkanların seçim kongresi oldu, hem de tüzüğümüzde ciddi değişikliklere ihtiyaç oldu. Çünkü biz yeni bir parti kurmadık, Barış ve Demokrasi Partisi olarak sadece isim değişikliğine gitmiştik. Ancak isim değişikliği ile birlikte HDP bileşeni bir parti olarak misyon değişikliği de yapmıştık. Ama tüzüğümüz o misyon değişikliğine göre henüz elden geçirilmemişti. Bu yüzden tüzük kongresi yapmayı ön gördük. Bugüne kadar BDP de öyleydi, DTP, DEHAP, HADEP, HEP’ten bu yana diyebilirim siyasi parti geleneğimize baktığımızda kendini çok genel anlamda sosyal demokrat olarak tanımlanabiliyordu, ancak bu şimdiye kadar tüzüğe konulmamıştı.
Hep, barış ve demokrasi, Kürt sorunun demokratik yöntemlerle çözülmesi için ortak paydada bir araya gelelim deniliyordu. Bu öngörü olunca birçok payda, birçok siyasi kimliğe bağlı bireyler bir araya geliyordu. Liberaller, sosyalistler, komünistler, muhafazakarlar bir araya geliyordu. Ama “biz sosyalizm mücadelesi, liberalizm mücadelesi ya da muhafazakarlık mücadelesini vermeyeceğiz” deniliyordu. Bu anlamda ideolojik bir mücadele vermeyeceğiz. Bu bileşen Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü mücadelesi için bir araya geliniyordu. Ama DBP böyle değil, DBP Kürt sorunun demokratik yöntemlerle çözümünü ön görüyor. Ama misyonu sadece bu değil, misyonu ideolojiktir. DBP, siyasi kimliğini, adını net olarak ortaya koyabilmelidir ki, tüzüğünü okuyan burada ideolojik bir mücadele verildiğini belirtebilsin. Bu yüzden DBP olarak öncelikle sosyalizmi tanımladık ve kendimizi demokratik, sosyalist bir siyasi parti olarak adlandırdık, tüzüğümüzde en önemli değişiklik budur. Tabi ideolojik, siyasi kimliğimizin adını koyduktan sonra doğal olarak da hem tüzüğümüzde, hem de programımızda tüm politikalarımızı yeniden demokratik sosyalizme göre ele aldık.

Kamuoyunun algısı, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlık sistemini hayata geçirebilecek milletvekili sayısına ulaşamadığı için seçim sonrası savaş kararını verdi’ deniliyor. Siz de bu algıya katılıyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savaş hazırlığı yeni değil. ‘Seçimden sonra Erdoğan savaş kararını verdi’ deniliyor, öyle değil. Seçimden 4-5 ay öncesinden polisler, askerler sivil katletmeye başlamışlardı. Yani savaş bir boyutuyla Kürdistan’da başlamıştı zaten. Henüz Kandil’e vs. hava saldırıları yapmıyordu. Hava saldırıları yapmadığı için Türkiye cephesinden görünmüyordu. Türkiye cephesinde her zaman şöyle bir handikap var; Kürtler sivil olarak katledildikleri zaman gözleri görmüyor, kulakları duymuyor. Bunu bir savaş gibi de görmüyorlar. Hatta bunu bir devlet uygulaması gibi de görmüyor. Ne zaman asker operasyon, hava saldırıları yapar, o zaman fark ediliyor. Böyle handikaplı bir durum var, savaş Kürtler için seçim öncesi başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başkan Öcalan ile görüşmeleri kestiği zaman savaşı da başlatmıştı. Ama PKK savaşmaya karşı direniyordu, ısrarla eylem gerçekleştirmiyordu. Bu AKP’yi de aşan bir hal aldı, çünkü devlet başlattı, Cumhurbaşkanı Erdoğan devlet başkanıdır, başkomutandır. Yani tamamen devleti temsil noktasındadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savaşı başladı ve PKK de buna direniyordu. PKK’nin savaşa gelmeme halini çeşitli yöntemlerle kırmaya da çalıştı. En bilineni Ağrı Tendürek’tir. Ağrı’ya bir grup asker gönderdi ve duyurusunu da mitinglerde yaptı, hatta nerdeyse orada asker çatışmaya girmeden kaç asker, kaç gerilla öleceğini bile söyleyecek noktaya geldi. Bütün o askeri operasyon planlarını açıkladı vs. ancak yine orada gerillanın sağduyusuna rağmen bir kişi yaşamını yitirdi. Bir gerillanın ölmesine rağmen askere cevap vermedi. Yine orada canlı kalkan eylemini yapan iki insanımız katledildi. Oysa o ölen insanlar asker ve gerillanın karşı karşıya gelmemesi için ortaya girdikleri için askerlerce katledildi. Orada herkes Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın provokasyon yaptığını biliyordu. Onun için tartışma da götürmedi çünkü bu konuda herkes netti.

Peki, Erdoğan savaşın devam ettiği bir süreçte istediği yaratmak istediği modeli hayata geçirebilecek mi?
Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu biliyor; normalleşmiş bir Türkiye’de demokratikleşmiş bir Türkiye’de tek bir kişinin borusu ötmez. Erdoğan istediği yasaları çıkaramaz, istediği politikaları hayata geçiremez çünkü demokrasi demek ortaklaşmak demektir. Erdoğan’ın hani literatürümüze yeni bir kelime kazandırdı ya ‘fıtrat’ Erdoğan’ın fıtratında demokrasi yok. Egosu müthiş şişkin, kendinden başka kimseyi görmeyen, kendinden başka kimseyi sevmeyen, kendinden başka kimsenin yaşam hakkına sahip olduğuna inanmayan değişik bir kişilik. Şimdi böyle birisinin demokrasiye gelmesi, demokrasiye yatması, ortaklaşmayı esas alması mümkün değil. Doğal olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi Erdoğan için bir kayıptır, kendisi de böyle bakıyor ve böyle değerlendiriyor. Demokrasiye yatmış bir toplumsal yapı içerisinde nasıl o düşünceyi alabora edecek? Ancak savaşla alabora edebilir. Çünkü savaşın olmadığı ortamda demokratikleşelim, haydi yasaları değiştirelim baskısı artmaya başlıyor. Savaşın olduğu bir ortamda meclis çalışmaz hale geliyor, yasalar konuşulamaz hale geliyor o bunu istiyor. Yasalar konuşmasın ki ben tek başıma konuşayım. Ama tutmuyor.

Halk savaşı başlatan AKP’dir diyor ve tepkiler günden güne büyüdüğünü görüyoruz?
Bu ciddi bir söylemdir; savaş da nerden çıktı? Hani çözülüyordu? 3 yıl öncesinden nedir farklı olan ki? Sen 3 yıl önce karşılıklı ateşkes kararı aldın, 3 yıldır da sürdürüyorsun, şimdi ne oldu? Yani sen ne dedin de hayır dendi? Ya da sen neyi konuşmak istedin de karşı taraf ‘hayır’ ben bunu konuşmak istemiyorum dedi. Ki sen ‘ben bunu kabul edemem, Türk devleti adına yok ben bunu kabul etmem’ dedin ve savaşa başladın. Ne oldu ki böyle bir karar aldın?

Koalisyon kurulması halinde savaşın durdurulacağı ve müzakerelerin tekrardan başlatılacağı umudu da vardı. Ama AKP diğer partilerle uzlaşamadı, hatta bileşeni olduğunuz HDP ile böyle bir koalisyonu yapma gereği dahi duymadı?
Koalisyon ortak yönetim kültürüdür. Bakın orada bile Erdoğan’ın bireyselliği bile ne kadar ortadadır. Ortak yönetime gelemiyor. ‘Ne demektir, ben nasıl koalisyon kurarım, ben nasıl benden farklı düşünenle beraber ortak yönetirim bu ülkeyi’ diyor. Orada bile tekçiliği, bireyselliği, diktatöryal anlayışı, zihniyeti orada ortaya çıkıyor. Koalisyon dünyada bir yönetim şeklidir. ‘Koalisyonlar başarısız olmuştur’ diyor. Evet, bir tek koalisyonlar Türkiye’de başarısız olmuştur. Çok ilginçtir değil mi? Ama Avrupa ülkelerinde koalisyonlar başarısız olmuyor. Çünkü orada demokrasi kültürü var. Eğer Türkiye’de şu ana kadar koalisyonlar başarısız olmuşsa tekçi yaklaşım yüzündendir, ortaklaşmama yaklaşımı yüzündendir. Demokratik olsa uzlaşma zeminini arar. Tek demediğin bir kültürdür koalisyon. Biz özerklik derken, o iki partinin ortak koalisyon kültürünü bile kaldırmıyor.

Öz yönetim ilanından partinizin destek ya da kararı var mı?
Partimizin öz yönetim ilanında meclis üyesidir. Bizler DBP olarak belediye başkanlarımıza, il ilçe başkanlarımıza, yöneticilerimize, kadın, gençlik çalışanlarımıza çok açık net şunu söylüyoruz. Biz siyasi parti hegemonyasını, iktidarlaşmasını kabul etmiyoruz. Biz çalışma alanlarımızı bu anlamda orada kurulacak olan halk meclislerini esas alıyoruz. Sizler nerede çalışma yürütüyorsanız çalışma yürüten halk meclislerine tabisiniz. Biz size Şırnak Belediye Başkanına, Şırnak ile ilgili talimat veremeyiz. Biz size merkezi karar ve talimatlarımızı göndeririz, siz siyaseten ideolojik merkezi kararlarımıza uyarsınız. Ama Şırnak ile ilgili halk meclisi karar verir. Siz de belediye başkanları olarak, il, ilçe eşbaşkanları olarak o meclisin birer üyesi olarak orada alınan kararları hayata geçirmekle mesulsünüz. Biz bu talimatı kendi yapılarımıza genelgelerle göndermişiz zaten. Belediye başkanlarımız, il ilçe başkanlarımız netice olarak halk meclislerinin aldığı kararlara tabidirler.

Ama öz yönetim ilan edildiği günden bu yana her gün ya bir parti yöneticiniz ya da belediye başkanlarınız tutuklanıyor?
Yöneticilerimizin tutuklanma nedenleri öz yönetim kararı değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bizim belediyeler üzerinde gerçekleştirdiğimiz yerel inisiyatifleri sabote etmek istemesidir. Belediye başkanını niye tutukluyor? Belediye başkanı özerklik ilan etmemiş ki tutuklasın? Edemez de doğru da değil. Yasallık anlamında söylemiyorum. Bunu demokrasi anlamında söylüyorum; belediye başkanının bir kent adına karar vermesi demokratik olamaz. Öz yönetim ilanları tutuklama gerekçesinin alt yapısı olamaz. Tutuklama gerekçesinde ‘anayasa düzene karşı’ olduğu belirtiliyor. Hayır, bugün Türkiye’de anayasa düzene karşı laf eden tek kişi ‘Rejim değişikliği gerçekleştirmiştir’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Çünkü anayasa cumhuriyet sistemine karşı olmaktır bahsedilen anayasa düzenine karşı olmak. Bunu da yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Biz özerkliği, öz yönetimi ifade ederken rejim anlayışı ile ilgili bunu ortaya koyuyoruz, Cumhuriyet rejimine karşı değil. Cumhuriyeti kuran Atatürk; “Kürtlere muhtariyet, yani özerklik verelim” diyor.
Şimdi cumhuriyete aykırı bir şey olsa cumhuriyeti kuran nasıl böyle bir şey söyler. O zaman anayasal düzene karşı bir şey değildir. Bu gerekçeyle tek bir tutuklama olacaksa o da Cumhurbaşkanı Erdoğan tutuklanmalı. Kendisi ‘rejim fiilen değişmiştir’ diye açıkladı. Niye tutuklanmıyor? Niye hakkında dava açılmıyor? Biz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rejim değişikliğini meşru mu görüyoruz hayır! Anayasaya aykırı hareket etmesine rağmen. Ama her şeyi tartışmaya açık olması gerekir, bir birey, farklı bir parti, rejim değişikliği mücadelesi verebilir. Komünist bir parti çıkmalıdır, komünist bir rejim propagandası yapabilmelidir, komünizm rejim değişikliğidir değil mi? Ama rejim değişikliği propagandası düşünce özgürlüğü kapsamında yapabilmelidir. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan da rejim değişikliği propagandasını yaptı. Bu bir siyasettir ve bunun yapılmasını demokratik normlarda uygun görüyoruz. Ama halk meclisleri bir rejim değişikliği, propagandası yapmadığı halde ona siz eğer ‘Anayasal düzene karşıdır’ deyip müdahale ediyorsanız, öldürüyorsanız, belediye başkanları o halk meclisinde yer aldığı için tutukluyorsanız işte orada biz de durun deriz. O zaman senin de söyleme hakkın yoktur deriz.

Öz yönetim bir irade beyanı mıdır?
Halk meclisleri; ‘sen seçimden sonra siyasi irademi tanımıyorsun, İmralı’yı, Başkan Öcalan’ı tanımıyorsun, onunla da görüşmeleri kestin biz istiyoruz ki seninle görüşerek bu süreci götürelim, seninle görüşerek demokratik yapıyı tesis edelim. Ama sen irademi tanımıyorsun, görüşmeleri kestin, ben haber alamıyorum, benim seninle görüşmen istediğim irademden haberdar değilim. O zaman ben de kendim hareket ederim’ diyor. ‘O zaman ne istediğimi kendim gündemleştiririm’ diyor halk meclisleri.

1990’lı yıllarda köy yakan, savaş hukukuna uymayan savaş komandoları olarak tanınan Bolu ve Kayseri Komando taburlarının gönderileceği söyleniyor. Hatta şehir savaşına hazırlıklı geldiği basına yansıtıldı….
Bunu göze alırsa Türkiye kan gölüne döner. Bu artık konuşma, siyaset zemininin ortadan kalkması anlamına gelir. Siyasi partiler o zaman neyin siyasetini yapacaklar. Siyaset biter, savaşın olduğu yerde siyasi partiler nereye seçim sandığı kuracak? Seçim nasıl gerçekleştirilecek? Şu haliyle bile biz nasıl seçim yapılacak diyoruz. Sandık güvenliği nasıl olacak? Seçim güvenliği nasıl olacak? İnsanlar oy kullanırken her halde adam asker polisleri sandık başına dikecek. Gizli oy nasıl olacak? Biz bunları konuşuyoruz. Bir de düşünün böyle bir ortamda seçime gittiğimizi.

Anlaşılması açısından öz yönetim şeffaf olarak budur diyebileceğimiz bir örnek verebilir misiniz?
Bakınız Marmara depreminde binlerce insan öldü, Yalova en bariz örneğidir. Eğer 17 yıl önce depremden bir yıl öncesinden kastediyorum. Eğer Türkiye özerk yönetime geçmiş olsaydı, halk meclisleri olsaydı, halk yerelden yönetilmiş olsaydı bu kadar büyük bir zarara ve can kaybına neden olmayacaktı. Niye? O depremde can kaybının en temel nedeni imardı. Halk meclisi önce kendi can güvenliğine karar verecektir değil mi? Örneğin nerelerin imara açılacağına, nerelerin açılmayacağına dair kararı meclisler verecekti. Halk meclisi kendi can güvenliğini düşünerek karar verecekti, para kazanmak için değil. Ben yaşayacağım diyecekti, işte müttehitler deniz kumunu kullanmayacaktı. Eğer İzmit’te özerklik ile yönetiyor olsaydık bugün sanayi fabrika atıklarından dolayı yüzde 97 kanser vakası olmayacaktı. Özerklik ile yönetiliyor olsaydık, eğer o fabrikalar İzmit merkezinde olmayacaktı. Çünkü insanlar yaşadıkları bölge ile ilgili kendileri karar verecekti. O zaman Cumhurbaşkanı ya da Davutoğlu, şuraya şu fabrika, buraya şu atık, kimyasal, radyasyon dökme kararını veremeyecekti. İnsanlar siyasal anlamda hangi siyaset anlayışı ile yönetiliyorsa, nasıl yaşanacağına ya da nasıl ölüneceğine onların karar verdiğini görebilmeli. İzmit’te yüzde 97 kanser vakasının nedeni merkezi yönetimdir, tekçi anlayıştır, otoriter anlayıştır. Halk kendisi bu konuda karar veremiyor, sadece dilekçe yazıyor. İşte özerklik budur.

Ama şehirlerde her gün siyasi soykırım operasyonları yapılıyor. Buna karşı da halk ile devletin kolluk güçleri arasında yer yer katliama varan çatışmalar gerçekleşiyor.
Niye başkan Öcalan, ısrarla devlete, demokratik siyaset kanallarını açın diyor? Niye biz ısrarla devlete silahların kullanılmaması haline gelmesinin, silahların ortadan kaldırılması tek yolu demokratik siyaset kanallarının açık olmasıdır diyoruz, bu yüzdendir. Demokratik siyaset çabası içerisinde olanları tutuklarsanız, biz o kullanamaz aracı kullanılır hale getirme çabası ile belki Türkiye’yi demokratikleştiririz diyoruz. Şimdi bütün bu çabaya rağmen, cezaevini göze alan, katledilmeyi göze olan insanlara rağmen bu ortamı da eksik, gedik yanlış olan ortamı da ortadan kaldırdığınızda insanlar siyasetini hayata geçirmek için hangi aracı kullanacak? Ben soruyorum? Halk neyi aracı olarak kullansın?

Türkiye kamuoyunda Yarbay’ın sözleri vicdan sahibi her kesimden destek aldı. Bu konuda partiniz sessiz kalmayı denedi?
Türkiye siyaset yaşamında böyle bir kültür var, biz birisinin doğru söylediği bir şeyi desteklediğimizde kişiye karşı daha da düşman bir yaklaşım içerisine giriyorlar. O Yarbay’ın HDP ile DBP ile siyasi kimlik anlamında hiçbir alakası yoktur vs. şimdi burada kalkıp bir şey söylediğimizde Yarbay’ı yaftalayabilirler. Dünyaya bakın, dünyada savaşı bitirenler egemen diktatöryel gücün içindeki vicdan sahipleridir. Vietnam savaşına bakın; Almanya’da Hitler dönemine bakın, Hitler’i kim dize getirdi? Almanlar dize getirdi. Almanya halkı içerisinde mücadele eden Almanlar Hitler’i dize getirdiler.
ABD, Rusya bütün dünya orduları Hitler’e karşı bir araya getirildi ama Hitler’i dize getirenler Alman halkı oldu. Vietnam savaşında, Vietnam çok mu güçlüydü? ABD, Vietnam’ı iki parmağı arasında ezebilirdi. O savaşı ABD ordusu içerisindeki vicdanlı askerler o savaşı durdurdu. O askerler çıktılar ve anlattılar; ‘bize insanları öldürmelerimizi istediler, kadınlara tecavüz etmemiz emredildi’ dediler, ‘bize köy yaktırıldı’ dediler, ‘bize çocukları öldürtün’ dediler. Bir sürü Vietnam savaşı filmi vardır değil mi? O filmlerde anlatılan hikaye ABD ordusu içerisindeki kendi ordu kararına rağmen Vietnam halkın yanında yer alması hikayeleridir.
Nasıl Vietnam’da savaşı,  barıştan yana olan ABD askeri ve halk bitirdiyse Türkiye’de de böyle olacaktır. Yarbay’ın feryadını da ben böyle değerlendiriyorum. Türkiye Cumhuriyeti devletinin yanlışına karşı vicdan sesinin yükselmesi ile alakalı bir durumdur. Önemli bir tespittir. Cenazelerdeki annelere mikrofon uzatıldığı zaman, feryatlarına kulak verildiği zaman  ‘hani bu sorun bitecekti? Ne oldu da bitmedi’ diyorlar. Çünkü bitmediğini görüyorlar, ‘bu savaş nerden çıktı?’ diyorlar Bakın yıldır asker cenazesi gelmiyordu. Ama Kürdistan’a cenazeler geliyordu. Her gün askerin ve polisin katlettiği sivillerin cenazeleri defnediliyordu. Ama asker cenazeleri gelmiyordu, 3 yıldır da bunu gördü. 3 yıldır Başkan Öcalan’ın samimiyetini gördü. Bu ülke bölünmek istenmiyor sen istediğin kadar bağır bölünmek istenmiyorsa vatanın elden gidecek diye bir şey söz konusu değil. ‘O zaman benim çocuğum niye ölüyor’ diyor. Bugün niye çocuğum ölüyor diyen, yarın siz Kürtlerden ne istiyorsunuz, onunda benim kadar en az yaşam hakkı var, onların köylerini bombalıyorsunuz demeye başlarsa bu iş biter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder